Şimdi Ara

Mustafa Kemal ATATÜRK (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
536
Cevap
12
Favori
67.671
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi akın48 -- 16 Ağustos 2008; 15:36:39 >




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  • Atatürk ve Balkan Savaşları(Aynı zamanda konuya uppidi
    )


    Balkanlarda dört devlete ( Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ) karşı savaşan Osmanlı devleti savaş sonucunda yenilmiş ve savaş sonrası yapılan Londra antlaşmasıyla tüm balkan topraklarını ve Trakya’daki topraklarını kaybetmiştir. Ancak kısa bir süre sonra Balkan Devletlerinin Osmanlı devletinden aldıkları topraklar paylaşamamaları ve kendi aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle II.Balkan Savaşı çıkmıştır. Osmanlı Devleti’de bu durumdan yararlanarak kaybettiği toprakları geri almak için harekete geçmiştir. Bu dönemde Balkan Savaşlarına katılmak amacıyla Trablusgarp'tan İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa Gelibolu'da görevlendirilmiştir.

    II.Balkan Savaşı esnasında Trakyada Bulgarlara karşı verilen mücadeleye Mustafa Kemal, Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanı olarak katılmıştır. Bolayır Kolordusu Bulgarlar' a karşı büyük başarılar kazanmış ve Edirne’yi Bulgarlardan geri almıştır.


    Aynı yıl içerisinde Mustafa Kemal Sofya askeri ataşeliğine atandı. II.Balkan Savaşları sonucunda yapılan İstanbul antlaşmasıyla Meriç nehri sınır kabul edilmiş Böylece Osmanlı Devleti I. Balkan Savaşında kaybettiği topraklardan bir kısmını geri almayı başarmıştır.

     Mustafa Kemal ATATÜRK

     Mustafa Kemal ATATÜRK




  • Yabancı Generallere verilen Ders
    Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı'nda Viyana'dadır. Generaldir. Bir otelde kalmaktadır. Birçok ecnebi generaller ve diplomatlar da bu otelde kalmaktadır. Mustafa Kemal, yemek salonuna indikçe Avusturyalı bir diplomat ailenin kendisine küçümseyerek baktığını hissediyor. Bir kolayını bulup bu aile ile tanışıyor. İlk fırsatta Mustafa Kemal'e askerlikten bahis açarak bu mesleğin bilgi ile beraber tecrübeye de ihtiyacı olduğunu söylüyorlar ve hemen arkasından da: "Türk Ordusu'nda sizin gibi genç generaller çok mudur?" diyorlar. Mustafa Kemal bunlara unutamayacakları bir ders vermek istiyor. Ve iki gün sonra aynı aileyle birlikte yemek yiyorlar. Mustafa Kemal, Avusturyalıların genç general Napolyon'a karşı kaybettikleri meşhur Olm Meydan Muharebesi'ni anlatmaya başlıyor ve sözü şöyle bitiriyor: "Evet muhterem baylar; Fransız Orduları'nı sevk ve idare eden Napolyon da Olm Meydan Muharebesi'ni kazandığı zaman çok genç bir generaldi." Avusturyalılar bundan sonra ne Mustafa Kemal ile yemek yemişler ve ne de Türk generallerinden ve tarihten konu açmışlardır. ( Niyazi Ahmet Banoğlu )
    -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    ******************************************************************************************************************************
    Ankara'yı Neden Başkent Yaptım

    Sıcak bir günün akşamında yanında bazı ileri gelenler ile Köşkü’nün bahçesinde dolaşıyordu. Ben de o sıralar eski Köşk’ün tavan dekorlarıyla meşguldüm. Tozlu ve sisli bir akşam Ankara’nın üzerine çökmüştü. Yer yer toz hortumları semaya doğru yükseliyor ve manzaraya daha boğucu bir hava ekliyordu. Bize:
    - Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla iyi mi ettim? diye sordu.
    Tabii herkes müspet cevap verdi. Arkasından:
    - Neden? suali gelince, kimi staratejiden, kimi siyasetten bahsetti. Hatta birimiz "kayalık güzeldir" gibi bir estetik nazariye de ortaya attı. Atatürk :
    - "Şimdi dalkavukluğu bırakın diye münakaşayı kapattı. Ankara’nın hükümet merkezi olmak için saydığınız meziyetleri beni ikna etmeye yetmez. Ben Ankara’yı hükümet merkezi yapmakla büsbütün başka bir hedef güttüm. Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini dünyaya bir kere daha tekrar etmek istedim. Bir gün gelecek şu çorak tarlalar, yeşil ağaçların çevirdiği villaların arasından uzanan yeşil sahalar asfaltlarla bezenecek. Hem bunu hepimiz göreceğiz. O kadar yakında olacak."
    (Em.Tümg. Muzaffer Erendil, Anekdotlarla Atatürk)
    -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    ******************************************************************************************************************************
    Adam Olmak - (Laiklik)

    İlk Mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla: "Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu laikliğin manasını anlamıyorum" diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oyurduğu yerden elini kürsüye vurarak: "Adam olmaktır Hocam, adam olmak!" diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır. ( Kılıç Ali )
    -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    ******************************************************************************************************************************
    Mustafa Kemalce Bir Yanıt
    İstanbul'un işgal günleri; başta General Harrington olmak üzere bir kısım işgal kumandanları Pera Palas Salonu’nun bir köşesinde otururlar. Mustafa Kemal nedense dikkatlerini çeker. Kim olduğunu soruşturdular. Mustafa Kemal denir. Onlar için Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı’nın en ünlü şahsiyetlerinden biridir. Yabancı dillerde Çanakkale Harpleri’nden bahseden ve daima Mustafa Kemal'in isminde düğümlenen kitaplar, yazılar, o zaman bile bir kitaplığı doldururdu.

    Kendisine haber göndererek masalarına davet ederler. Ama Mustafa Kemal'in cevabı hem nazik, hem kesindir:

    - Burada ev sahibi olan biziz. Kendileri misafirdirler. Onların bu masaya gelmeleri gerekir.

    (Olaylar ve Atatürk)
    -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    ******************************************************************************************************************************

    Cumhuriyet

    Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi, iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kağıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü. İhtiyar, zayıf bir kadındı. Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle: "Beni tanıdın mı oğul? Ben sizin Selanik'te komşunuzdum. Bir oğlum var; Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor. Siz O'nu alsınlar dediniz. Fakat müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış. Ne olur bir kere de siz söyleseniz." Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle: "Oğlunu almadılar mı?" dedi. "Ben tavsiye ettiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak..." Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu ve Atatürk adete coşku dolu bir sesle: "İşte Cumhuriyet'ten beklediğimiz netice" diyordu. ( Hulusi Köymen )

    kaynak:
    http://www.add.org.tr/index.php?option=com_content&task=category&sectionid=18&id=131&Itemid=168&limit=500&limitstart=0


    KoNU DIŞI'nda kitlenen bir konudan alıntıdır..




  • MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN EMRİ BÖYLE

    “Anadolu’ya silah ve insan kaçıracağız.”


    İstanbul’un bütün kabadayıları, Topkapılı Cambaz Mehmet’in emrinde Milli Müdafaa Grubu olarak toplanmıştı. Topkapı'nın dar sokaklarında sağımızda koyu gölgeler bırakarak uzayıp giden ağaçlar arasında gizlenmiş demir parmaklıklarla çevrili bahçesinde üç çoban köpeğinin dolaştığı ahşap bir ev var. Evin pencereyle köşe duvarı arasında yerleştirilmiş kanepede uzanan Topkapılı Cambaz Mehmet bir yandan yağmurun sesini dinliyor, bir yandan da Çanakkale’de beraber savaştığı büyük komutan Mustafa Kemal’in dünkü görüşmede söylediği,”Göreyim seni Cambaz Mehmet Bey!” sözleri sonra geçmişi canlanıyor gözlerinde Topkapı’daki üç sınıflı mahalle mektebinden haylazlığı yüzünden ayrılışı daha sonraları İstanbul’un sayılı külhanbeyleri arasında sivrilişi...


    Cambaz Mehmet Bey’in Özellikleri: Tüm İstanbul’da zalimlere karşı gaddar; mazlumlara karşı merhametlidir. Çok zeki,şeytana bile külahı ters giydiren, tazı gibi koşan, silah atmada, bıçak sallamada üstüne adam olmayan İstanbul’da elli bin silahlı adamı ile tüm gizli işlerin yolu Topkapılı' dan geçer. Aynı zamanda padişahın amansız düşmanıdır. Topkapılı, Mustafa Kemal’in emrine binaen görüşmelerini kendi evinden yürütüyordu. Yine bir akşam Ali Bey ve arkadaşları ile gizli bir görüşme yapacaklardı. O gece eve Yüzbaşı Emin Ali Bey’den başka deniz yüzbaşısı İsmail Hakkı Bey ,polis müdürü Sarazlı Ahmet Niyazi Bey ve diğer arkadaşları gelmişlerdi. Toplantıda alınan istihbarata göre 13 Kasım günü itilaf devletlerinin savaş gemileri limana geldiği haberi alınmış buna karşı Osmanlı devleti hükümetinin hiçbir karşı harekette bulunmayacağı belirtilmiştir. Bunun üzerine Cambaz Mehmet “Arkadaşlar bu millet asla uşak olamaz” diye söze başladı. Mustafa Kemal’in emirlerini arkadaşlarına da anlattı. Önce İstanbul’da örgütleneceğiz sonra depo ettiğimiz silah ve cephaneleri Anadolu’ya kaçıracağız. Bunun yanında Kurtuluş mücadelesine katılacak cesur Türk gençlerini Anadolu’ya kaçıracağız. Toplantının ardından herkes bu görüşmenin saklı kalması üzerine yemin etti.

    Düşman komutanını kaçıracaktık: 13 Kasım 1918 Türk tarihinin unutulmaz günlerinden biriydi. Cambaz Mehmet' e göre; düşmanın ilk hedefi "Anafartalar Kahramanı" olacaktı. "En küçük bir tutuklama girişiminde düşman komutanını kaçıracağım." diyordu.

    Miralay İsmet Bey’in Harbiye nezareti müsteşarlığına getirilmesi haberi M.M. grubu üyelerini çok memnun etmişti. Çünkü bu sayede, terhis olan erlerin adreslerini ve ordudan alınan silahların nerede depolandığını öğrenmiş olacaklardı.

    Anadolu’ya Silah Kaçırmanın Yolları: Birinci yol olarak Karadeniz kanalı. Küçük deniz araçlarıyla silahlar önce Mürsel’e oradan da İç Anadolu'ya gönderilecek. Ağır silahlar ise İtalyan tüccarlar tarafından taşınacak.

    İstanbul’un tüm hırsız ve yan kesicileri göreve çağırıldı: Topkapılı: "depolardan silah çalma işini üzerime alıyorum. İstanbul’un bütün tanınmış hırsızları,yankesicileri benim emrimdeler.Bu insanlar hırsızdırlar,yankesicidirler ama aynı zamanda sizin kadar, benim kadar vatan severdirler." Topkapılının evindeki toplantılar devam ediyor ve M.M. grubuna katılımlar her geçen gün artıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın koruma işini de Topkapılı bizzat üzerine almıştı. Bu gelişmelerin ardından yurdun çeşitli bölgelerinde meydana gelen Türklere karşı Rumların ve Ermenilerin işkenceleri artmıştı. Mustafa Kemal Paşa bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için o bölgeye gitmesi gerekiyordu. Bunun için görevlendirilmesi gerekiyordu. Harbiye nezaretindeki arkadaşlarının nüfuzlarını kullanması ile Mustafa Kemal’in istediği gerçekleşti ve Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine tayin oldu. Bu durum İtilaf devletlerinin hoşuna gitmeyeceğinden bir takım hazırlıkların yapılması gerekiyordu. 15 Mayıs 1919 günü Galata rıhtımında olağanüstü önlemler alındı. Amaç Mustafa Kemal Paşa ile 19 kişilik maiyetinin Bandırma vapuruna sağ salim binişini sağlamaktı. Ayrıca yolculuk esnasında da güvenliği sağlayacak Cambaz Mehmet 50 fedaisini vapura yerleştirmişti.

    Milli Müdafaa Grubu İstanbul ‘da birçok hıyanet şebekesi ortaya çıkarmıştı. Bunlar içinde: Kürt Teali ve Teavün Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Amerikan mandası vb. cemiyetler. Bu cemiyetleri etkisiz hale getirmek yine M.M. Grubuna düşüyordu. Saraydaki her türlü konuşma Damat Ferit’in yaverleri ve hizmetçileri tarafından Topkapılı' ya ulaştırılıyordu.

    Anadolu’daki silahlı mücadeleye destek için gerekli silah ve cephanenin temininde Topkapılının adamları büyük bir ustalıkla çalışmış ve bir gecede koca bir cephanelik boşaltılmış, ardından Taksim ve Maçka kışlaları da boşaltılmıştı.

    M.M. Grubunun merkezi güvenlik nedeniyle başka yere taşınmıştır. Şimdi yapılacak daha önemli bir iş vardı: Damat Ferit’in konağını kontrol edecek M.M. ajanı gerekiyordu. Bu iş için olağan üstü yakışıklı mülazım-ı evvel (üsteğmen) Galip Bey biçilmiş kaftandı. Genç üsteğmen Galip Bey' in Damat Ferit’in yalısından göndereceği haberleri dikkatle bekleniyordu.

    Ferit Paşa’nın yalısında General Harrington’un şerefine verilen yemekte tercümanın hastalanması üzerine Galip Bey tercümanlığı başarı ile yapmış ve İngiliz Generali'nin istediği cevapları verince hem Damat Ferit’in hem de General'in güvenini kazanmıştı.

    Ferit Paşa yalısındaki sevgili: Üsteğmen Galip ile Ferit Paşa yalısında özel kalem müdürünün Nazan adındaki kızı birbirlerine aşık oldular. Galip Bey bu ilişkiden yararlandığında sadrazamın çalışma odasının anahtarı ve Osmanlının her türlü sırrı M.M Grubunun eline geçmiş oluyordu.

    Hilafet Ordusuamat Ferit Türk Milleti'nin bağrında yeşeren Kurtuluş Ordusu'nun karşısına Hilafet Ordusu'nu çıkarmıştı. Galip Bey büyük bir başarı gösterip; Hilafet Ordusu'nun hareket planlarını ele geçirip Anadolu’ya bildiriyordu. Böylece Hilafet Ordusu daha harekete geçmeden karşı tedbir alınıyordu. Galip Bey’in bu üstün başarısı kendisini tehlikeli bir duruma düşürdüğünden deşifre olmaması için Anadolu’ya çağrıldı. Ve Büyük Kumandanın yanında yerini aldı.

    Yüzbaşı Bennet: General Harrington istihbarat başkanlığına Yüzbaşı Bennet’i getirmişti. Bennet İngiliz hükümeti adına önemli işler yapıyor, bu da Topkapılı Cambaz Mehmet’in hoşuna gitmiyordu. Bunun üzerine Yüzbaşı Bennet’e bir suikast düzenlendi. Bennet ölmedi ama bacağından aldığı darbe ile tedavisine İngiltere'de devam edildiğinden etkisiz hale getirilmiş oldu.

    Bu olay üzerine Topkapılı ve arkadaşları idama mahkûm edildi. Fakat Topkapılının üye olduğu İngiliz Muhipleri Cemiyeti başkanı Papaz Fru bu kararı engellemiştir. Hafız Kemal; Camilerde verdiği vaazlarla Mustafa Kemalin yapmış olduğu mücadelecin haklılığını vurguluyordu. Topkapılı memnundu, böyle din adamlarına ihtiyaç vardı.

    Silah, silah, silah; Anadolu’da Türk Ordusu Büyük Taarruza hazırlanıyordu. Bunun için silaha ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşılayacak yer Maçka kışlasıydı. Burası bir İngiliz taburu tarafından korunuyordu. Kışlanın cephaneliğini boşaltacak emin bir yol aranıyordu. Nihayet Topkapılı düşüncesini açıkladı: Cephanelik tünel kazılarak boşaltılacaktı. Plan başarıyla uygulandı. İngiliz askerlerinin çok iyi koruduğu cephanelik içten içe boşaltıldı. Boşaltılan sandıkların içine toprak yerleştiriliyordu.


    Bütün Depolar İnceleniyor: Topkapılı’nın İstanbul’da beş bin usta hırsızı görev başındaydı. Anadolu’ya tez elden top gönderilmesi gerekiyordu. Gelen raporlara göre Rami kışlası bu konuda gerçekten yararlıydı. Bir gece yarısı Fransızların gözü önünde Fransız askeri üniforması giymiş Türkler tarafından boşaltıldı.


    Yunanlılara İngiliz desteği önleniyor: M.M. Grubunun yapması gereken çok önemli bir şey kalmıştı: İstanbul’da Yunanlılara sürekli yardım eden 50 bin kişilik İngiliz ordusu tereddüde düşürülmeliydi, ama nasıl? Topkapılı: "arkadaşlar biliyorsunuz Anadolu’dan gelen bütün mektuplar İngilizlerin kontrolünden geçiyor."Eğer Anadolu’da Yunan ordusuna son darbenin vurulacağı haberi ile bir de İstanbul’da biraz kıpırdanmalar olursa İngiliz ordusu kıpırdamak istemeyecektir. Sonuç olarak bu plan tutmuştu. Türk ordusu Yunanlıları İzmir’de denize dökmüştü. Ardından Mudanya Konferansı toplanmış İngiliz ve Yunanlıların kolu kanadı kırılmış oldu. Hemen sonra Lozan Barış Konferansı, 1 Kasım 1922 Saltanatın kaldırılması ve İstanbul hükümetinin boyunduruğundan kurtulmuş Türk ulusunun gerçek temsilcisi T.B.M.M. hükümeti milletin gerçek temsilcisi olmuştur.


    Ankara Ekspresinde iki yolcu: Mehmet Bey ve Nurettin Bey görevlerini yapmış olmanın huzuru ile Ankara’nın yolunu tutmuşlardı. Topkapılı Nurettin Bey’e “Tarih böyle bir zafer yazmamıştır.”,”Mustafa Kemal Paşa 1918 yılında Şişli’deki evinde konuşurken büyük zaferin pırıltılarını görmüştüm. O zaman bana Mehmet, Çanakkale’de nasıl kazandıysak yine kazanacağız. Hele sizin gibi kahraman Türk evlatları oldukça ordumuzun yenilmesi imkânsızdır.” demişti.
    Mehmet Beyi Mustafa Kemal Paşa karşıladı; hoş geldin, nasılsın bakalım diyerek elini uzatıyordu. Oturdular sohbet ettiler, Mustafa Kemal Paşa kendisine İstanbul mebusluğu teklif etti. Topkapılı, Paşa’nın teklifini kibarca reddetti. Mustafa Kemal de ,”Hiç değişmemişsin Mehmet yine o eski Topkapılı Cambaz Mehmet!”

    İstanbul’un Kurtuluşu: 6 Ekim 1923 günü büyük komutanın muzaffer ordusu İstanbul’a giriyordu. Topkapılı bu sahne karşısında sevinç gözyaşlarını döküyordu.
    Mehmet Bey Topkapı'daki evine çekilmişti. Bir gün kapısı çalındı ve Nurettin Bey bir haber getirmişti. Meclis çalışmalarından dolayı Mehmet Bey’e 1500 liralık aylık bağlamıştı. Buna karşılık Mehmet Bey ,“Ben bir şey yapmadım, vatanım için üzerime düşen görevi yaptım. Bu ödüle layık değilim. Hayır, bunu bana yapamazlar.” diyordu. Bu sözler karşısında Nurettin Bey’in gözleri doldu.”Ancak bu ödülü Kızılay’a devir muamelesini yapınız.” Nurettin Bey donakalmıştı, yapılacak bir şey yoktu.

    Topkapılı 1932 yılı Haziran ayında öldü. Milli mücadeledeki hizmetlerine mükâfaten İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Kurtuluş savaşının adsız kahramanlarından biri daha böylece tarih oluyordu. Topkapılı Cambaz Mehmet’in oğlu Ali Büyükyılmaz babası gibi küçük yaşına rağmen babasının adına yakışır bir vaziyette bir Milli müdafaacı olarak kendine düşen görevi yapmıştır.

    Yunan orduları Başkomutanı Trikopis’in günlüğünden:
    Uşak’ın Türkler tarafından alındığını görünce yapacak bir şey olmadığını anladım. Askeri karanlık basıncaya kadar istirahat ettirdim. Uşak’ın biraz doğusunda bulunuyorduk. Saat 16.00 sularında Türkler göründü. Ben askerlerime savaş emri verdiğim halde onlar ateşkes borusu çalıp dağılıyorlardı. Türklerle savaşmaktansa, teslim olmak en salim yoldu. Ve nihayet beyaz bayrak çekmeye mecbur kaldık. Esir oldum. İlk olarak İsmet Paşa’nın karargâhına götürüldüm. O da beni bekletmeden Başkomutan Mustafa Kemal’e götürdü. Mustafa Kemal’in odasına girdiğimde beni ayakta dostane bir şekilde karşıladı. Bana şunları söyledi:


    ”Unutmayın ki, koca Napolyon’da esir olmuştu. Siz görevinizi tam ve eksiksiz yaptınız. Sizi takdir ediyor ve saygı ile karşılıyoruz diyerek esir komutanı onore etme nezaketini ve büyüklüğünü göstermişti Büyük Komutan Mustafa Kemal Paşa.

    RUHUNUZ ŞAD OLSUN.




  • ATATÜRK SÖZLERİ


    ATATÜRK'E GÖRE ATATÜRK
    İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

    ¤¤¤¤¤¤
    Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.

    ¤¤¤¤¤¤
    Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.

    ¤¤¤¤¤¤
    Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.
    ¤¤¤¤¤¤
    Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri kalpleri doldurur.
    ¤¤¤¤¤¤
    Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi, her nevi şahsî duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasî hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.
    ¤¤¤¤¤¤
    Pekâlâ bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu ana kadar güttüğüm gaye, hiçbir vakit kişisel olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her neye girişmiş isem, daima memleketin, milletin ve ordunun adına ve menfaatine olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın üstünlüğünü ve sivrilmemi göz önüne almamışımdır.

    ¤¤¤¤¤¤
    Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu, bir insan için kâfi bir sevinç ve haz temin eder. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı takip etmektedirler. Şahsî ve ailevî huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğuyla ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığıyla mümkün olduğunu gerçek ve ciddî bir surette anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bunda asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır, Mazinin derslerini, bugünün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin, iftihar sebebi olabileceği ümidiyle avunuyoruz.
    ¤¤¤¤¤¤
    (Çevresindekilere söylediği bir söz) :
    Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!
    ¤¤¤¤¤¤
    Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.
    ¤¤¤¤¤¤
    Allah bilir, hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka vicdanî bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek ziyade aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz dimağlardan doğan fikrî gerçekleri -kabulünden çekinilse dahi- uygulattırır.
    ¤¤¤¤¤¤
    Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdanî vazifemiz vardı; o da, herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve seve, sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük kuvvettir, büyük yetkidir.
    ¤¤¤¤¤¤
    Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.
    ¤¤¤¤¤¤
    Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemmiyeti, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak içîn ayrıldık. Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için çıkardığı sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumî şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o umumî şerefi kurtarabilmek için harekete gelen millete ruhumuzla iştirak ettik, iştirakimize mâni olabilecek şahsî rütbeleri, mevkileri de umumî şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.
    ¤¤¤¤¤¤
    (Mallarını millete bağışlaması nedeniyle söylemiştir) :
    Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî şahsiyetinde olmalıdır!
    ¤¤¤¤¤¤
    Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu
    saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı
    kalmalıyım! Bu sebeple millî bağımsızlık, bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!
    ¤¤¤¤¤¤
    (Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol 'un, görüşme sırasında Almanya ile Çekoslovakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve Atatürk'ten Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Beneş 'e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakam Tevfık Rüştü Aras 'a söyledikleri):
    Majeste Kral'm söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet reisine kendi ülkesinden bir parçayı Almanlar'a terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bîr karış toprağım başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ölüme doğru en çok atılanlardan biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Hattâ ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat, mermi parçasının şiddetini kırdı.
    ¤¤¤¤¤¤
    Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam, bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak... Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir.
    ¤¤¤¤¤¤
    Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz fert olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.
    ¤¤¤¤¤¤
    Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi görsem, her ne vakit milletimin fertlerinden birkaçının yüzüne baksam, oradan ruh
    ve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi oluyor!
    ¤¤¤¤¤¤
    30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti'nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.
    ¤¤¤¤¤¤
    Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat ve destekdir. Bütün vazifelerimde manevî, vicdanî olan en büyük endişem, emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.
    ¤¤¤¤¤¤
    Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu, mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete menfaati olmalı ve teklifin samimî olarak yapıldığına ben inanmalıyım.
    ¤¤¤¤¤¤
    Benim için dünyada en büyük mevki ve mükâfat, milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenab-ı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim. Bugün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde olmakla iftihar edeceğim.
    ¤¤¤¤¤¤
    Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim. Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni hedeflerimize de başarıyla varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün tasavvurlarımın beni yalanlamaması, milletin ciddî ve samimî olarak bana yardımcı ve destek olmasıyla mümkün olmuştur. Onun için yeni gayelere erişmek için de bu yardım ve desteğe ihtiyacım vardır; onu benden esirgemeyiniz!
    ¤¤¤¤¤¤
    Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım şerefim vardır, asla başka değilim.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi. Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.
    ¤¤¤¤¤¤
    Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki lâzım değildir.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben, ancak daha iyisini yapabildiğim şeyi tahrip edebilirim; yapamayacağım şeyi de tahrip edemem.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı gibi kalır mı?
    ¤¤¤¤¤¤
    Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır, inkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!
    ¤¤¤¤¤¤
    Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız; bu meselede örnek İsmet Paşa'dır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki bu iş benim başarabileceğim iş değilmiş...
    ¤¤¤¤¤¤
    (Bursa'da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir):
    Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!
    ¤¤¤¤¤¤
    (Bir alay karargâhının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma):
    Atatürk -Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.
    Şahinşah -Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe meydanları?...
    Atatürk -Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir.
    ¤¤¤¤¤¤
    Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben, muharebelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik kurallarının tatbikini düşünürüm.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.
    ¤¤¤¤¤¤
    Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat âşığıyım.
    ¤¤¤¤¤¤
    Hiçbir zaman şahsî gücenikliklerimi, birtakım olumsuz girişimlerle tatmine kalkmak adîliğine tenezzül etmem
    ¤¤¤¤¤¤
    Benim müstesna olduğuma dair bir kanım yoktur.
    ¤¤¤¤¤¤
    Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim; bununla gönlüm rahat!




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK


    ‘'YAVER, SEVDİĞİM ŞARKIYI ÇAL.'’

    Mustafa Kemal Atatürk, trenle yaptığı yurt gezilerinde özel vagonundaki gramofonundan dinlemek istediği şarkıyı yaverinden böyle isterdi..

    Atamızın 1936-1938 yılları arasında trenle yaptığı geziler de dinlediği taş plaklardan 21’i CD olarak basıldı. Her şarkının beste ve güfte sahipleri hakkında bilgilerin ve resimlerin yer aldığı 80 sayfalık bir kitap ile CD, özel bir albüm haline getirildi. Albüm, ‘’Yaver, şu sevdiğim şarkıyı çal..Atatürk’le Bir Tren Yolculuğu’’ adını taşıyor.

    Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın kuruluşunun 150’nci yılı anısına çıkarılan albümü ses sistemi olan tüm trenlerde yılbaşından itibaren dinletilmeye başlanmıştır.

    Projenin mimarları olan Osmantan Erkır ve Cemal Ünlü'ye çabalarından dolayı teşekkür ederiz.




  • Atatürk'ün Türklük Hakkındaki Sözleri

    Türkiye Türklerindir."

    "Kanını taşıyandan başkasına inanma."

    "Dünya yüzünde, Türk'ten daha büyük, ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir."

    "Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler."

    "Türklerin yaşadıkları her yer Misâk-ı Millî sınırları içerisindedir."

    "Hayattaki yegâne üstünlüğüm, Türk olarak doğmaktır."

    "Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz."

    "Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülülük Türk olarak dünyaya gelmemdir."

    "Türk; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."

    "Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor, buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız."

    "Bu ülke tarihte Türk'tü bugün de Türk'tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır."

    "Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur."

    "Taş kırılır, tunç erir ama Türklük ebedidir."

    "Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir."

    "Türk, Türk olduğun için asildir. Çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu Türk olmanın içinde buluruz."

    "Türklük, benim en derin güven kaynağım, en derin övünç dayanağımdır."

    "Ulusal varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı, 'Türk'üm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi' diyelim."

    "Türk çetin işler başarmak için yaratılmıştır."

    "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."

    "Bir Türk cihâna bedeldir."

    "İstanbul'da çıkan bir gazeteyi Kaşgar'da ki Türk de anlayacaktır."

    "Necip Türk milletine ve nesl-i atiye tavsiyem şudur ki, sinesinde yetiştirerek başına geçireceği kişilerin kanındaki ve vicdanındaki cevher-i asliyeyi tahlil etmekten bir an feragat etmesin."




  • Ulu Önderin ölüm raporunu bildiren telgraf
     Mustafa Kemal ATATÜRK
  • Arkdaşlar Atatürk bölümünde kopyala yapıştır yapılmasından rahatsızım.

    Kendi görüşlerimizi paylaşalım.Atatürk'ü anlamaya çalışalım.

    Yazdıklarınıza saygım var.Ancak tek tek o yazıları okuyan yoktur.O resimlerede bakan yoktur.

    Hepsinden önemlisi Atatürk konusunda kopyala yapıştır yapıp bu konuyu şişirmeyelim.

    Yazılanların bir kısmını okudum sadece.Lütfen alıntı yapıcaksak bile içlerinden seçerek alıntı yapalım ki daha okunur olsun.
  • Atatürk'ün devrimleri ve tarihleri

    1 Mart 1925
    İlk kez 18 kadın milletvekili seçildi

    3 Mart 1924
    Hilafetin Kaldırılması

    3 Mart 1924
    Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılması

    3 Mart 1924
    Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) yasasının kabulu

    12 Mart 1921
    İstiklal Marşımızın Kabulü

    3 Mart 1937
    Karabük Fabrikasının Temel atımı,

    3 Nisan 1930
    İlk kez kadınlara seçim hakkı verilmesi

    9 Nisan 1920
    Anadolu Ajansının Kuruluşu

    10 Nisan 1928
    Anayasa’dan “Devletin dini İslamdır” maddesinin çıkarılışı

    12 Nisan 1931
    Türk Tarih Kurumunun Kurulması

    20 Nisan 1924
    Yeni Anayasanın Kabulü,

    29 Nisan 1920
    TBMM kuruluşu ve Ulusal Egemenlık

    29 Nısan 1929
    Ilk Türk Kadın Yargıçlarının Göreve Başlaması

    3 Mayıs 1955
    Türk Kuşunun Kuruluşu

    29 Mayıs 1936
    Türk Bayrağı Yasası

    31 Mayıs 1933
    İstanbul Üniversitesinin Kuruluşu

    1 Hazziran 1927
    D.D.Y nın Kuruluşu

    10 Haziran 1921
    Çocuk Esirgeme Kurumunun Kuruluşu

    11 Haziran 1930
    Merkez Bankasının Kuruluşu

    21 Haziran 1934
    Soyadı Yasasının Kabulü

    22 Haziran 1919
    Amasya Genelgesi

    9 Temmuz 1932
    Türkiyenin Milletler Meclisine Girişi

    12 Temmuz 1932
    Türk Dil Kurumunun Kuruluşu

    18 Temmuz 1920
    Misakı Milli Andı

    18 Temmuz 1932
    Ezan’ın Türkçe Okunması

    23 Temmuz 1919
    Erzurum Kongresi

    26 Eylül 1932
    Dil Bayramı, Dil Kurultayı

    4 Ekim 1926
    Medeni yasanın Kabulü

    11 Ekim 1922
    Mudanya Mütarekesinin Kabulü

    15 –20 Ekim 1927
    Büyük Nutkun Başlaması

    20 Ekim 1919
    Amasya Görüşmesi

    25 Ekim 1925
    Şapka Kanununun Yürürlüğe Girmesi

    28 Ekim 1927
    İlk Nüfuz Sayımı

    29 Ekim 1923
    Cumhuriyetin İlanı

    1 Kasım 1928
    Yeni Türk Harflerinin Kabulü,

    1 Kasım 1922
    Saltanatın Kaldırılması

    5 Kasım 1934
    Devlet Tiyatrolarının Kurulması,

    5 Kasım 1925
    Ankara Hukuk Fakültesinin açılması,

    30 Kasım 1925
    Tekkeleri, Türbelerin,Tarikatların, kapatılması yasasının yürürlüğe girmesi,

    1 Aralık 1933
    1. Beş yıllık sanayi planlamanın kabulü,

    5 Aralık 1934
    Kadınlara Milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi,

    27 Aralık 1919
    Atatürkün Ankaraya Gelişi

    1 Ocak 1929
    Millet Mektebinin açılışı

    9 Ocak 1936
    Ankara DTCF. Açıldı,

    20 Ocak 1936
    2. Beşyıllık planın kabulü,

    2 Şubat 1938
    Bursa Merinos Fabrikası açıldı,

    3 Şubat 1928
    İstanbul’da Hutbenin Türkçe okunması,

    5 Şubat 1937
    Atatürk İlkelerinin anayasaya konması,

    16 Şubat 1925
    THK Kuruluşu,

    17 Şubat 1923
    Türkiye İktisat Kongresi

    17 Şubat 1926
    Türk Medeni Kanunun Kabulü,

    19 Şubat 1932
    Halkevlerinin açılışı,




  •  Mustafa Kemal ATATÜRK



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi tenten20 -- 30 Ağustos 2008; 15:49:51 >
  • "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne en az YEDİBİN SENELİK Türk beşiğidir.

    Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra ONLARA alıştı, ONLARIN oğlu oldu.

    Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım GÜNEŞ oldu, TÜRK oldu. TÜRK BUDUR: Yıldırımdır, kasırgadır, DÜNYAYI AYDINLATAN GÜNEŞTİR!"

    Mustafa Kemal ATATÜRK




    Böyle biri günümüzde var mı?
  • Cemal Granda… Atatürk’ün Uşağı… Hizmetine girdiği 3 Temmuz 1927'den, ölümü olan 10 Kasım 1938'e kadar Atatürk’ün yanından hiç ayrılmadı. 12 yıl boyunca Atatürk’ün ünlü sofrasının konuklarını, devlet başkanlarının ziyaretlerini, Atatürk’ün kederlerini, sevinçlerini en yalın haliyle gözlemledi.

    Sonra da bunları kaleme aldı.

    Cemal Granda'nın anıları 1972 yılında Hürriyet tarafından basılmıştı. 33 yıldır yayınlanmayan anılar şimdi yayın hayatına yeni atılan Kristal Yayınları tarafından okuyucuyla buluşuyor..

    KİTAPTA NELER VAR NELER?

    -Atatürk’ün, “Kemal” adını “Kamal” diye değiştirdiğini biliyor muydunuz?
    -Tüm yurt gezilerinde her türlü masrafı kendi cebinden ödediğini biliyor muydunuz?
    -Atatürk, bir gece sofrada dostlarıyla sohbet ederken hizmetlilere dönüp neden “Bütün elbiselerimi yakın” emrini vermişti?
    -Atatürk Dr. Reşit Galip’e neden kafatası ölçüsünü aldırdı? Ata’nın kafatası ölçüsü kaç çıktı?
    -Nutku hazırlarken üç gün üç gece uyumadan çalıştığını biliyor muydunuz?
    -Kendisini çok kızdıran Dr. Reşit Galip’i sofrayı terk etmeye davet eden Atatürk, Reşit Galip bunu reddedince ne yapmıştı?
    -Resmiyetten sıkılan Atatürk, bir gece yarısı Dolmabahçe Sarayı’ndan gizlice dışarı çıkınca İstanbul Valisi sabaha karşı onu nerede bulmuştu?
    -Atatürk bir gün neden “Biz de bir zamanlar marifetmiş gibi evlenmiştik” demişti?
    -Neden İsmet İnönü’nün çocuklarına mirasından ödenek bırakmıştı?
    -Milli Eğitim Bakanı atadığını bildirdiği akşam, Dr. Reşit Galip’i neden iki askerle güreş tutmaya zorlamıştı?
    -Mareşal Voroşilov’un Türkiye ziyaretinde, Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker’i Stalin’in muadili sanması, Peker’in başını nasıl yedi?
    -Atatürk, bir gece iddia üzerine tabancasını çekip köşkteki avizelerin ampullerini nasıl vurdu?
    -Atatürk, sofra sohbeti sabaha dek uzayınca manevi kızı Zehra’ya nasıl sabah ezanı okuttu?
    -Uşağının diğer hizmetlilere şakayla “Selanik’ten çıksa çıksa Yahudi çıkar” dediğini duyan Atatürk, akşam sofrada buna ne karşılık verdi?
    -Yakın arkadaşı ve koruması Recep Zühtü metresini vurunca Atatürk ne yaptı?
    -Uşağının ev alırken tapuda rüşvet vermek zorunda kaldığını duyan Atatürk nasıl tepki verdi?
    -İstanbul Valisi Üstündağ ekmeğe zam yaptığını haber verince nasıl küplere bindi?
    -Nazım Hikmet hapisteyken köşkteki gramofonda plağı çalınca Atatürk şair hakkında neler söyledi?
    -Masonluğu kaldıran Atatürk, gençlik yıllarında kendisinin de mason olduğunu nasıl anlattı?
    -İngiltere Kralı 8. Edward’ın, Türkiye ziyaretine birlikte geldiği Madam Simpson yüzünden tahtı terk edeceğini Atatürk nasıl tahmin etmişti?

    Elinizden bırakamayacak, bir solukta okuyacak, Atatürk’ü daha yakından ve içimizden biri olarak tanıyacaksınız…

    İŞTE ANILARDAN BİR DEMET

    Kitapta yeralan anılan çok ilginç. İşte bu anılardan bir demet...

    ...Yalnız bir gece Kazım Özalp’in evinde tam yirmi sekiz kadeh kokteyl içtiğini hatırlarım. Bunun adı Napoleon Kokteyli idi. Bir miktar cin, bir miktar vermut, bir miktarda Seribrandi likörü ile yapılıyordu. Bunların dışında alıştığı içkiyi değiştirmemiştir.

    Her gece içen Atatürk, gündüzleri alkol kullanmaz, yalnız çok sıcak günlerde bir iki bardaktan fazla olmamak üzere bira içerdi. Bu yüzden kimse Atatürk’e gündüzleri içki içmek için ısrar etmez, en koyu alışkanlar bile akşamın olmasını iple çekerdi. Büyükdere gezisi o ender gecelerden birine rastlamış ve halkın gösterisi karşısında coşan Atatürk, içki faslını farkında olmayarak sabaha dek sürdürmüştü.

    ÇEVRESİNDEKİ ASALAKLAR

    Atatürk’ün sofracısı olduğum için çok temiz giyiniyordum. Elbisem her zaman ütülü, beyaz gömleğim kolalı, iskarpinlerim rugandı. Davetlilerden birçoğu şıklığımı kıskanır ve giyimimi benzetmeye yeltenirlerdi. O zaman birçok bakan ve milletvekili bile papyonlarını bana bağlatırlardı. Umumi kâtip Hasan Rıza Soyak, Rize milletvekili Hasan Cavit, özel kalem memuru Lütfi Bey, giyim devrimine kendilerini uydurmaya çalışanlar arasındaydı.

    Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Çok kimse giyim devrimini kavrayamamış ya da henüz benimseyememişti. Aralarında talihsiz, cahil olanlar da vardı. Fakat kısa zamanda yaşadıkları ortama uymasını biliyor, en centilmen diplomattan daha centilmen kesiliyorlardı.

    Bunların bazıları okuma yazma bile bilmedikleri halde evlerine çok büyük kitaplıklar yaptırmışlardı. Örneğin Atatürk, bir atlas ya da kitap aradığı zaman, kitaplıktan biz gider, bunları çıkarırdık. Atatürk’e onlar kendileri bulmuş gibi götürüp verirlerdi. İçlerinde çok zekileri de vardı. Atatürk her hangi bir emir verse, onlar bunu istedikleri şekle sokar, kendilerine işten pay çıkarırlardı. Oysa bu işleri zavallı memurlar uşaklar görür, hazıra onlar konar, her zaman her yerde parsayı onlar toplardı. Her zaman gezilere onlar gider, hepsi birer silahşor kesilirlerdi.

    Fakat bütün bunlar Atatürk’ün hiç gözünden kaçmaz, onları inceden inceye alaya alır, bazen karşılık veremeyecekleri bir soru yağmuruna tutar, karşısında nasıl ecel terleri döktüklerini hazla seyrederdi. Dalkavuklara, laf ebeliği yapanlara çok kızardı. Çok geçmeden bir punduna getirerek, yaptıklarının acısını onlardan çıkarmasını bilirdi.

    Hırpalayacağı, ya da alaya alacağı kimseleri sık sık sınava çekişine tanıklık etmişimdir.

    Atatürk’ün şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları karşısında bunların dökülüşleri görülecek şeydi. Zaten O’nun sorularına tam cevap verecek adam az bulunurdu. Hepsi birer zekâ oyununa dayanıyordu. Kimse altından kalkamazdı.

    İÇKİSİNE KARIŞANLAR

    Atatürk’ün içki içmesine karşı olanların başında umumi kâtip Yusuf Hikmet Bayur geliyordu. Bayur- her halde Atatürk’ü hepimizden çok sevdiğinden olacak-O’nu içkisinden caydırmak için türlü bahaneler bulur, fakat hiç birini başaramazdı.

    Atatürk çok içmezdi. İçtiği zamanda içmesini bilirdi. Acele etmezdi, konuşarak, sohbet ederek, yavaş yavaş içmeyi severdi. Ölçüyü kaçırmazdı. Sarhoş olduğunu bir kez bile görmedim. Taşkın bir hareketine rastlamadım.

    Böyle olduğu halde Hikmet Bayur’la aralarında sık sık tartışmalara tanık olurdum. Hemen her sabah tekrarlanan bu tartışmalardan Bayur’un yenilgiye uğradığını üzülerek görürdüm.

    Hikmet Bayur, erken saatlerde Atatürk’e gelir, o günkü ajans bültenlerini getirir ve kendisinden emir alırdı. Atatürk’ün yorgun halini gören Bayur dayanamaz:

    -‘‘ Paşam, yine renginiz yerinde değil, çok yorgun ve bitkinsiniz. Şu içkiyi bu kadar içmeseniz daha iyi olur.’’derdi.

    Bu karışmaya Atatürk’ün canı sıkılır ama hiç belli etmemeye çalışarak:

    -‘‘A Hikmet Bey, ben rakıyı şimdi değil, daha Harbiye talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç zararını görmedim,’’diye karşılık verirdi. Bayur bunun da altında kalmazdı:

    -‘‘ Muhterem Paşam, bu gün belki zararını görmediğinizi sanırsınız, fakat yarın göreceksiniz. Siz bu memlekete lazımsınız. Kendinize acımıyorsanız bari bu millete acıyın. Bu millet sizin varlığınızla vardır. Ne olur şu içkiyi az için.’’

    Atatürk bu sözleri hep gülümseyerek karşıladı. O da Hikmet Bayur’un içinde bir kötülük olmadığını, kendisini herkesten çok sevdiğini biliyordu. Fakat bir gün canına tak demiş olacak ki, Hikmet Bayur yine içkiyi kötüleyen konferansına başladığı sırada birden bire sözü başka yana çevirerek:

    -‘‘ Bu günkü işler arasında neler var bakalım?’’ diye sordu.

    Atatürk o an yine sinirlendiğini belli etmemişti ama kararını vermişti. Bu içki aleyhtarı konferanslara artık bir son verecekti. Üç gün sonra mesele anlaşıldı. Akşam sofrada Atatürk, Hikmet Bayur’la beraber hepimizi şaşırtan şu haberi veriyordu:

    -‘‘ Hikmet Bey, seni Kabil’e sefir yapalım. Git, oraları gör; hatta gerekirse Hindistan’a kadar git. Oralar hakkında bilgi edin. Oku, öğren ve ilim getir. Bize bu yolda faydalı ol,’’dedi.

    Bu suretle Hikmet Bayur’un Kabil büyükelçiliğine atanma emri verilmiş oluyordu. Hikmet Bayur hareketinden önce veda için Köşke geldi. Atatürk, onu salonda ayağa kalkarak karşıladı. Giderken de kapıya kadar elini omzuna koyarak uğurladı. Bayur birkaç gün sonra ayrılarak Kabil’e gitti.

    Bana öyle geliyor ki, bu atanma, Bayur’un yurda hizmet kaygısı, yalansız olarak Atatürk’e içki içmemesi öğüdü ve içmesine engel olma hareketinden ileri geliyordu. O Hikmet Bayur ki, sevgisini, saygısını hiç eksik etmediği Büyük Adama ‘İçme Paşam’ sözünü ilk söyleyebilmek cesaretini göstermiş, fakat bunu çok sevdiği Atatürk’ün yanından uzaklaştırılmak cezasıyla ödemişti. Nitekim Hikmet Bayur haklı çıkmış, Atatürk de sonunda içkinin fenalığını anlamış, fakat iş işten geçmişti.

    ARMSTRONG AZ BİLE YAZMIŞ

    Armstrong ADLI BİR YAZAR Atatürk hakkında yazdığı bir kitapta, O’nun içki âlemlerine de değinerek olumsuz ve yakışıksız yüklemelerde bulunuyordu. Hükümet o zaman bu nedenle kitabın yurda sokulmasını yasaklayan bir karar bile almıştı. Bir sabah Çankaya Köşkü’nün salonunda Atatürk kahvesini içerken, Hikmet Bayur, elinde bir kitapla geldi. Bayur, o dönemde Cumhurbaşkanlığı umumi kâtibiydi. Atatürk’e Hikmet Bayur’un geldiğini haber verdik. Atatürk’ün karşısına ilişen Hikmet Bayur’un halinde bir tuhaflık sezinlemiştik. Atatürk’e çok önemli bir meseleyi söylemekle söylememek arasında duraksadığı anlaşılıyordu.

    Atatürk, bakışlarıyla kitabı işaret ederek:

    -‘‘ Okuyun bakalım Hikmet Bey. Bakalım ne yazmış?’’dedi.

    Anlaşılan Atatürk’ün, Hikmet Bayur’un elindeki kitaptan önceden haberi vardı.

    Hikmet Bayur çok güzel İngilizce bilirdi. Sadece İngilizce konuşmakla kalmaz, İngiliz edebiyatı hakkında da geniş bir bilgiye sahipti. Hemen İngilizce kitabı açıp, çeviri yapar gibi değil de, sanki Türkçe yazılmış bir kitabı okumanın rahatlığı içinde Türkçe okumaya başladı. Atatürk’ü bazen kaşları çatılarak, bazen hayret belirtisiyle Hikmet Bayur’u dikkatle dinliyordu.

    Armstrong, Atatürk’ün içki âlemlerini oldukça ağır sözcüklerle anlatıyor, fakat buna ilişkin bölümün sonunda, ‘Böyle olduğu halde yurdunu ve ulusunu ilgilendiren her hangi bir olay çıktı mı, hemen içkiyi ve eğlenceyi bir yana bırakıp, aslan gibi kükreyerek pençesini o olayın üzerine atmasını bilir,’ demekten de kendini alamıyordu.

    Atatürk, kitabın burasında söze karıştı. Biz, kızacak,’ Kapat şu kitabı, yeter. Halt etmiş bunları yazmakla!’ diye bağıracağını sanıp korkmuştuk. Oysa Hikmet Bayur’a şöyle dedi:

    -‘‘ Bu kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla Hükümet hataya düşmüştür. Bu zat bizim yaşadığımız safahatı eksik bile yazmış. Bu eksikliği ben tamamlayayım da, kitaba eklensin, memleket de kitabı okusun’’

    Sonra Hikmet Bayur, yeniden kitabı kaldığı yerden okumaya başladı. Atatürk, yine büyük bir dikkatle dinliyordu. Bir başka bölüme geçilmişti. Hikmet Bayur’un birkaç sayfa atladığını fark eden Atatürk:

    -‘‘ Ne var ki o kısımda, sayfaları atladınız?’’ diye sordu. Hikmet Bayur, çekingenlik içinde: ‘paşam, izin verirseniz burasını okumadan geçeyim’ dedi.

    Atatürk iyice meraklanmıştı:

    -‘‘ Nedir yahu, bu atlamak istediğiniz? Adam ne söylemiş, ne yazmışsa hepsini bilelim. Okumaya devam…’

    Atatürk okutmakta ısrar, Bayur okumamakta inat ediyorlar, aralarında sessiz bir çkişme geçiyordu. Atatürk sonunda biraz sertçe:

    -‘‘ Ne diyor bu adam bizim için? Hakaret mi ediyor? Hayvan mı diyor?’ diye sordu.

    Hikmet Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırdı. Cümleleri kekelemeye başladı. Artık kaçamak yol

    kalmamıştı onun için. Okumaktan başka çaresi yoktu.

    -‘‘ Paşam,’’ dedi.’’ Sizin Kastamonu’da şapkayı başınıza ilk giydiğinizi anlatırken ağır kelimler kullanmış.’’

    Atatürk, Armstrong’un bu sözlerine kızmak şöyle dursun, neşelenmişti bile.

    -‘‘ insanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan gibi deriz. Bu da onun gibi. Canı istemiş, böyle düşünmüş bizi. Neyse fena değil. Haydi, okuyun, daha neler var içinde bakalım? Bayağı eğlenceli kitap,’’ dedi.

    Atatürk’ün ne büyük hoşgörü sahibi olduğunu o gün bir kez daha anlamıştım. Büyük bir olgunluk içinde olayların ışığı altında kendi değer ölçülerini, görüşünü, geçmiş olayların ışığı altında kendi değer ölçülerine vurarak kıyaslıyordu.

    UYKU DÜŞMANI

    Atatürk uykuyu sevmezdi. Uyanık geçirdiği zaman, uykuda geçirdiğinden çok fazladır. Bir insan yaşamına sığdırılamayacak gibi imkânsız görünen büyük işleri başarısı, bu yüzden kolay olmuştur.

    Atatürk, yirmi dört saatlik yaşantısının hiçbir zaman bir programa sığdırmak istememiş, ani kararlarla o anda aklına gelen şeyi yapıvermiştir. Savaştan ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da memleket işleri yoluna girdiği dönemde de, sınırlı bir yaşamın içine girmemiştir. Daima dinç ve uyanık tutmaya çalıştığı asap ve enerjisi de O’nu uyutmazdı.

    Atatürk’ün yaradılışı da, çerçeveli bir yaşama girmesine engel olmuştur. Gerek Çankaya’da, gerekse Dolma bahçe’de oturdu sıralar, gezilerinde, halk arasına serbestçe girip çıkmasında belirli bir program uygulamamıştır. Uykunun dostu değil, adeta düşmanıydı diyebilirim. Ünlü ‘Sofa’sı bu nedenle sabahlara dek sürer, davetliler birer ikişer çekilip gider, O ise sabah güneşini görmeden yatağına girmez uyumazdı.

    Bir gece sabaha karşı, sofradakiler dağıldıktan sonra kendisine yatması için adeta yalvaran Başyaver Cevat Abbas Gürer’e, uykuda geçirdiği zamana acıdığını söyleyerek şöyle demişti:

    -‘‘ Hayat pek kısa. Çocukluk ve mektep hayatı bir kısmını alıp götürüyor. Geriye kalanını da uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda gerekli dinlenme gıdasını verecek komprimeler icat olsa ne iyi olurdu. Fakat bir gün bu da olacaktır. Nitekim tıp ilimi, kimya, uyutmak için çok güzel ilaçlar yapmaya başlamıştır.’’

    Atatürk’ün uykuya karşı bu alerjisi, askerlik döneminden kalmış. Çanakkale’den beri yaverliğini yapan Cevat Abbas şöyle anlatırdı:

    -‘‘ Atatürk muharebe sahalarında katiyen uyumazdı. Siper muharebelerinde de tetik yatmak kaydıyla seyyar karyola elbiseyle uzanır, bir gözü açık, bir gözü kapalı uyurdu. Tabii buna uymak denirse. Kafkas Cephesinde Buğlan Gidiği muharebelerine yetişmek için otuz altı saat hayvan sırtından inmeden yürüyüş yapmış ve iki gün hiç gözünü kırpmamıştır. O acı mütareke günlerinde uykusuzluğu sürekli olan Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basışından Lozan Barışının imzasına dek gece uykusu görmedi diyebilirim.’’

    UYKUSUZLUK REKORU

    Atatürk için ‘içkiyi bırakamaz’ diyenler, acaba bir gün gelip aldanacaklarını hiç düşünmemişler midir? O’na içkiyi bıraktırmak isteyenler, o zaman kim bilir nasıl şaşırmışlardır. Evet, bu kadar içki kullanan ve ondan ayrılmaz görünen adam, üç ay hiç rakı içmeden durabiliyor.

    Atatürk hiç Kimsede bulunmayan büyük bir irade gücüne sahipti. Eğlenmesini de, içmesini de, çalışmasını da çok iyi bilirdi. Büyük Nutku’nu yazarken ben bunun tanığı oldum. Akşamları yine sofraya kuruluyor, herkes karşısında yiyor, içiyor; fakat O, ağzına bir damla bile içki koymuyordu. Hatta yemek yerken herkesin içişini gülümsemeyle seyredişi hala gözümün önündedir. Oysa ben, içkiye alışkın insanların bir gün bile içmeden duramayacaklarını sanırdım. Atatürk’ün tam üç ay kendi isteğiyle içkiye boykotuna benimle birlikte tüm çevresindekiler de şaşıp kalmışlardı. Bu da O’nun görev aşkını ve sorumluluğunu, alışkanlıklarının ve beğenilerinin de üstünde tuttuğunun en güzel örneklerinden biridir.

    Atatürk’ün sevdiği ve güvendiği insanlardan otuz beş yıllık arkadaşı İzmit milletvekili Süreyya Yiğit, bir anısında şunları yazmıştı:

    -‘‘ Atatürk, büyük işler hazırlarken asla alkole ilgi göstermezdi. Nitekim Erzurum’dayken biz içerdik. O içki teklifimizi kabul etmez, kahve içmekle yetinirdi. Korkunç derecede bir irade gücü vardı. İçkiyi irade zaafından değil, düpedüz sarhoş olmak için içerdi.’’

    Çankaya Köşkü’nde Büyük Nutku’nu hazırlarken hiç içki içmediği gibi, kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazı dikte ettirişini de hatırlarım. Öyle ki, yazı yazmaktan yorulan değişiyor, fakat O, binlerce belge arasından ayırdığı notlarıyla büyük eserini tamamlamak için uykusunu bile vermekten çekinmiyordu. Böyle zamanlarda, yazdıklarını sofrada arkadaşlarına okutur, sonra yine eski köşkün çalışma odasına geçer, kâh oturarak, kâh ayakta çalışmalarını sürdürürdü. Nutuk, çalışmanın, insan gücünün nasıl üstüne çıkışını gösterdiği için, ayrı bir önem de taşımaktadır.

    Atatürk’ün hiç uyumadan üç gün durabildiğini de, görmüş ve gözlerime inanamamıştım. Cephe de değildik, savaş da yoktu. Uykusuzluğu gerektirecek önemli bir olayla da karşı karşıya bulunmuyorduk. Fakat O, bir işe, ama ciddi bir işe başladı mı, onun sonunun geldiğini görmeden asla rahat edemezdi.

    Atatürk, çalışmaları sırasında yer ve zaman öğeleriyle ilgili değildi. Nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, yurt çıkarlarını kapsayan bir görev belirdi mi, onu yerine getirmeye çalışırdı. Gezileri sırasında trende, ya da otomobil içinde evrak açtırarak çalıştığı çoktur. En keyifli eğlene anında sofrada bile karşısında görevlilerden birini gördü mü, sohbeti, konuşmayı hemen yarıda keser, ‘Beni mi istiyorsunuz?’ diye kalkıp giderdi. Ülke işlerini her şeyin üstünde tutardı. Eline aldığı herhangi bir işi de yarım bırakmaz, bitirmeden rahat edemezdi. Bazen hiç durmadan okuduğu, kırk sekiz saat aralıksız çalıştığı da olmuştur. Çankaya Köşkünde eline geçirdiği bir tarih kitabını bitirmek için iki gün, iki gece hiç yatağa girmemiş, şezlongda dinlenmekle yetinmişti. Yalnız kaldığı, ya da okuduğu zamanlar masaya pek iltifat etmez, koltuğa bağdaş kurup oturmayı daha çok severdi.

    Tarihle uğraştığı sıralarda. Atatürk içerde çalışıyor, ben kapıda oturmuş bekliyordum. Ara sıra uyumamak için banyoya girip, yüzüme su vuruyor, sonra anahtar deliğine gözümü uydurup, bir post üzerinde yüzükoyun uzanıp Nutku hazırlayan Atatürk’ü gözetliyordum. Saat sabahın beşine geliyordu. Uykumu dağıtmak için elime bir kitap almıştım. Adı ‘İzmir’in İşgali’ idi. Çok meraklı olan bu kitaba kendimi kaptırdığım halde, tüm uğraşım boşa gitmiş, şafak sökerken dayanamamış, yorgunluğun etkisiyle uyuya kalmışım.

    Bu sırada Atatürk zile basmış, fakat ben koltukta derin bir uykuya daldığım için uyanamamışım. Zille uyandıramayınca, kendisi çağırmak zorunda kalmış. Bir de baktım ki, kapıyı aralamış:

    -‘‘Çelebi, Çelebi.’’ Diye sesleniyor.

    Hemen yerimden fırladım:

    -‘‘Paşam. Emriniz…’’ diyebildim.

    Ama bendeki korkuyu varın siz hesap edin. Bağıracak, parlayacak diye ödüm kopuyordu. Ellerimi önüme kavuşturmuş, bekliyordum. Fakat nedense kızmadı. Gayet sakin yüzüme bakarak:

    -‘‘ Bana bir kahve getiriniz,’’dedi.

    Söyleyecek hiçbir şey kalmamıştı. Sadece kekeleyerek,

    -Paşam, uymadım. Kitap okurken içim geçmiş.’’diyebildim.

    Gidip arkadaşları kaldırdım. Hizmeti devrettim ve yatmaya gittim.

    Akşam nöbet sırası yine bana gelmişti. Üçüncü gecedir ki, Atatürk gözünü kırpmıyordu. Kütüphanede yere serili bir postun üstüne uzanıyor ve çalışıyordu. Notların arasına gömülmüştü. Yerler tarih kitaplarıyla doluydu. Sadece duş yapıyor, kurulanıp tekrar odaya kapanıyordu. Yemeği bile kütüphaneye getiriyorduk. Yüzü hafif süzülmüş gibi geldi bana.

    Çankaya Köşkü’nde sofra kuruldu. Bu on altı kişilik bir sofraydı. Konuklar gelerek yerlerini aldılar. Sabah ki uyku olayını unutmuştum bile. Tam içki faslı başladığı zaman, konuklara dönerek:

    -‘‘ Bu çocuk dün gece sabaha kadar beni bekledi,’’dedi.

    Birden koltuklarım kabardı, önüme baktım. Konuklar bana biraz da kıskançlıkla bakarken Atatürk:

    -‘‘ Öyle ama sabaha karşı uyuyarak beklemiş,’’ demez mi?

    Sonra ‘‘Senin uykusuzluğa tahammülün yok’’ diye alay etmeye başladı. Canım çok sıkılmıştı. Önceleri ‘Çelebi işini bilir Paşam,’ diye beni öven konuklar da hep birden gülmeye başladıklarından utanç içinde kıvranıyordum. İçimden kendi kendime nasıl da kızıyordum. Saat sabahın beşine kadar uyuma da, ondan sonra uyu.

    Bu olay bana ders oldu. Atatürk’ün o tarihten sonra üç gün süren büyük uykusuzluk geçirdiğini hatırlamıyorum. Fakat geç saatlere dek kaldığı vakitler de bütün dikkatimi kullanarak uykuyu aklıma bile getirmemeye çalışmışımdır. O birkaç dakikalık uyku, bende unutulmaz bir anı bıraktı. Büyük adama hizmetin zor olduğunu bir kez daha anlamış oldum.




  • http://www.haber7.com/haber/20080912/Ataturkle-yeniden-tanisma-zamani.php

    Yorumları okuyunuz.Titreyelim ve kendimize gelelim.
  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.