Şimdi Ara

Birşeyin varlığı kanıtlanana dek.. (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
205
Cevap
0
Favori
3.744
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
6 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hakiki Osmanlı Torunu

    Toplum içinde yaşıyorsan ilgilendirir.
    Yok ben dağda tek başıma yaşarım diyorsan, ya da kendim gibi düşünenleri toplayıp beraber izole yaşayacam diyorsan her şeyi yapmaya serbestsin.
    Optimal durum olması gereken anlamına gelmiyor.Dolayısıyla ortada bir ilgilenmekten söz edeceksek ben ne gerizekalı insanlarla yaşıyormuşum düzeyinde kalır

    Etik anlayışım zaten yalnızlık üzerine
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hakiki Osmanlı Torunu

    Evrenin Ford gibi bir amacı olsa dediğin doğru.
    Fordun amacı belli. Kişiyi konforlu bir şekilde bir yerden bir yere taşımak. Bütün parçaları bu amaca hizmet ediyor. Hiçbir parça gereksiz değil. Bu sebeple bunun tasarımcısı var dersin.
    Evrenin amacı ne peki. Insanların yaşaması için yaratılmış bir yer mi.
    Bu nasıl bir yer ki insanoğlu evrenin zerresi bile sayılamayacak kadar küçük bir yere sıkışmış. Bu zerre kadar dünyanın üzerinde film şeridi kadar incecik bir alanda yaşamını sürdürebiliyor. Hatta dünyanın her yerinde de hayatta kalamıyor. Dünya'nın dışına zaten çıkamıyor. Koskoca evren bu kadar galaksi hepsinin varoluş amacı 5 milyar insan mı.
    Şimdi hangisi akıllı tasarım.
    Bütün parçaları ile tek bir amaca hizmet eden düzenli bir yapıya sahip olan Ford mu
    Ne amaca hizmet ettiği belli olmayan kaotik bir yapıya sahip sonsuz Evren mi?
    Çok şükür apaçık delillere bakarak iman ettiğimiz Kuran hiçbirşeyi boşlukta bırakmıyor hocam.Onun dışında her fikir nihilist yani hiççilikten öteye gidemez.Bunu da şu örnekle alıntılayım bari

    Farz edelim ki Matilda Teyzem güzel bir kek pişirmiş olsun ve dünyanın en seçkin bilim adamlarından oluşan bir topluluğa bu keki analiz etmeleri için vermiş olalım. Onlar da üzerinde çalışsınlar.


    Gıda bilimciler bize bu kekteki kalori miktarını ve onun besleyici etkisini anlatacaklar; biyokimyacılar kekteki proteinlerin, yağların ve benzerlerinin yapısı hakkında bilgi verecekler; kimyacılar içerdiği elementlerden ve aralarındaki bağlardan bahsedecekler; fizikçiler kekteki temel patikülleri analiz edecekler; matematikçiler de şüphesiz bu partiküllerin davranışını açıklayan zarif formüller önereceklerdir.


    Şimdi bu uzmanlardan her birinin kendi disiplinine göre kek hakkında yapmış olduğu eksiksiz açıklamalar neticesinde kekin tamamıyla izah edilmiş olduğunu söyleyebilir miyiz? Bize kekin nasıl yapıldığı ve değişik bileşenleri arasındaki ilişkilerin nasıl olduğu konusunda kesin açıklamalar yapıldı fakat ben bu uzman heyete son bir soru daha sorsam ve desem ki: “ Kek niçin yapıldı?” Ne diyebilirler? Oysaki Matilda Teyze’nin yüzündeki tebessüm, cevabı bildiğini göstermektedir; çünkü keki o pişirdi ve bunu bir amaca binayen yaptı. Gerçek şu ki dünyadaki bütün gıda mühendisleri, biyokimyacılar kimyacılar, fizikçiler ve matematikçiler bu soruya cevap vermekten acizdirler. Onların disiplinleri kekin yapısı ve doğası hakkındaki sorulara cevap verebilir ki bu “nasıl” sorusunu cevaplamaktadır. Aslında bu soruya cevap vermenin tek yolu, Matilda Teyze’nin bize kekin yapılış sebebini bildirmesidir.

    Şunu gördük ki sadece bilimsel akıl yürütmeyle Matilda Teyze’nin keki niçin yaptığını bilmemiz mümkün değil; onu bize ancak Matilda Teyze’nin kendisi söyleyebilir. Matilda Teyze keki niçin yaptığını bize söylerken onun ne söylediğini anlamak için aklımızı kullanmalıyız. Sonra yine onun yaptığı açıklamanın güvenilirliğini test edebilmek için de akla ihtiyacımız var. Eğer o keki yeğeni Jimmy için yaptığını söylerse ve biz de onun o adla anılan bir yeğeni olmadığını biliyorsak, o açıklamaya şüpheyle bakarız; şayet gerçekten o isimde bir yeğeni varsa, o zaman Matilda Teyze’nin izahı bizim için bir anlam ifade edecektir. Yani akıl ve açıklama (vahiy) karşıtı değildir. Matilda Teyze’nin keki neden yaptığını bildirmesi, yardımsız bir aklın edinemeyeceği bilgiyi bize sağlamış olur. Fakat bu bilgiyi kullanma süresinde akıl kesinlikle aktiftir. Burada anlatmak istediğim husus bilim bilgi kaynağı olarak kullanmadığımız durumlarda, otomatik olarak aklın işlevini yitirdiğini ve delilin işe yaramaz hale geldiğini zannetmememiz gerektiğidir.


    Bu nedenle iman sahibi kimseler, kainatla, Matilda Teyze’nin kekiyle kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki kurmuş Biri’nin var olduğunu ve bu Biri’nin evrenin neden yaratıldığını açıkladığını ileri sürdüklerinde akıl, mantık ve delilleri bir kenara itmiş olmuyorlar. Onlar sadece aklın tek başına cevaplandıramayacağı belli sorular olduğunu ve bunlara cevap verebilmek için başka bir bilgi kaynağına ihtiyaç olduğunu söylüyorlar. Elbette bu durumda da, Yaratıcı’dan gelen açıklamayı (vahyi) anlamak ve değerlendirebilmek için akıl gerekecektir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-F54F98451

    Benim dediklerimle çok alakasız şeyler yazıyorsun. Empati Kant'ın belirttiği gibi ödev ahlakının şartlarından biri. Yani ahlakın doğasını açıklayan şeylerden biri. Empati=ahlak değil yani. Ahlak da empati ile çıkamaz. Çünkü empati ahlaka bağlı bir şey. Ahlak çok ayrı bir konuma sahip burada. Tecavüz genetik bozukluk falan değil. Her insanda tecavüz etme yeteneği mevcut. İrade ise senin elinde işte ahlak burada ortaya çıkıyor. Daha başka zayıf insanlara yardım etmenin doğal seleksiyon ile bağdaşmadığı öne sürülebilir. Bunun gibi birçok örnek vardır burada toplumu araya sokmak cevap değildir. Doğal seleksiyon ister birey için ister toplum için çalışsın hayatta kalma ilkesini çiğnememesi gerekir. Doğal seleksiyon canlılar arası rekabeti de gösterir. Zayıflara yardım etmek toplumda bağdaştırılamaz yani. Zayıflara yardım etmek apaçık bir şekilde doğal seleksiyonla çelişecektir. Şimdi ilk öncelikle ahlakın evrimin ürünü olduğunu söylemek bilimsel değil felsefi bir iddiadır çünkü söz konusu önerme deneysel olarak sınanamaz.

    Bilimsel olarak ahlaka yaklaşamazsın bak bu çok büyük bir bilgisizlik. Sen ahlakın kökenini evrimle açıklasan bile ahlaki önermeler bilimsel şeyler değildir. Eşcinsellik, zina, ensest neden yanlıştır mesela? Eşcinsellik üremeyle alakasız zaten. Zina ise daha kolay üremeyi sağlayan bir şey. Evliyken zinayı kastediyorsan aile yapısıyla belki ilişkilendirilebilir ama bu ayrı konu. Haa gene üremeyle bağdaşmaz bu çünkü evli olsun olmasın zina üremeye katkı sağlayacaktır. Ensest yanlıştır diyorsun ve üremeye bağlıyorsun. İlk öncelikle hastalıklı çocuk yapmak bir tercihtir ahlaksızlık değildir bunu geçiyorum şimdilik. Dahası bu kişiler çocuk yapmayız dediklerinde ne olacak? Ensestin ahlaken kötü olduğu araya tanrı sokulmadan savunulamaz. Tabii bunu nasıl yapıyorlar diyorsan metaetik okuyacaksın.

    Sonuç olarak ahlakı üremeye bağlamak oldukça saçma bir şey. En başta verdiğim tecavüz örneği bunu anlayabilmek için yeterli. 5 yaşındaki çocuk dahi bunu kavrayabilir. Ama sen hala çünkü toplumun refahını bozuyor diye devam ettirmeye çalıştın burada fakında olmadan ahlakı rızaya bağladın aslında bu ateist etiğinde cinselliğe karşı savunulur. Ateistlere göre tecavüz ahlaksızlıktır çünkü rıza ile gerçekleşmez. Zina ahlaksızlık değildir çünkü rıza vardır. Ahlak üremeden bağımsız bir olgu olduğu için farklı bir şekilde temellendirme yapman gerekli ve bunu metaetik okumadan yapamazsın. Bu konular hakkında hiçbir şey okumadığın belli oluyor zaten.
    Şunu eklemek isterim ki üst yapının o kadar dallanıp budaklanışı zayıflara yardımı seçilme konusu yapabiliyor.Ayrıca evrimde söz konusu olan salt insan mıdır yoksa bizim daha çok insan olarak algıladıklarımız mıdır ? Bencil gen aile skalasında geçerli olabilir mi ?

    Evrim varyasyonların dökümüdür.Haliyle yok oluşu da içerir.Belli bir yok olma aralığında yaşayabiliyorum.Kuantum bir tavır olaraktan.Tek fark ise düşünce ki aldatmacada saklı

    Zaten ahlaklılık durumunun sonsuzcalığı sabitken kavramsal çerçeveyi kaybedeceğinden kapı gibi,topyekün tanımdan söz edilemez




  • sunger bob ne kadar gercekse, o da o kadar gercek
  • Kardeşim sen yazdıklarımı okumuyor musun. Tekrar yazıyorum hiç laf kalabalığı yapmadan.
    Empati ahlakın temelidir. Ama sosyal yaşama adapte olan insan bu temelin üzerine birçok tuğla koymuştur.
    Neden empatiyi bu kadar ahlakın dışına atmaya çalışıyorsun bir türlü anlamıyorum.
    Empati yeteneği olmayan insanlar hangi ahlak kuralını tanır kardeşim.
    Istersen bin tane kutsal kitap gönder, bin tane peygamber yolla. Empati yoksa bu adam kural tanır mı.
    Tecavüz ile psikopatligin bir farkı yoktur. Ikisi de empati yoksunluğu belirtisidir. Bu da genetiktir ve çevresel faktörler de tabi ki etkilidir. (Evrimsel süreçte hiçbir şeyin sebebi tek bir şey değildir çünkü)
    Tecavüz potansiyeline sahip olmak ne demektir yahu. Bu çok saçma bir ifade. Her kesin her şeyi yapma potansiyeli vardır zaten. Yine devreye empati yeteneği girer işte. Empati yeteneği güçlü bireyler daha sağlam toplumsal ilişkiler kurar. Daha sağlam toplumlar ise ayakta kalır.
    Diğer bir konu. Hakikaten evrimsel süreci siz tam olarak kafanizda oturmamışsiniz.
    Her şey üremek üremek üremek değildir.
    Ondan daha önemli olan hayatta kalmak ve sahip olduğun yavruları hayatta tutabilmektir.
    Yoksa bir batında milyonlarca yumurta bırakan balıklardan memeliler turemezdi.
    Bu sebeple toplumsal dayanışma evrim süreci içinde üretmekten bile daha önemlidir. Çünkü hayatta kalmanın gereğidir.
    Yani hangi yanlışı düzelteyim bilmiyorum ki. Yazdığın her şeyde düzeltilmesi gereken yer var. Telefonla yaz yaz yoruldum.
    Siz evrime çok çizgisel bakıyorsunuz. Sıkıntı burada.
    Evrim kaotiktir, karmaşık, belli bir düzen yoktur.
    Ama iyice arastirilirsa her şeyin bilimsel bir açıklaması mutlaka vardır.
    Siz sanıyorsunuz ki doğal seleksiyonda mesela fareler için geçerli olan süreç insanlar için de geçerlidir.
    Yav Kardeşim yok böyle bir şey. Yani bunu bile açıklamak zorunda kalıyorum maalesef. Daha bunu bile bilmiyorsunuz belki.
    Yani bir fare için atıyorum üremek birinci plandaysa, sosyal bir hayvan için bu ikinci planda olabilir. Onun için sosyal kurallar üremenin önünde yer alabilir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • İnanç ile bilimsel bilgiyi ayırmak durumundayız. İnancın alanına giren şeyler ile bilimin alanına giren şeyleri de. İnanç alanına giren şeyin varlığını veya yokluğunu kanıtlayamazsınız. Yok saymak veya var saymak yine sizin inancınız olacaktır. Ancak denenmiş bir bilimsel bilgiye karşıt bir argüman öne sürüyorsanız, karşı çıktığınız bilgiyi çürütecek kanıtlar sunmanız gerekir.
  • Bilimsel açıdan bakarsak haklısın.
    Örnekleyelim dolabımda mor bir ejderha var desem ve buna samimiyetle inansam olmadığına dair kanıt yoksa (yokluk nasıl kanıtlanır orası da ayrı konu) var mı kabul edeceksin.
    Yaratıcı kavramı açısından sormuşsun muhtemelen bunu bu kadar basite indirgemek zor şu an ki bilimsel veriler madde oluşumunun hiçlikten olmayacağı görüşü sebebiyle daha mantıklı duruyor (bence), ha ama bu yediğinden içtiğine kimle arkadaşlık edeceğinden miras paylaşımına kadar müdahil olan bir yaratıcı mı bence değil
  • smartboy38 S kullanıcısına yanıt
    Güzel hikaye.
    Peki söyleyin bakalım kutsal kitabınıza göre tanrı bu evreni ve insanları niçin yaratmış.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: LORDFURKAN

    İnanç ile bilimsel bilgiyi ayırmak durumundayız. İnancın alanına giren şeyler ile bilimin alanına giren şeyleri de. İnanç alanına giren şeyin varlığını veya yokluğunu kanıtlayamazsınız. Yok saymak veya var saymak yine sizin inancınız olacaktır. Ancak denenmiş bir bilimsel bilgiye karşıt bir argüman öne sürüyorsanız, karşı çıktığınız bilgiyi çürütecek kanıtlar sunmanız gerekir.
    Çok güzel bir cümle kurmuşsun ama söylem tam olarak öyle gerçekleşmiyor sorun burada.
    Yani ben yukarda örnek verdiğim mor ejderhaya inanıyorum desem bunu sorun etmezsin muhtemelen en fazla yazık ya adam kafayı çizmiş der geçersin ama dinlerin neredeyse tamamına yakını kendi inançlarının net doğru olduğunu (bilimsel gerçek gibi) iddia edip bunu ispat çabasına giriyorlar. Hatta bu durumu içsel inanıştan çıkartıp toplumsal kurallar haline getiriyorlar. Sonra somalide insanlar ülkenin 3000 km2den fazla kıyı şeridi olmasına rağmen deniz mahsülü tüketmek inançlarına ters diye açlıktan ölüyor. eminim toplumsal baskı olmasa insanlar balık da yerdi zira açlık çok farklı bir ihtiyaç




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-F54F98451

    Celal Şengör jeoloji haricinde hiçbir halt bilmeyen sansasyonel açıklamalarla ne çıkmayan çalışan birisi. Bu adamı cahil zamanlarımda çok savunurdum, şimdi gülüp geçiyorum. Kerem Cankoçak nispeten daha iyi felsefe ile ilgileniyor ama beceremiyor. Kendini geliştirip Graham Oppy, Mackie gibi ateist din felsefecilerini okuması gerek. Kerem hoca fizikçi zaten kendi alanında başarılıdır bunlara kimsenin lafı yok. Stephen Hawking de çok zeki bir adam. Ama felsefe hakkında hiçbir şey bilmiyor. Bilim adamlarının yaptıkları hata bu zaten. Hala mantıksal pozitivist eğilimler sergiliyorlar halbuki bu görüş kendi kendini çürütüyor. Çünkü deney ve gözlem dışında yani bilimle alakası olmayan şeyleri kabul etmem dersen bilimin kendisini de kabul edemezsin. Bilimin kendi içerisindeki metotlar a priori bilgilerimize dayanır. Deneyle kanıtlayamayız onları. Aynı zamanda bunu söylemek ahlakın varlığını da yok saymak olur. Ahlak felsefesi dediğimiz alan olmazla ahlaki meseleleri nasıl tartışacağız? Ahlak deneysel bir şey değil. O yüzden bilimin konusu olamaz. Hangi bilim alanı ahlakın objektif olduğunu kanıtlamaya çalışıyor mesela? Ben söyleyeyim: yok öyle bir alan. Ama metaetikte en temel konu ahlakın objektif veya subjektif mi olduğunu anlamaktır. Biliminde epistemik sınırları vardır. Halktan bazı kesim ve 1. sınıf bilim adamları bunları savunuyorsa felsefe fakirliğinden. Bu işleri kolayca çözemezsin. Atıyorum vazgeçilmezlik argümanı nesnel ahlaki değerlerin olduğunu gösterir bunu nasıl çürüteceksin:

    1.Akıl yürütmek içsel olarak vazgeçilemez bir projedir
    2.İndirgenemez normatif gerçekler, içsel olarak vazgeçilemez akıl yürütmek için araçsal olarak vazgeçilemez bir projedir.
    Sonuç: O halde indirgenemez normatif gerçeklerin varlığına inanmakta epistemik olarak haklıyız.

    Öncüllerin tek tek doğrulardım ama yazmaya üşeniyorum. Zaten anlatmak istediğim bilimin bunları çürütemeyeceğiydi. Tanrı, ahlak vb. konularda bilim hüküm veremez. Bilimin konusu bunlar değil çünkü.
    Bilmediği için mi o konularda o kadar ödül alıyor, üyeliklere seçiliyor, konferans veriyor. Tipik kendini bildiğini sanan bilgisizsin, uluslararası klüplerde üyelikleri olan (buna felsefe de dahil) adama ne diyorsun komik gerçekten. Varsa adamın dediğine karşı bir argümanın söyle de bizde bilelim. Geçen Atatürk için de böyle saçma sapan çıkışmada bulunmuştun, bilgisizliğini ortaya dökünce cevap dahi veremedin. Marjinal olacağım diye saçmalamayı kessen iyi olur.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • boş yapmayın lan kefereler
  • quote:

    Orijinalden alıntı: lawbreaker

    Çok güzel bir cümle kurmuşsun ama söylem tam olarak öyle gerçekleşmiyor sorun burada.
    Yani ben yukarda örnek verdiğim mor ejderhaya inanıyorum desem bunu sorun etmezsin muhtemelen en fazla yazık ya adam kafayı çizmiş der geçersin ama dinlerin neredeyse tamamına yakını kendi inançlarının net doğru olduğunu (bilimsel gerçek gibi) iddia edip bunu ispat çabasına giriyorlar. Hatta bu durumu içsel inanıştan çıkartıp toplumsal kurallar haline getiriyorlar. Sonra somalide insanlar ülkenin 3000 km2den fazla kıyı şeridi olmasına rağmen deniz mahsülü tüketmek inançlarına ters diye açlıktan ölüyor. eminim toplumsal baskı olmasa insanlar balık da yerdi zira açlık çok farklı bir ihtiyaç

    Alıntıları Göster
    Dediğim gibi bahsettiğiniz şeyi inanç alanında tartışacak olursak inandığınız şeyin varlığını ve yokluğunu; doğruluğunu veya yanlışlığını kanıtlayamayız. Bu çabaya girmemiz beyhudedir. Fakat bunun bilimsel olduğunu iddia ederseniz yanlışlanabilmesi, örneğiniz üzerinden gidecek olursak dolabın kapağını açmak ve bunun gibi bilgiye ulaşabilecek yöntemlerden, yani deneyden geçer. Bahsettiğiniz gibi inançların yaşam biçimine yönelik formüller sunduğu doğrudur. Bu anlamda söylemleri bilimsel değil, siyasidir. Özellikle islam böyledir ve temeli itaate dayanır. Bu nedenle otoriteyi elinde bulunduranların, bilimin alanına giren ve basitçe yanlışlanabilen şeyleri inanca dönüştürülebilmeleri gibi bir manipülasyona da açıktır.




  • HIGHER kullanıcısına yanıt
    Yani maalesef bizim insanımız böyle.
    Ahlakın içine felsefeyi sokacam diye kırk takla atıyor.
    Anlatıyoruz ahlak kuralları tamamen evrimsel süreçlerle açıklanır diyoruz, hala tecavüz diyor.
    Tecavüz evrimsel süreçte faydalıdır diyor.
    Yahu kime faydalı tecavüz.
    Sanıyor ki evrim sadece üreme üzerine kuruludur.
    Evrimde önemli olan üremek midir. Yoksa canlıyı hayatta tutabilmek mi.
    Tecavüz, hırsızlık, cinayet gibi davranışlarin normal karşılandığı bir toplumun evrimsel süreçte ne kadar şansı olabilir ki. Yahu anlat anlat yine aynı.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Olmayan bir şeyin yokluğunu nasıl ispat edelim

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hakiki Osmanlı Torunu

    Güzel hikaye.
    Peki söyleyin bakalım kutsal kitabınıza göre tanrı bu evreni ve insanları niçin yaratmış.
    Allah akıl vermiş,seçme hakkı vermiş,bir de en küçük atomdan galaksilere kadar bütün evrenin ve bilmediğimiz daha çok şeyin ilmine hakim olarak peygamber göndermiş.Allahın kudreti bakmayı bilirsen her yerde.Bir de herşeyi biliyorsa Allah neden bizi yarattı mevzusu var.Alttaki alıntı belki ufkunu açar

    Bize iyiyi kötüden ayırt eden akıl verilmiş midir? Verilmiştir. İrade verilmiş midir; verilmiştir. İyilik ve kötülük ölçüleri verilmiş midir, verilmiştir. İyiyi kötüden ayırt etme fiili bize mi ait, başkasına mı? Bize aittir.

    O halde biz bundan neden Allah’ı sorumlu tutmaya çalışıyoruz? Bunun sebebi var mıdır?

    Biz farkında değiliz, ama orantısız şeyleri birbiri ile mukayese ediyoruz. Allah’ın sıfatlarını kendimize tatbik ediyoruz. Yani bizim ne işleyeceğimizi bilen Yüce Allah’tır. Ne işleyeceğimize karar veren ve fiili işleyen ise biziz.

    Şimdi biz soralım: Bildiği için Cenâb-ı Allah mı sorumludur, yoksa işlediğimiz için biz mi sorumluyuz?

    İşleyeni bırakıp, bileni sorumlu tutan bir hukuk sistemi var mıdır?

    Hâkim, tutuklunun genel mizacından suç işleyip işlemeyeceğini bilir. Ama ortada bir suç fiili yoksa ceza vermez. Beraat verirken de uyarır, ‘Aman dikkat, suç işlersen ceza alırsın.’ der.

    Yarın bir gün adam suç işlediğinde, ‘suçlu hâkimdir, biliyordu, beni uyarmıştı’ diye bir savunma yapsa hukuken geçerli olur mu?

    Hoca Nasrettin dalın ucuna oturmuş, kesiyormuş. Yoldan geçen birisi hocanın düşeceğini anlamış ve uyarmış. “Hocam! Bindiğin dalı kesiyorsun. Düşeceksin!” demiş. Hoca dinlememiş ve kesmeye devam etmiş. Az sonra da düşmüş.

    Hocanın, adamın peşi sıra koşup, “Sen benim düşeceğimi bildin; o halde sorumlu sensin!” demesi hukukî midir?

    Hocanın düşmesinden kim sorumludur? Hoca mı, düşeceğini bilen adam mı?

    Cenâb-ı Allah “Alîm=Sonsuz ilmi sahibi” olduğundan kâinatın geçmişini bildiği gibi, geleceğini de bilir. Bizim dünümüzü bildiği gibi, yarınımızı da bilir. Bilmesi O’nun için bir nakise, bir eksiklik, bir kabahat değildir; O’nun şenindendir, O’na bir sorumluluk getirmez.

    Biz fiilimizden sorumluyuz. Allah’ın bildiğinden sorumlu değiliz. Allah bizi fiilimize göre sorgular ve yargılar. Kendi bilgisine göre sorgulamaz ve yargılamaz. Yoksa adalet olmaz, zulüm olur.

    Öğretmen öğrencisine, “ben biliyorum ki sen elli alacaksın” diyerek sınav yapmadan ezberden not verebilir mi? Verirse zulüm olmaz mı?

    Allah, kötü amel işleyeceğini bildiği kulunu, kötü amel işlemesine fırsat vermeden canını alsa, bu kulunu kötü amel işlemediği için mahşerde bu sebeple sorgulamasa, iyilik etmiş olur.

    Allah, kötü amel işleyeceğini bildiği kulunu, kötü amel işlemesine fırsat vermeden Peygamber göndermek suretiyle irşad etse; kul da kötü amel işlemekten vazgeçse, bu sebeple kulunun mertebesini yükseltse merhamet etmiş, kulunun değerini ve hakkını vermiş olur.

    Allah, kötü amel işleyeceğini bildiği ve fiilen kötü amel de işleyen kulunu pişmanlığı ve tövbesi sebebiyle bağışlasa mağfiret etmiş olur.

    Allah, kötü amel işleyeceğini bildiği ve fiilen kötü amel de işleyen kulunu affetmeyip mahşerde sorgulasa ve ceza verse adalet etmiş olur.

    Buraya kadar problem var mı? Yok! Zikrettiğimiz bu dört sıfat, yani iyilik, merhamet, mağfiret ve adalet Allah’ın sıfatlarındandır.

    Peki, şimdi cevap verin lütfen: Allah, kötü amel işleyeceğini bildiği kulunu, kötü amel işlemesine fırsat vermeden canını alsa ve mahşerde, “İşlemedin, ama Ben canını almasaydım sen kötü amel işleyecektin!” dese ve kötü amel işlemiş gibi kabul edip ceza verse zulüm mü olur, adalet mi olur?

    Siz diyorsunuz ki: “Allah biliyordu, neden sınava tabi tuttu?”

    Biz de diyoruz ki: Sınava tabi tutmadan mı ceza verseydi?

    Oysa sınava tabi tutulması halinde kulun irşad edilme hakkı vardır, işlemişse pişman olma, Allah’a sığınma ve tövbe etme hakkı vardır, vazgeçme hakkı vardır. Bu hakların hepsi sınavda vardır. Dolayısıyla günah işlemeyip de bu haklardan birini kullanarak günahtan korunmuş bir kula ceza veremezsiniz. Böyle bir şey yoktur.

    Öyleyse sınav kulun aleyhine değil, lehinedir.

    Son olarak 10dk ayırıp şu videoyu da izlersen tam olur

    http://dhbr.co/bs2g



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi smartboy38 -- 12 Nisan 2019; 11:54:18 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • smartboy38 S kullanıcısına yanıt
    Dostum bir soru soruyorum destan yazıyorsunuz. Lütfen kısa kısa cevaplar verelim ki, okuyanlar da bir şeyler öğrensin.
    Evreni Forda benzettin, Matilda Teyzenin Kekine benzettin.
    İyi de bu benzetmelerin hiçbiri sağlıklı değil ki.


    Fordun bir amacı vardır. İnsanları taşımak.
    Kek'in bir amacı vardır, gıda olarak tüketilmek.
    Asıl varoluş amaçları budur değil mi. Bütün parçaları bu amaca hizmet eder.
    Forda kimin bindiği veya keki kimin yediği önemli değil ki.
    Şimdi soruyorum sana
    Madem evren Ford gibi, matilda teyzenin keki gibi akıllı tasarımsa evrenin yaratılış amacı nedir. Sadece bunu cevapla.
  • Big Bang’in ortaya koyduğu veriler ile evrenin ezeli olup olmadığı tartışması yerini evrenin başlangıcının ne zaman olduğuna bırakmıştır. Evrenin yaşını hesaplamada kullanılan değişik yöntemlerin hepsi yaklaşık olarak 15 milyar yıl öncesini göstermektedir.

    Big Bang’in sonuçları içerisinde en önemlisi evrenin başlangıcı olduğunu göstermesidir. Tarih boyunca aşağı yukarı tüm ateistler, evrenin ezeliliğini, Tanrı’nın varlığına alternatif olarak göstermişlerdir. Fred Hoyle gibi astronomlar, Big Bang’e bu yüzden karşı çıkmışlardır. Hoyle, Big Bang’in olmadığını iddia ediyordu ve eğer bu teori doğru olsaydı yoktan yaratılışa karşılık geleceğini kabul ediyordu. Hoyle’ye göre Big Bang, zamanda geriye doğru gidildiği takdirde, her şeyin başlangıç noktasında yokluğa kapanması sonucuna götürür. Kısacası Big Bang’in düşmanları bile, O’nun yoktan yaratılışın açıklaması olduğunu görmüşlerdir.

    Yokluk tarif edilemeyen demektir, öyleyse evrenin başlangıcı yokluk ise, evrenin başlangıcının tarif edilemez olması lazımdır. Fizik kuralları ile yapılan hesaplar, evrenin başlangıcında fizik kurallarının çöktüğünü göstermektedir. Bu, fizik kurallarına dayanarak, fizik kurallarının çöktüğü anı tespit etmek demektir ki bilimin bizi böyle bir sonuca götüreceğini hiç kimse tahmin etmiyordu. William Lane Craig bunu şöyle açıklamaktadır: “Başlangıçtaki tekillik, bir varlık değildir. Yani bu tekilliğin pozitif ontolojik (varlıksal) bir statüsü yoktur. Eğer uzayın genişlemesini zamanda geriye doğru götürürseniz, tekillik, evrenin varlığının kesildiği noktayı temsil eder. O, evrenin bir parçası değildir, fakat geriye döndürülmüş, zamanda büzülen evrenin, yok olduğu noktayı temsil etmektedir. Evrenin, tekilliğin yanında var olan hiçbir anı yoktur. Başlangıçtaki tekilliğin ontolojik statüsü yokluğa denk gelmektedir. Tekillikte fizik kurallarının durması ve mevcut tahmin edilemezlik, yokluğun hiçbir fiziki kural gerektirmemesinin ışığı altında anlaşılırdır.” İzafiyet teorisi, uzayı, zamanı ve maddeyi birbirine bağlayarak, maddenin başlangıcının yokluğa denkliğini gösterir. Evrenin başlangıcına geri gittiğimizde tüm uzayın kapanması, maddeyi de bahsedilir olmaktan çıkarmakta, yani maddenin yokluğunu göstermektedir.

    Ateizmin binlerce yıllık tezi evrenin ezeliliğidir. Big Bang’in reddedilemeyeceği anlaşıldıktan sonra, Big Bang’e uydurulmaya çalışılan ateist yaklaşımların, zorlama olduğunu ve tarih boyunca savunulan ateizm ile alakasının olmadığını, ne olursa olsun ateizmden vazgeçmemek adına psikolojik bir çırpınma olduğunu daha evvel gördük. Big Bang binlerce yıldır savunulan ateist tezleri darmadağın etmiş ve ateizmi yargılayarak saçmalığa mahkum etmiştir. Böylece Tanrı’nın varlığının evreni açıkladığı yaklaşımı, alternatifsiz kalmış, tek Tanrılı dinlerin binlerce yıldır savunduğu bu açıklama desteklenmiştir. Böylece Tanrı’nın varlığı kadar, en temel tezleri Tanrı’nın varlığı ve evrenin yaratılması olan tek Tanrılı dinler de güvenilirlik kazanmıştır.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.