Şimdi Ara

yerçekimi nasıl oluşur

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
27
Cevap
0
Favori
14.361
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • arkadaşlar benim bildiğim kadarıyla dünyanın yer çekimi dünyanın aşırı sıcaklıktan dolay sıvı olan demir çekirdeğinin keni etrafında yüksek hızda dönmesinden dolayı meydana gelen manyetik alan idi .
    yanlışım varsa düzeltin lütfen.
    peki dünya gelişimini tamalayıp bütün tabakaları sertleşince yani magma tabakası tamamen donunca yerçekimi nolcak fikri olan var mı? yada böyle birşey mümkün mü?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi masajah_rataj -- 17 Mayıs 2005, 5:20:08 >



  • Arkadaşımızın sorduğu sorunun cevabını bende merak ediyorum.

    Hadi bakalım bilimsel arkadaşlar, özellikle İslam konularından şikayetçi olanlar, işte size özlediğiniz BİLİM konusu verin cevabı da ufkumuz genişlesin.
    (Hocam haklısınız ama bıçak kemiğe dayandı artık, yinede yapmamak gerekir, sizin müspet nasihatınız ışığında ifademi değiştirdim, tşk ederim)



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi MeHTeRaN -- 17 Mayıs 2005, 13:51:29 >
  • Arkadaşlar kavl-i leyin lütfen...

    Bu tür sert konuşmaların kimseye faydası yok.

    Amacınız eğer diğer arkadaşları ikna etmekse, bu yolda gitmek onları ancak soğutur...

    Bize güzel söz söylemek yakışır...

    Saygılar...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: masajah_rataj

    arkadaşlar benim bildiğim kadarıyla dünyanın yer çekimi dünyanın aşırı sıcaklıktan dolay sıvı olan demir çekirdeğinin keni etrafında yüksek hızda dönmesinden dolayı meydana gelen manyetik alan idi .
    yanlışım varsa düzeltin lütfen.
    peki dünya gelişimini tamalayıp bütün tabakaları sertleşince yani magma tabakası tamamen donunca yerçekimi nolcak fikri olan var mı? yada böyle birşey mümkün mü?



    Bu dünyanın etrafındaki manyetik alanı yaratan şeydir. Yerçekimini bu yaratmaz. Yerçekimi alanıyla elektro manyetik alan birbirinden farklıdır.

    Kütlesi olan herşey çekim gücü yaratır neden ?
    Yerçekiminin parçacıgı vardır. Evet çok sasırtıcı olabilir ama kütle çekimi parcacıgı 4 mil capında Amerikada fermilab'daki süper hızlandırıcıda bulunmustur. Bu parcacıga N adı koyulmustur newtonun anısına. Birde nunu N+ ve N- olmak üzere iki parca vardır. Evrendki her parcanın birde anti parcası vardır bunuda not alalım o yüzden N- ye değinmeyeceğim. N+ parcacıgı kütleler arasındaki çekimden sorumludur. Kütlesi, boyutu agırlıgı yükü yoktur. Sadece bilgi tasır. Eger bir maddenin kütlesi fazlasaysa bu maddelerden cok fazla yayar etrafa ve sonucta diyelimki bu parcacık bir baska maddeye ulastıgında bu maddeyi etkiler ve carptıgında maddeyi itecegine ceker. İşte dünyanı düşünelim. Dünyadan inanılmaz miktarlarda bu parcacık yola cıkara aya varıyor ve aya carpıyor. Ve bütün bu parcacıkların cekme kuvveti birleşip ayı yörüngede tutuyor.

    Bir başka değişik örnekte, siz ve bir arkadasınız yan yana durdugunuzda bile birbirinize kütle çekimi uygularsınız ama kütleniz cok az oldugu için o kadar azdırki farkedilmez bile.

    Aynı şekilde manyetik alanlarda mayetizmayı tasıyan N+ benzeri parcacıkalr yayarlar. Ama bu iki parcacık birbirinden farklıdır. Manyetizmayı gösteren parcacıgın simgesini unuttum. Kütle çekim parcacıgıyla manyetizma parcacıgı arasındaki farklar ise :

    Kütle çekim parçacıgının çekim gücü azdır ama cok uzaklara yol alır.
    Manyetik çekim parcacıgının ise cekim gücü cok fazladır ama etki alanı cok kücüktür.

    Mıktatısın etki alanı VS Dünyanın etki alanı.

    Eger kütle çekiminin gücü elektromanyetik çekimin gücüyle aynı olsaydı bugun plutoyu bile kendimize cekiyor olurduk hatta güneş hepimizi emmiş olurdu.

    Daha fazla bilgi için :
    Lenny Ledderman - Tanrı Parçacığı ( Kitap )
    Fermilab
    physicscentral Bu linkte fizikteki en son gelişmeler yalın bir dille anlatılır.




  • ee epki dünya gelişimini tamalayıp bütün katmalar katılaşınca neler olcak dünya mars tada ay gibi kalcak? mı
  • yerçekimi (gravitasyon); iki kütlenin, aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak birbirleri üzerinde oluşturdukları çekim kuvvetidir. Bu bağlamda mantetizmadan farklı bir olaydır. Gravitasyonun nasıl oluştuğuna gelince , birçok şey gibi buna da henüz bir açıklama getirilememiştir.

    Ama İslamcı arkadaşların özlediği cevap:

    "Allah'ın hikmetinden sual olunmaz..."
  • Yukarı atılan bir cisim, bir süre sonra döner ve yere düşer. Irmaklar hep yukarıdan aşağıya doğru akar. Bunun açıklamasını "yerçekimi" olarak yaparız. Bu, tüm kütleli nesnelerde, gezegenlerde ve yıldızda varolan bir kuvvettir ve ona "kütle çekimi" diyoruz. Bu çekim, en yoğun cisimeleri ve "boşluğu" eşit oranda donatır. Ondan korunmanın ya da onu etkilemenin hiçbir yolu yok. Uzaklıkla azalır; ama hiçbir şekilde kaybolmaz. Atmosferi Yerküre'nin çevresinde tutan kuvvet ya da bizim Evren boşluğuna uçup gitmemizi engelleyen kuvvet, Dünya'nın uyguladığı kütle çekimi kuvvetidir. Bir yapma uyduyu, Dünya yörüngesine yerleştirmek için gerekli hız, saniyede 8 kilometreden (8 km/s) az değildir. Dünya'nın çekiminden kurtulmak ve onu temelli terketmek için saniyede 11.2 kilometre hız yapmak gerekir. Güneş'in kütle çekimi daha büyüktür. Çünkü Güneş'in kütlesi, Dünya'nınkinin 400 bin katıdır. Güneş'in kütlesel çekimini aşabilmek için saniyede 16.7 kilometrelik hız gerekir. Kuşkusuz insanoğlu çok eski zamanlarda da kütle çekimini sezmiş ve onu hesaba katmış olmalı. İlginçtir, bilinen bu eski kuvvet, çağlar boyu açıklanamamış olarak kaldı. Kütle çekimi için bilimsel bir kuram geliştiren ve bunu Evren'i kapsayacak kadar genişleten, büyük İngiliz bilimcisi Sir Isaac Newton (1642-1727) idi. Masa üzerindeki bir kitabı inceleyelim. Kitaba herhangi bir etki olmadıkça kitap, masa üzerinde hareketsiz kalır. Şimdi, kitabı yatay doğrultuda sürtünme kuvvetini yenecek büyüklükte bir kuvvetle sağa doğru itelim. Sürtünme kuvveti kitapla masa arasında varolan bir kuvvettir. Kitaba uygulanan kuvvet, sürtünme kuvvetine eşit ve zıt yönlü ise kitap sabit bir hızla hareket edebilecektir. Uygulanan kuvvet sürtünme kuvvetinden büyükse kitap ivmelenir. Uygulanan kuvvet ortadan kalkarsa sürtünme kuvvetinin etkisi ile kısa bir süre hareket ettikten sonra durur (negatif ivmelenme sonucu). Şimdi, kitabın karşıdan karşıya kaygan hale getirilmiş yüzeyde itildiğini düşünelim. Kitap, yine duracak fakat önceki durumda olduğu gibi çabucak durmayacaktır. Döşemeyi, sürtünmeyi tamamen ortadan kaldıracak kadar cilalar, parlatırsanız kitap, bir defa harekete geçtikten sonra, karşı duvara çarpıncaya kadar aynı hızla hareket edecektir. Galileo, cisimler hareket halinde iken, durmaya ve hızlanmaya direnme (eylemsizlik) tabitanıa sahip olduğu sonucuna da varmıştı. Bu yeni yaklaşım daha sonra Newton tarafından formülleştirilerek, kendi adıyla anılan Newton'un "Birinci Hareket Yasası" olarak tanımış ve şöyle ifade edilmiştir: "Bir cisme bir dış kuvvet (bileşke kuvvet) etki etmedikçe, cisim durgun ise durgun kalacak, hareketli ise sabit hızla doğrusal hareketine devam edecektir." Daha basit bir anlatımla, bir cisme etki eden net kuvvet sıfırsa ivmesi de sıfırdır. Newton'un birinci yasası, bir cisme etki eden dış kuvvetlerin bileşkesi sıfır olduğu zaman cismin davranışındaki değişmeleri inceler. Bir cisim üzerine sıfırdan farklı bir bileşke kuvvet etki ettiği zaman neler olur? Bu sorunun yanıtını Newton'un ikinci yasası verir. Çok düzgün, cilalı, parlatılmış yatay bir yüzey üzerinde, sürtünme kuvvetini önemsemeyerek bir buz kalıbını ittiğinizi düşünün. Buz kalıbı üzerinde yatay bir F kuvveti uygularsanız, kalıp "a" ivmesi ile hareket edecektir. Kuvveti iki katına çıkarırsanız ivme de iki katına çıkacaktır. Bu tür gözlemlerden bir cismin ivmesinin, ona etkiyen bileşke kuvvet ile doğru orantılı olduğu sonucuna varırız. Peki bileşke kuvveti aynı tutarken cismin kütlesini iki katına çakrsak ne olur? İvme yarısına düşer; üç katına çıkarılırsa üçte birine düşer. Bu gözleme göre, bir cismin ivmesinin kütlesi ile ters orantılıdır. Buna göre Newton'un ikinci yasası şöyle anlatılabilir: "Bir cismin ivmesi, ona etki eden kuvvetle doğru orantılı, kütle ile ters orantılıdır." Elbette ki gezegenler, Kepler Yasalarına göre hareket ediyordu. Ama neden gezegenler değişik ve üstelik düzgün bir hızla hareket etmiyordu? Gezegenlerin gökyüzünde hareket etmeleri için onları "iten" bir gücün olması gerektiği düşünülüyordu. Ama bu güç neydi? Newton'un yaşadığı dönemde hiç olmazsa birçok insan astrolojiyi ciddiye almıyordu; yani gezegenleri meleklerin itmediği kesindi. Newton, Kepler'in formüllerini çıkarmak için kütlesel çekim (gravitasyonal alan) yasasını kullanmştı. Newton, Galileo'nun sarkaç deneylerini inceledi ve buradan boşlukta serbestçe dolaşan gezegenlere etkiyen bir çekimin bulunması gerektiği sonucuna kolayca vardı. Çünkü o, düşünür ve matematikçiydi. Gezegenler, eliptik yörüngeler izliyordu. Bu yörüngeler üzerinde dolanırken Güneş'e daha yakın oldukları yerlerde hızları artıyor, sonra Güneş'ten uzaklaştıkça hızları azalıyordu. Newton, kuvvet bilinirse, bunu kütle denen büyüklüğe bölünce ivmenin bulunabileceğini varsaymıştır. Burada kütle, harekete karşı koymanın bir çeşiti olarak görünür: kütlesi bir başka arabanınkinin iki katı olan çok yüklü bir araba, aynı beygirin etkisi altında birincinin yarısı kadar bir ivme kazanır. Kısacası kütle, hareket edenin eylemsizliğini bildirir ve bu yüzden ona "eylemsizlik kütlesi" adı verilir. Buna göre her cismin, olanaklı bütün kuvvetlere karşı gösterebileceği tepkiyi belirleyen özel bir eylemsizliği vardır. Bunu saptadıktan sonra geriye kuvvet denen şeyin ne olduğunu anlamak kalıyordu. Newton kuvveti şöyle tanımlaıyor: Kuvvet, cisimleri hareketsizlik durumu ya da düzgün hareketei değiştirecek biçimde etkileyen bir eylemdir. merkezcil bir kuvvet, cisimleri bir merkeze ya da belli bir noktaya doğru çeker ya da çekilme eğilimi içinde bulunmalarına yolaçar. Böylece Dünya, Ay'etkilediği zaman ona bir kuvvet uyguluyordu. Ay, Dünya'dan ne kadar uzaksa bu kuvvet de o kadar zayıftı. Daha kesin olarak söylenirse Newton, uzaklık iki kat olunca, kuvvetin ilk değerinin dörtte birine indiğini varsaydı. İki madde birbirlerini kütllelerinin çarpımı ile doğru. aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı bir kuvvetle çeker. Bunların hepsi çekim sabiti denen evrensel bir sabitle çarpılır. İki elektrik yükü arasındaki kuvvet de aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılıdır ama; bunun kütle ile hiçbir ilgisi yoktur. "Evrensel kütle çekimi yasası" nda, kütlenin rolünün birden değiştiğine dikkat edelim. Kütlenin bu yeni görevini iyice belirtmek için, ağırlık katsayısı (çekim sabiti) ortaya çıktığında buna "çekim kütlesi" denmesi uygun görüldü. O halde Newton'un varsayımı şöyle dile getirilebilir: Çekim kütlesi, eylemsizlik kütlesine eşittir. Bu özelliğin, ister Ay kadar büyük, isterse Ay modülü kadar küçük olsun bir gök cisminin yörüngesinin kütlesinden bağımsız olarak aynı olduğu sonucunu vermesi ilginçtir. Newton, kütle çekimi yasasını çok farklı olaylara uyguladı ve onu bilinen Evrenin tümünü kapsayacak şekilde cesaretle yaygınlatırdı. Merkür'ün yaramazlığı dışında bir sorunla karşılaşmadan 200 yıl kendini korudu. Kütleçekim alanlarının temel nitelikleri şöyle sıralanabilir: Kütle çekim kuvvetleri Evrenseldir. Yani Evrendeki her cisim bu kuvvetlerden etkilenir. Bir kütle çekim alanı mutlaka çekici kuvvetlere neden olur. Kütleçekim alanları, uzun erimlidir; yani bir cismin etrafında oluşan çekim alanının etkileri zayıflayarak da olsa çok uzak mesafelere kadar uzanabilir. "Duran iki cisim düşünüldüğünde, bu iki cismin birbirine etki ettirdiği çekim kuvveti; cisimlerin arasındaki uzaklığın karesi ile ters, cisimlerin kütleleri ile doğru orantılıdır." Newton böylece doğanın temel sabitlerinden birini de bulmuştu. Newton, bir matematik sihirbazıydı. Çünkü çok uzun süre onun dışında kimse diferansiyel denklemlerin içinden çıkamıyordu. Newton'dan 60 - 70 yıl önce, büyük Alman bilim adamı Johannes Kepler ( 1571-1630), gezegenlerin Güneş çevresindeki hareketlerini yöneten temel yasaları bulmuştu. Tarihçe kısaca şöyledir: Eski bilginler gezegenlerin gökyüzündeki hareketlerini gözlemleyerek onların Dünya ile birlikte Güneş çevresinde döndüğü sonucuna vardılar. Bu sonuç daha sonra Copernicus tarafından da bağımsız olarak keşfedildi .İnsanlar keşfin daha önce yapıldığını unutmuşlardı. Bundan sonra araştırılacak soru şuydu: Güneş çevresinde tam olarak nasıl dönüyorlardı? Güneş’in merkez olduğu bir çember üzerinde mi, yoksa başka bir eğri boyunca mı? Hızları neydi? Bunların yanıtlanması daha zun zaman aldı. Copernicus sonrası dönemler, gezegenlerin gerçekten Dünya’yla birlikte Güneş etrafında mı döndükleri, yoksa Dünya’nın Evren!in merkezinde mi olduğu sorularının tartışıldığı dönemlerdi. Daha sonra Danimarkalı astronom Tycho Brahe (1546-1601), soruyu yanıtlamak için bir yöntem önerdi. Eğer gezegenler çok dikkatle gözlenip gökyüzündeki yerleri tam olarak kaydedilirse, teorilerin durumu belki açıklığa kavuşabilirdi. Bu, modern bilimin anahtarı ve doğanın gerçekten anlaşılmasının başlangıcı oldu: birşeyi gözlelek, ayrıntıları kaydetmek ve bu bilgilerin şu veya bu yorumu çıkarmayı sağlayacak ipuçlarını içerdiğini ummak. Zengin bir kişi olan Tycho’nun Kopenhag yakınlarında bir adası vardı. Buraya pirinçten yapılmış kocaman daireler yerleştirdi ve özel gözlem yerleri yaptırdı; sonra, geceler boyunca gezegenlerin konumlarını kaydetti. İşte ancak bu tür yorucu ve yoğun çalışmalar yoluyla birşeyler bulunabilir. Toplanan bütün bilgi Kepler’in eline verildi; o da gezegenlerin Güneş etrafında ne türlü bir hareket yaptığını incelemeye koyuldu. Bunun için deneme yanılma yöntemini uyguladı. Bir ara yanıtı bulduğunu sandı: Gezegenler, Güneş’in merkez olduğu çemberler üzerinde hareket ediyorlardı. Ancak daha sonra bir gezegenin, Mars’ın sekiz dakikalık bir yay kadar sapma yaptığını farketti. Kepler, Tycho Brahe’nin bu ölçüde bir hata yapamayacağını düşünüp, yanıtın doğru olmadığı sonucuna vardı. Deneylerin çok dikkatli yapılmış olması nedeniyle başka bir yol deneyerek sonunda üç şey keşfetti. İlk olarak, gezegenler Güneş’in odak olduğu elips şeklinde bir yörünge izliyorlardı. Elips bütün ressamların bildiği bir eğridir: basık bir daire. Çocuklar da onu iyi bilir; iki ucu tesbit edilmiş bir ipe bir halka geçirip halkaya da bir kalem sokulunca elips çizilebileceğini birileri onlara söylemiştir. İkinci olarak, bir gezegenin Güneş çevresindeki yörüngesi bir elipstir; Güneş de odakların birindedir. Bundan sonra gelen soru şuydu: Güneş’e yaklaştıkça hızı artıyor, uzaklaştıkça yavaşlıyor mu? Kepler, bunun da yanıtını buldu. Bulduğu yanıt şöyle açıklanabilir: Örneğin üç hafta gibi belirli bir ara içeren iki farklı zamanda gezegenin konumun saptayalım. Sonra, yörüngenin başka bir bölümünde, gezegenin yine üç hafta ara ile iki ayrı konumunu saptayalım ve Güneş’le gezegeni birleştiren doğruları çizelim (bilimsel deyimiyle bunlar yarıçap vektörleridir). Üç hafta ara ile çizilen iki doğru ve yörenge arasında kalan alan, yörüngenin her bölgesi için aynıdır. Demek ki, gezegen Güneş’e daha yakın olduğu yerlerde daha hızlı hareket ediyor ve uzaklaştıkça aynı alanı taramak için daha yavaş ilerliyor. Birkaç yıl sonra Kepler, üçüncü bir kural keşfetti. Bu kural yalnızca tek bir gezegenin Güneş çevresindeki hareketiyle ilgili değildi; farklı gezegenler arasında da ilişki kuruyordu. Bu kurala göre, bir gezegenin Güneş çevresinde tam bir devir yapması için gereken zaman, yörüngenin boyutuna bağlıdır; bu zaman da yörüngenin boyutunun küpünün kare kökü ile orantılıdır. Yörüngenin boyutu elipsin en büyük çapıdır. Kepler’in bu üç yasası şu şekilde özetlenebilir: Yörünge bir elipstir; eşit sürelerde eşit alanlar taranır ve bir devir için geçen süre, boyutun üç bölü ikinci kuvvetiyle orantılıdır; yani boyutun küpünün kareköküyle. Kepler’in bu üç yasası gezegenlerin Güneş çevresindeki hareketlerini tam olarak belirlemektedir. Bundan sonraki soru şuydu: Gezegenleri Güneş çevresinde hareket ettiren şey nedir? Keplerle aynı dönemde yaşamış bazı kişiler bu soruyu şöyle yanıtlıyorlardı: Melekler kanatlarını çırparak gezegenleri arkadan yörünge boyunca iterler. Daha sonra göreceğiniz gibi bu yanıt gerçeğe pek de uzak sayılmaz. Tek fark, meleklerin farklı yönlerde oturup kanatlarını içeriye doğru çırpıyor olmalarıdır. Aynı sıralarda Galileo da Dünya’daki sıradan cisimlerin hareket kurallarını inceliyor, bu inceleme sırasında da bazı deneyler yapıyordu. Toplar eğik bir düzlemden aşağı doğru nasıl yuvarlanıyor, sarkaçlar nasıl sallanıyordu?Galileo "eylemsizlik ilkesi" denilen önemli bir kural keşfetti. Kural şuydu: Düz bir doğru üzerinde belirli bir hızla hareket eden bir cisim, hiçbir etken olmazsa bu doğru boyunca, aynı hızla, sonsuza kadar gitmeye devam edecektir. Bir topu durmamacasına yuvarlamaya çalışmış olan herkes için buna inanmak güç olsa da; bu ideal şartların varlığında, yerdeki sürtünme gibi etkenler olmasa, top gerçekten de düzgün bir hızla sonsuza kadar gidecektir. Daha sonraki gelişme Newton’un şu soruyu tartışması ile başladı: Eğer cisim düz bir doğru boyunca hareket etmiyorsa ne olur? Buna verdiği yanıt da şu oldu: Hızı herhangi bir şekilde değiştirmek için kuvvet uygulamak gerekir. Örneğin, bir top hareket ettiği yönde itilirse hızı artar. Eğer gidiş yönü değişmişse kuvvet yandan uygulanması gerekir. Kuvvet iki etkinin çarpımı ile ölçülebilir.Ufak bir zaman aralığında hzının ne kadar değiştiği, "ivme" olarak tanımlanır. Bunu cismin kütlesi veya eylemsizlik katsayısı ile çarparsık kuvveti buluruz. Bu ise ölçülebilir. Örneğin bir ipin ucuna bağlanmış bir taşı başımızın üzerinde döndürürsek, ipi çekmemiz grektiğini farkederiz. Nedeni şudur: Taşın hızı sabit olmakla birlikte, bir çember çizerek döndüğü için yönü değişmekte, bu nedenle de taşı sürekli içeriye doğru çekin bir kuvvet gerekmektedir; bu kuvvet de kütle ile orantılıdır. Şimdi iki ayrı taş alıp önce birini sonra diğerini döndürelim ve ikinci taş için gereken kuvvveti ölçelim. Bu kuvvet, birinciden, kütlelerinin farklılığıyla orantılı olarak daha büyük olacaktır. Hızı değiştirmek için gereken kuvveti saptamak, kütleyi ölçmek için bir yönetem oluşturur. Newton, bundan bir başka sonuç çıkardı. Onu da basit bir örenkle açıklayalım: Eğer bir gezegen Güneş çevresinde bir çember boyunca gidiyorsa, onun yana doğru, teğet boyunca gitmesi içi kuvvete gerek yoktur. Eğer herhangi bir kuvvet olmasaydı başını alır giderdi. Ancak gezegen bunu yapmıyorr;kuvvetin olmaması durumunda bir süre sonra gitmiş olcaeğı ta uzaklarda değil, Güneş’e yakın bir yerde bulunuyor. Başka bir deyişle,hızı ve hareketi Güneş’e doğru sapıyor; yani meleklerin, kanatlarını sürekli Güneş’e doğru çarpmaları gerekiyor. Bir gezegenin düz bir doğru boyunca hareket etmesinin bilinen bir nedeni yoktur. Nesnelerin sonsuza dek gitmeyi sürdürmelerinin nedeni bulunamamıştır. Eylemsizlik Kuramı'nın da bilinen bir kökeni yoktur. Melekler gerçek olmasa da harektin süregittiği bir gerçektir. Ancak,düşme olgusu için kuvvete gereksinim vardır ve kuvvetin kökeninin Güneş’e doğru olduğu da anlaşılmıştır. Newton, eşit sürelerde eşit alan taranması kuramının, hızdaki bütün değişmelerin Güneş yönünde olduğu savının doğrudan bir sonucu olduğunu; bunun eliptik yörünge için de geçerli olduğunu göstermeyi başardı. Bu yasayı kullanarak Newton, kuvvetin Güneş yönünde olduğunu ve eğer gezegenlerin periyotlarının Güneş’ten olan uzaklıklarıyla nasıl değiştiği bilinirse, bu kuvvetin uzaklık ile nasıl değiştiğinin de bulunabileceğini gösterdi ve kuvvetin, uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu saptadı. Buraya kadar Newton, pek bir şey söylemiş sayılmaz; çünkü yalnızca kepler’in ifade ettiği iki şeyi farklı biçimde dile getirmiş oluyordu. birincisi, kuvvetin Güneş yönünde olduğunu söylemekle; ikinci de kuvvetin, uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu söylemekle aynı şeydi. İnsanlar Jüpiter’in uydularının Jüpiter çevresinde nasıl hareket ettiklerini teleskopla görmüşlerdi. bu hareket tıpkı Güneş Sistemi'nde olduğu gibiydi; sanik uydular Jüpiter’e doğru çekiliyorlardı. Ay da Dünya’nın çekimindedir; Dünya’nın çevresinde döner ve Dünya’ya doğru çekilir. Sanki her şeyin birbirinin çekimi altınrdaymış gibi görünmesi bir sonraki kuramı; genelleme yapacak olursak her cismin her cismi çektiği yolunda olması sonucunu getirdi. Eğer bu doğru ise, Güneş'in gezEgenleri çektiği gibi dünya da Ay’ı kendisine doğru çekiyordu. Dünya’nın cisimleri çektiği bilinen bir şeydi (hepimiz havada uçmak isetesek de iskemlemizde sık sıkı oturduğumuzu biliyoruz). Yeryüzü'ndeki çekim, yerçekimi olgusu olarak ilyi bilrdiğimiz bir şeydir. Newton, Ay’ı yörüngede tutan çekimin, nesneleri Dünya’ya çeken kuvvetle aynı şey olabileceğini düşündü. Daha sonra Newton birçok yeni şey ortaya çıkardı. Çekim Yasası'nın ters kare olması durumunda yörüngenin şeklinin ne olacağını hesapladı ve bunu bir elips olarak buldu. Ayrıca birçok farklı olaya da açıklama getirildi. Bunlardan biri gel-git olayıydı. Gel-git, Dünya ve denizlerin Ay tarafından çekilmesinden kaynaklanıyordu. Bu, daha önceleri de düşünülmüştü; ancak ortada bir pürüz vardı: Olay, Ay’ın denizleri çekmesinden kaynaklanıyorsa Ay’ın bulunduğu taraftaki sular yükselecek, o zaman günde ancak bir gel-git olacaktı. Gerçekte ise yaklaşık oniki saatte bir, yani günde iki gel-git olduğunu biliyoruz. Farklı bir sonuca varan bir düşünce ekolü daha vardı. Buna göre de Dünya, Ay tarafından suyun dışına çekiliyordu. Gerçekte ne olup bittiğini ilk farkeden Newton oldu: Ay’ın aynı uzaklıktaki kara ve denizler üzerindeki çekim kuvveti aynıydı. Gerçekte Dünya da Ay gibi bir çember boyunca hareket eder. Ay’ın Dünya’ya uyguladığı kuvvet dengelenmiştir; ama dengeleyici nedir? Ay’ın Dünya’nın çekim kuvvetini dengelemek için dairesel bir yörünge üzerinde hareket etmesi gibi, Dünya da dairesel bir yörünge üzerinde hareket etmektedir. Bu dairenin merkezi Dünya’nın içinde bir noktadadır ve Ay’ın kuvvetini dengelemek için darisel bir hareket yapmaktadır. İkisinin de ortak bir merkez etrafında dönmesiyle, Dünya açısından kuvvetler dengelenmiş oluyor; ancak bir yöndeki su öteki yöndekine göre daha çok çekildiği için su iki yanda da kabarıyor. Herneyse, gel-git olayı ve günde iki kez gerçekleşmesinin nedeni böylece açıklanmış oluyordu. Bu arada açıklanan daha birçok şey vardı: Dünya, her şey içe doğru çekildiği için yuvarlaktı; kendi ekseni etrafında döndüğü için de yuvarlak değildi. Dış bölgeler biraz uzaga itilmişlerdi ve denge oluşuyordu. Bilim ilerleyip daha hassas ölçümler yapıldıkça "Newton Yasası" da daha zorlu sınamalarla karşılaştı. Bunlardan ilki Jüpiter'in gezegenleriyle ilgiliydi. Uzun süre dikkatle yapılmış gözlemlerle hareketlerinin Newton Yasası'na uyumu saptanabilirdi. Ancak sonuç bunun doğuru olmadığını gösteriyordu. Jüpiter’in gezegenleri, Newton Yasası ile hesaplanmış zamana göre, bazen sekiz dakika ileri, bazen sekiz dakika geri olan bir fark oluşturuyorlardı. Bu fark Jüpiter’in Dünya’ya yakın olduğu zamanlarda ileri, uzak olduğu zamanlarda ise geriye doğruydu. Bu tuhaf bir durumdu. Yerçekimi yasasına güveni tam olan Danimarkalı astronom Roemer (1644-1710), bu durumda ışığın Jüpiter’in gezegenlerinden Dünya’ya gelmesinin zaman aldığı gibi ilginç bir sonuç çıkardı Ayrıca bu gezegenlere baktığımız zaman gördüğümüz şey onların o andaki durumu değil, ışığın bize gelmesi için geçen zamandan önceki durumuydu. Jüpiter bize yakın olduğunda ışık daha kısa sürede, uzak olduğunda ise daha uzun sürede geliyordu. Bu neden Roemer’in gözlemleri zaman farkı yönünden şu kadar erken, bu kadar geç olmalarına görüe düzeltilmesi gerekiyordu. Bu yolla ışğın hızını ölçmeyi başarmış, ışığın bir anda yayılan birşey olmadığını da ilk kez göstermiş oldu. Eğer bir yasa doğru ise başka bir yasanın bulunmasına da yol açabilir. Eğer bir yasaya güveniyorsak, ona ters bir şeyin ortaya çıkması bizi başka bir olguya doğru yöneltir. Yerçekimi yasasını bilmeseydik Jüpiter’in gezegenlerinden ne bekleyeceğimizi de bilemezdik; ışığın hızını ölçmek ise çok daha sonralara atılmış olurdu. Bu süreç, adeta bir keşifler çağına yol açtı. Her yeni keşif, bir yenisine daha yol açan araçları da beraberinde getirir. 400 yıldan beri süregelen ve büyük bir hızla sürmele devam edecek olan bu çağ, işte bu şekilde başlamıştır. Daha sonraları ortaya yeni bir sorun çıktı. Newton Yasası'na göre gezegenler yalnızca Güneş’in çekiminde değildi; birbirlerini de biraz çekiyorlardı. Öyleyse yörüngeleri eliptik olmamalıydı. Gerçi bu küçük bir çekimdi; ancak "küçük" olan da önem taşıyabilir ve hareketi etkiler. Jüpiter, Satürn ve Uranüs’ün büyük gezegenler oldukları biliniyordu. Herbirinin diğerleri üzerindeki çekimi sonucu, yörüngelerinin Kepler’in kusursuz elipslerinden ne ölçüde farklı olduğunu saptayacak hesaplar ve gözlemler yapıldı. Sonuçta Jüpiter ve Satürn’ün hesaplamalara uygun hareket ettikleri; Uranüs’ün ise ‘tuhaf’ davrandığı ortaya çıktı. Adams ve Leverrier adındaki iki astronom, birbirinden bağımsız olarak yaptıkları çalışmalar sonucunda neredeyse aynı anda, Uranüs’ün hareketlerinin görünmyen bir gezegenden etkilendiğini iler sürdüler. Herbiri kendi gözlemevine "teleskopunuzu çevirin ve orayı gözleyin. yeni bir gezgen göreceksiniz" şeklinde birer mektup yolladılar. Gözlemevlerinden birinin tepkisi "Saçma! Eline kalem kağıt alıp oturan biri, bize gezegen bulmak için nereye bakacağımızı söylüyor" şeklindeydi. Diğer gözlemevinin yöntemi farklıydı ve Neptün’ü buldu. 20. yy’ın başlarında Merkür’ün hareketinin tam da "doğru" olmadığı anlaşıldı. Einstein, Newton Yasalarının biraz hatalı olduğunu ve değiştirilmeleri gerektiğini gösterinceye dek bu durum hayli sıkıntıya yol açtı. Şimdi de bu yasanın kapsamının genişliği sorusu ortaya çıkıyor. Yasa, Güneş Sistemi dışında da geçerli midir? Galaksimizi birarada tutan şey, yıldızlar arasındaki çekim kuvvetidir. Dünya'dan Güneş'e olan uzaklık sekiz ışık dakikası olduğu halde, galaksilerin uzunlukları 50.000-100.000 ışık yılıdır. Ancak çekim kuvvetinin bu büyük yıldız yığınlarında, bu ölçekteki uzaklıklarda bile geçerli olduğundan kuşkulanmak için bir neden yoktur. Çekim kuvvetinin varolduğunu doğrudan kanıtlayabileceğimiz uzaklık bu kadar; yani Evren'in büyüklüğünün onda biri veya yüzde biri kadar uzaklıktır. Buna göre, gazetelerde birşeylerin Dünya'nın çekim kuvveti dışına çıktığına ilişkin haberler okusanız da, Dünya'daki yerçekiminin kesin bir sonu yoktur. Bu yerçekimi, uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak giderek zayıflar; uzaklık iki katın çıkınca o da dört kat zayıflar ve böylece diğer yıldızların güçlü alanlarının karmaşasında kaybolur. Çevresindeki yıldızlarla birlikte başka yıldızları çekerek galaksi oluşturur; bu galaksi de diğer galaksileri çekip bir galaksiler kümesi oluşturur. Böylece Dünya'nın çekim alanı hiç bitmez; ancak belirli ve düzenli bir şekilde zayıflayarak belki de Evren'in sınırlarına kadar gider. Çekim Yasası, diğer yasaların çoğundan farklıdır. Evren'in ekonomisi ve mekanizması için çok önemli olduğu açıktır ve Evren yönünden birçok pratik uygulaması da vardır. Ancak, diğer fizik yasalarından farklı tipik bir özelliğe sahiptir: bilinmesi pek az pratik yarar sağlar. Bir galaksiyi oluşturan birçok yıldız değil, sadece gazdır. Belki de her şeyi başlatan, bir şok dalgası olmuştur. Bundan sonraki olaylar, çekim kuvvetinin etkisiyle gazın gittikçe sıklaşarak toplanması, büyük gaz ve toz yığınlarının ve topların oluşmasıdır. Bunlar içeriye doğru düşerken, düşmenin yol açtığı ısıyla yanar ve yıldız haline gelirler. Böylece yıldızlar, çekim etkisiyle gazın sıkışıp biraraya gelmesiyle ortaya çıkıyorlar. Yıldızlar bazen patladıklarında toz ve gaz püskürtür, bu toz ve gazlar tekrar biraraya toplanıp yeni yıldızlar yaratırlar

    kaynak :www.onlinefizik.com




  • Merak ediyorum bu uzun yazıyı okuyan varmı? varsa eğer bi zahmet özetini çıkarırsa iyi olur.
    Paylaşım dediğimiz bumudur, buysa eğer ben birsürü yazı bulabilirim ve kopyalarım buraya.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: MeHTeRaN

    Merak ediyorum bu uzun yazıyı okuyan varmı? varsa eğer bi zahmet özetini çıkarırsa iyi olur.
    Paylaşım dediğimiz bumudur, buysa eğer ben birsürü yazı bulabilirim ve kopyalarım buraya.


    Bende aynen katılıyorum sana. Boyle bir copy paste olayı al cevabını der gibi birşey. Zaten googledan birisi istedigi seyi yazıp bulur. Burada ben dahil herkez sorular soruyor. Buraya sorulmasının amacı cevapların baskalarının gorusleriyle yogrulmus halini ögrenmek.
  • yercekimi yoktur gök itimi vardır...
  • ben asagidan yukari dogru akan bir irmak biliyorum,Antakya dan geciyor,Asi nehri


    hehe,yazinin sadece ilk satirini okudum da aklima geldi,

    bu ters akisa ne diyorsunuz?
  • yav harbiden bu uzun yazının an fikri nedir
  • merak etmeyin ben okudum arkadaşlar çok güzel bir yazı fluoresant lamba gibi aydınlandım çok açıklayıcı bir yazı yani anlıycanız yerçekimini dünyanın sıcak ve erimiş kısmı oluşturmuyor yerçekimini oluşturan aynı manyetik alan gibi bir kuvvet bulunuyor ancak manyetik lanadan farklı kütle ne kadar büyükse bu alan dahada büyüyr ve çekım kuvveti artıyor ve sonsuz devam ediyor
  • casus kimin fakeisin hortlamış konu özlemişim burada yapmak istemiyorum ama yapacem(yapacağım)

    F
    A
    K
    E



    Kesin @Balakgazi



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi OğuzhanAhan -- 14 Kasım 2011; 1:59:10 >




  • Şimdi forumdaki bilim müdavimi ancak bilimsel olarak evrimin imkansız olduğunu savunan arkadaşlar öğrendiğimiz üzere sebebini ve nasıl olduğunu açıklayamadığımız şey yoktur. Yer çekiminin sebebi şu an itibariyle açıklanamadığına göre zaten yerçekimi denen safsata bir ateizm propagandasıdır. Gavur Newton bu asılsız iddiayı altın çağlarını yaşayan islam dünyasını yıkmak için ortaya atmıştır.

    Edit: Hadi diyelim ki yer çekiminin mantığını bir şekilde açıkladınız, evrenin ve gezegenlerin nasıl oluştuklarını açıklamakla yükümlüsünüz. Başlangıcı açıklayamıyorsanız yer hakkında zaten konuşamazsınız. Nasıl hareket ettiği, nasıl davrandığı, tahmin edebildiğiniz ve gözlemleyebildiğiniz geçmişi hakkında da yorum yapamazsınız, Newtonizm değirmenine su taşıyacak safsatalar üretemezsiniz.

    Not:İkinci mesaja ithafen böyle bir cevap yazmak zorundaydım.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi TRojka -- 14 Kasım 2011; 12:00:42 >




  • siz hiç uzay-zaman bükülmesi diye bişey duydunuz mu
  • quote:

    Orijinalden alıntı: TRojka

    Şimdi forumdaki bilim müdavimi ancak bilimsel olarak evrimin imkansız olduğunu savunan arkadaşlar öğrendiğimiz üzere sebebini ve nasıl olduğunu açıklayamadığımız şey yoktur. Yer çekiminin sebebi şu an itibariyle açıklanamadığına göre zaten yerçekimi denen safsata bir ateizm propagandasıdır. Gavur Newton bu asılsız iddiayı altın çağlarını yaşayan islam dünyasını yıkmak için ortaya atmıştır.



    Not:İkinci mesaja ithafen böyle bir cevap yazmak zorundaydım.

  • Bilimin,fiziğin konuşulamadığı bir forum görüntüsü.
    Fazla uzak bir gelecekte değil,yakın bir zaman sonra mühendislik eğitimi almak caiz midir sorusu toplumda sorulur hale gelebilir düşüncesindeyim.
    Bu gün oyun olarak kabul ediliyor olabilir ama,zihinler alıştırılıyor.
    Forum örneğinden yola çıkarak yazmadım;berbat olan da bu.
    Hayata geçebilir mi,mümkün değil,
    Ancak merak etmek,araştırmak,incelemek,gözlem yapmak.
    Bu saydıklarımın insanlarda uyanabilmesi için uygun zeminin olması gerekir.
    Zaten yetersiz olan bu zemin tukaka ediliyor;yazık!
  • quote:

    Orijinalden alıntı: speedy_

    siz hiç uzay-zaman bükülmesi diye bişey duydunuz mu

    evet duydum ve emin ol bu konuyu anlayabilmen için, şu yukarıdaki uzuuun uzuuuuuuun bir yazı varya, onun en az 10 katını soluksuz okuman gerekir ben okudum ve aylarca düşünerek konunun mantığını anlayabildim. eğer bu konulara meraklı değilsen hiç bulaşma bu tür bilim konularına uzay zaman bükülmesi:

    Bu bükülmeyi şu şekilde açıklayabiliriz: Düz bir yatak düşünün. Bu yatağın üzerine gergin bir çarşaf serin ve hiç kırışıklık olmasın. İşte bu dümdüz çarşaf iki boyutla tanımladığımız uzay-zaman düzlemi olsun. Şimdi bu düzleme bir gezegeni simgeleyen demir bir bilye koyun. Bilye yatağa biraz gömülüp bir göçük yaratarak çarşafı da bükecektir. İşte zaman da bu şekilde demir bilye ile simgelediğimiz kütle yardımıyla bükülebilir. Kütlenin artışı, bu kütlenin uzay-zaman düzlemini büküşünü arttırır. Kütle arttıkça göçük de artar. Eğer kütle ölçülemeyecek boyutlarda aşırı büyük olursa uzay-zaman düzlemi ışığı bile hapsedecek kadar göçecektir. İşte bu göçük karadelik olarak adlandırılır. Eğim çok olduğu için ışık karadelikten girer ama geri çıkmaz. Bazı teorilere göre bu içeri giren ışık evrenin başka bir noktasından geri çıkar. Bu teorilerde karadelikler dipsiz kuyular değillerdir, iki ucu açık bir boru gibi düşünülebilir.
    alıntıdır: vikipedi

    bu giriş konusunun halk ağzı ile açıklanışı




  • quote:

    Orijinalden alıntı: KuarkServerSystems


    quote:

    Orjinalden alıntı: masajah_rataj

    arkadaşlar benim bildiğim kadarıyla dünyanın yer çekimi dünyanın aşırı sıcaklıktan dolay sıvı olan demir çekirdeğinin keni etrafında yüksek hızda dönmesinden dolayı meydana gelen manyetik alan idi .
    yanlışım varsa düzeltin lütfen.
    peki dünya gelişimini tamalayıp bütün tabakaları sertleşince yani magma tabakası tamamen donunca yerçekimi nolcak fikri olan var mı? yada böyle birşey mümkün mü?



    Bu dünyanın etrafındaki manyetik alanı yaratan şeydir. Yerçekimini bu yaratmaz. Yerçekimi alanıyla elektro manyetik alan birbirinden farklıdır.

    Kütlesi olan herşey çekim gücü yaratır neden ?
    Yerçekiminin parçacıgı vardır. Evet çok sasırtıcı olabilir ama kütle çekimi parcacıgı 4 mil capında Amerikada fermilab'daki süper hızlandırıcıda bulunmustur. Bu parcacıga N adı koyulmustur newtonun anısına. Birde nunu N+ ve N- olmak üzere iki parca vardır. Evrendki her parcanın birde anti parcası vardır bunuda not alalım o yüzden N- ye değinmeyeceğim. N+ parcacıgı kütleler arasındaki çekimden sorumludur. Kütlesi, boyutu agırlıgı yükü yoktur. Sadece bilgi tasır. Eger bir maddenin kütlesi fazlasaysa bu maddelerden cok fazla yayar etrafa ve sonucta diyelimki bu parcacık bir baska maddeye ulastıgında bu maddeyi etkiler ve carptıgında maddeyi itecegine ceker. İşte dünyanı düşünelim. Dünyadan inanılmaz miktarlarda bu parcacık yola cıkara aya varıyor ve aya carpıyor. Ve bütün bu parcacıkların cekme kuvveti birleşip ayı yörüngede tutuyor.

    Bir başka değişik örnekte, siz ve bir arkadasınız yan yana durdugunuzda bile birbirinize kütle çekimi uygularsınız ama kütleniz cok az oldugu için o kadar azdırki farkedilmez bile.

    Aynı şekilde manyetik alanlarda mayetizmayı tasıyan N+ benzeri parcacıkalr yayarlar. Ama bu iki parcacık birbirinden farklıdır. Manyetizmayı gösteren parcacıgın simgesini unuttum. Kütle çekim parcacıgıyla manyetizma parcacıgı arasındaki farklar ise :

    Kütle çekim parçacıgının çekim gücü azdır ama cok uzaklara yol alır.
    Manyetik çekim parcacıgının ise cekim gücü cok fazladır ama etki alanı cok kücüktür.

    Mıktatısın etki alanı VS Dünyanın etki alanı.

    Eger kütle çekiminin gücü elektromanyetik çekimin gücüyle aynı olsaydı bugun plutoyu bile kendimize cekiyor olurduk hatta güneş hepimizi emmiş olurdu.

    Daha fazla bilgi için :
    Lenny Ledderman - Tanrı Parçacığı ( Kitap )
    Fermilab
    physicscentral Bu linkte fizikteki en son gelişmeler yalın bir dille anlatılır.


    n- parçacığından değinebilir misin? çokk meraklıyım. 7 yıl sonra hala hatırlıyorsan tabi




  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.