MİLLİ MÜCADELE Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda memleket tam anlamıyla düşman nüfuzu altına girmeye başlamıştı. Gittikçe artan yabancı baskısının etkisi altında hükümet zayıflıyor, bir yandan da ordu terhis edliyordu. Yurdun kurtulacağından umutlarını kesenler, şimdi yalnız kendi canlarının kaygısına düşmüşlerdi. Atatürk, bir süre Pera Palas Oteli'nde kalarak oradaki yabancılarla görüştü; onlara yurt davalarını anlatmaya çalıştı. Sonra, Şişli'de bir eve yerleşti (şimdiki Atatürk Müzesi). Burada güvendiği arkadaşlarını topluyor, onlara görüşlerini aşılayarak, yurdun kurtuluş yollarını gösteriyordu. Bu sırada, Sofya'da ataşeyken yazdığı "Zabit ve Kumandanla Hasbihal" adındaki küçük kitabını da yayınladı. 19 MAYIS 1919 30 Nisan 1919 tarihinde, Atatürk 9. Ordu müfettişliğine atandı. İlgili makamlarla görüşerek, yetkilerini belirten yönetmeliği kendi eliyle hazırladı. Bu arad, bölgesi içindeki ve yakınlardaki mülkiye amirlerinin de direktiflerine uyması için, gerekli bildirilerin yapılmasını sağladı. Atatürk artık, askeri, mülki müfettiş yetkisini elde etmişti. Şimdi birlikte çalışacağı arkadaş bulmaya uğraşıyordu. Atatürk, harekete geçmeden önce bir takım hükümet büyükleriyle, yabancı komiserleri ziyaret etmeyi ihmal etmedi. Ancak, bu davranışları yüzünden kendisinden kuşkulanılmaya başlandı. O zaman hükümet reisi bulunan Damat Ferit Paşa bir yemek davetinde bu müfettişliğin içyüzünü anlama çalıştı. Yemekten sonra, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olan Cevat Paşa, gizlice: "Bir şey mi yapacaksın, Kemal?" diye sorunca, Atatürk: "Evet Paşam, bir şey yapacağım." karşılığını verdi. 15 Mayıs 1919 günü, Yunanlılar İzmir'i işgal ettiler. Atatürk, veda etmek üzere Babıali'ye giderek nazırlarla görüştü. Çok üzgün görünen bu devlet büyüklerine "Celadet gösteriniz" tavsiyesinde bulundu. 16 Mayıs 1919 akşamı, küçük, eski bir gemi olan "Bandırma" vapuru ile yola çıktı. Bindiği geminin batırılacağı haberi kendisine verilince de: " Burada kalıp tevkif edilmeye, denizde boğulmayı tercih ederim." diye karşılık verdi. Atatürk 19 Mayıs 1919 pazartesi günü Samsun'da Anadolu toprağına ayak bastı. Bir hafta kadar orada kaldıktan sonra, 25 Mayıs 1919'da Havza'ya gitti. İlk işi, Pontus hayali peşinde koşan Samsun ile dolaylarındaki Rumlar'ı yola getirip, güvenliği sağlamak oldu. Atatürk'ün çok iyi tanıdığı yurtseverler Müdafaa-i Hukuk cemiyetletleri ile beledeyiler aracılığıyla onu başa geçirmek istiyorlardı. Atatürk milli kurtuluş davası yolunda düşündüklerini uygulamaya, bir yandan da halkla yakın ilişkiler kurmaya başladı. Güçlü kişiliği sayesinde çevresinde büyük kitleler birikiyor, düşman çizmesi altında inleyen yurttaşlarının acısını duyan halk ondan bir şeyler bekliyordu. Atatürk, 28 Mayıs 1919 tarihinde Havza'dan, idare amirlerine, komutanlara, milli örgütlere gizli birer genelge gönderdi; Türk Milleti'nin içine düştüğü ölüm tehlikesini, yurdun dört yandan düşmanla, ihanetle çevrilmiş olduğunu anlattı. Halkı mitinglere, kurtuluş fikri üzerinde birliğe, milli heyecanlara teşvik etti. Ertesi gün kolordulara bir ordu emri göndererek, her yerden gelebilecek istila ordularına karşı ne sistemle savunma yapmaları gerektiğini anlattı. Son olarak da, Türkiye'yi büyük devletlerden birinin himaysei altına sokmak isteyen Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya bir protesto telgrafı çekti. Damat Ferit İtilaf (Anlaşma) Devletleri'nin Paris'te topladıkları barış konferansına gitmeye karar verince de, onu şiddetle protesto etmek amacıyla yeniden genelgeler çıkardı. Milletin Atatürk'ün çevresinde toplanmaya başladığını gören düşman, onu İstanbul'a aldırtması için, Osmanlı Hükümeti'ne baskı yapmaya başladı. Atatürk, Harbiye Nazırı'nın çağrısını kabul etmeyerek üzerine aldığı işi sonuna kadar yapmaya çalışacağını bildirdi. Mütareke hükümleri gereğince Diyabakır'da toplanan onbinlerce tüfek mekenizmasını Samsun'a getiren kervana da el koydu. ERZURUM VE SİVAS KONGRELERİ Atatürk artık vakit geçirmeden Ulusal Savaş'a girişmek istiyordu. Anadolu'nun en emin yerlerinden biri olan Sivas'ta, "Ecnebi devletlerin nüfuz ve tesirden tamamiyle azade kalarak, milletin gür sesini cihana duyurmak üzere" bir kongre toplanmasına karar vermişti. 1919 Haziran'ında tarihi bir genelge hazırlayarak, milleti birlikte çalışmaya çağırdı. Bu genelgede, yurdun tehlike içinde bulunduğuna, gerek vatanın, gerek milletin bu büyük tehlikeden ancak kendi azmi sayesinde kurtulabileceğine değindikten sonra, Sivas'ta toplanacak büyük kongreden söz ediyordu. Bu arada Dahiliye Nazır''ı Ali Kemal de, valilere, mutasarrıflara gizli birer telgraf çekmiş, Mustafa Kemal'in azledildiğini, hiçbir sıfatı kalmamış olduğunu, emirlerinin dinlenmemesini bildirmişti. Öte yandan, Atatürk de, Elazığ Valiliği'ne gitmekte olan birinin kendisini yakalatmak üzere tertibat aldığını duymuş, gizlice Sivas'a doğru yola çıkmıştı. Atatürk 27 Haziran 1919'da Sivas'a vardı. Orduyla halk onu candan karşıladılar. İlk işi, Elazığ Valisi Ali Galip'i sorguya çekmek oldu. Ali Galip, ondan özür dileyerek, görünüşte devletin adamı sayılsa bile, aslında yalnız ona hizmet etmek istediğini söyledi. Atatürk, Sadrazam ile Harbiye Nazırı'na telgraflar çekerek, kendisine karşı girişilen hareketleri protesto etti. Öte yandan, valilere de birer telgraf çekerek, milletin hizmetinde olduğunu, vatanı kurtarmak için çalışacağını bildirdi. Atatürk, temmuz başlarında Erzurum'a geçti. Orada, çevresindekilere şöyle diyordu: "Yapılacak işin resmi makam ve üniformaya sığınarak idaresi kabil değildir. Bu tarzın bir derecesi olabilir. Fakat, artık o devir geçmiştir. Alenen ortaya çıkmak ve milletin hukuku namına yüksek sesle bağırmak, bütün milleti bu sevdaya iştirak ettirmek lazımdır." Atatürk, bu sözleriyle, milli kurtuluş için ortaya atılmak kararında olduğunu anlatıyordu. Onlar da Atatürk'e her emrini yerine getireceklerine dair söz verdiler. Atatürk, Erzurum'da askerlikten ayrıldı. Bu arada, hem padişah adına Mabeyn Başkatibi'nden hem de Haribiye Nazırı'ndan telgraflar aldı. Bu telgraflarda, davranışlarının yabancıların dikkatini çektiğine değinilerek, faaliyetlerinden vazgeçmesi bildiriliyordu; ayrıca, iki ay izinli sayıldığı, istediği yerde dinlenebileceği de belirtiliyordu. Atatürk, bu iki telgrafa da karşılık vererek, Anadolu'dan ayrılamayacağını bildirdi. Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da toplantılarına başladı, 7 Ağustos 1919'da sona erdi. Bu kongrede birçok kararlar alındıysa da, en önemli düşman işgaline karşı koyma kararıydı. Kongre, ayrıca, bir de Heyet-i Temsiliye kurulmasına karar verdi. Bir ay geçmeden, 4 Eylül 1919'da Sivas Kongresi toplandı. Kongrenin başlıca konusu gene Erzurum Kongresi'nde görüşülen noktalar oldu. Atatürk, Heyet-i Temsiliye Başkanlığı'na seçildi. Bu sıralarda, Türkiye'deki durum üzerinde araştırma ve soruşturmalarda bulunmak amacıyla, Harbord adında bir Amerikan generali de Sivas'a gelmiş bulunuyordu. General Harbord Sivas'ta Atatürk'le görüştü. Atatürk ona kurtuluş savaşının amacını anlattı. Amerikan generali bu savaşta başarı kazanamazsa ne yapmayı düşündüğünü sorunca, Atatürk ona milletin "Ya kurtuluş, ya ölüm!" azmini belirten şu veciz karşılığı verdi:"Bir millet mevcudiyet ve istiklalini temin için tasavvuru kabil olan teşebbüsat ve fedekarlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Binaenaleyh, millet hayatta oldukça ve fedekarlıkta devam eyledikçe, başarısızlık bahis mevzuu olamaz." BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TOPLANIYOR Başbuğ Atatürk, Heyet-i Temsiliye'nin başında olarak, 18 Aralık 1919'da Sivas'tan Ankara'ya doğru yola çıktı. Kayseri'ye, Kırşehir'e uğrayıp halkla görüştü. 27 Aralık 1919'da da ilk kez olarak Ankara'ya geldi. Başbuğ Atatürk, Ankara'yı milli hareketin merkezi haline getirmekte gecikmedi. 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi'ni toplayıncaya kadar Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak savaştı. Bu arada, çok ağır koşullar altındasınırlarımızı kuşatan düşmanla çarpışıyor, bir yandan da İstanbul Hükümeti ile, bu hükümetin Anadolu'da ayaklandırmış olduğu asilerle uğraşıyordu. Anlaşma (İtilaf) Kuvvetleri, 16 Mart'ta İstanbul'u işgal altına almış, 150 Türk aydınını tutuklamışlardı. Ayrıca, kukla bir hükümet haline gelen Osmanlı Hükümeti'ne "Kuva-i İnzibatiye" adında bir kuvvet kurdurarak, kardeş kanı döktürmek üzere bu kuvveti Anadolu içlerine göndermesini sağlamışlardı. Buna karşılık, Atatürk de işgal altındaki yerlerde bulunan bütün subayları, milletvekillerini Anadolu'ya çağırdı; gazetelere bildiriler göndererek, ulusal bilinci uyandırmaya devam etti. Değerli kişiliği sayesinde, çok geçmeden çevresine fikir, beden ve silah kuvvetlerini toplamayı başardı. 23 Nisan 1920'de, Büyük Millet Meclisini açtı; meclisin kurulduğunu, askeri, mülki yönetimin artık Millet Meclisi'nin elinde olduğunu yabancı devletlerin dışişleri bakanlarına bildirdi. Başbuğ Atatürk, Büyük Millet Meclisi'nin 19 Ağustos 1920 tarihindeki toplantısında, Sevres(Sevr) Antlaşması'nı imzalayan Osmanlı Hükümeti ileri gelenlerini vatan haini ilan etti. Bu antlaşmayı tanımadığını, Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin bu antlaşma hükümlerini kabul etmediğini bildirdi. 24 Eylül'de Taşnakçı Ermenistan Türk topraklarına karşı saldırıya geçti. 28 Eylül'de karşı saldırıya geçen Şark Cephesi'ndeki Türk kuvvetleri, üst üste zaferler kazanarak, Sarıkamış, Kars ve Gümrü'yü düşmandan geri aldılar. 18 Kasım'da savaş bırakışması (Mütareke) ilan edildi; 2/3 Aralık gecesi de "Gümrü Antlaşması" imzalandı. Böylece, Atatürk'ün önderliğiyle, kişisel çabaları ve faaliyetleriyle kurmuş olduğu yeni hükümet, kendisini bütün dünyaya tanıtmış oluyordu. KURTULUŞ SAVAŞI Artık, yurdu düşmanlardan kurtarmak için savaşma zamanı gelmişti. Atatürk'ün sarsılmaz azmi ile olayları etkileme yeteneği, çevresindekilerde zaferin kesinlikle kazanılacağı inancını uyandırıyordu. Nitekim, arka arkaya kazanılan "İnönü Zaferleri" milletin inancını büsbütün kuvvetlendirmişti. Anadolu'da kurulan, gerçek gücünü milletin özgürlük aşkından, kahramanlığından alan Anadolu Hükümeti, günden güne kuvvetleniyor, düşman için büyük bir tehlike haline gelmeye başlıyordu. İkinci İnönü Savaşı'ndan sonra, Başbuğ Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'nin adayları arasından gelen Büyük Millet Meclisi ileri gelenleri arasında bir hizipleşme başladığını gördü. En küçük sorunlarda bile oylar dağılıyor, görüş birliği, heyecan birliği gitgide yitiriliyordu.Bu ayrılıklar, bu bölünmeler Atatürk'ün gözünden kaçmıyordu. Misak-ı Milli konusunda bir araya geliveren Meclis üyeleri, "Teşkilat-ı Esasiye" kanunun maddeleri söz konusu olunca birbirlerine girivermişler, büyük anlaşmazlıklar başgöstermişti. Atatürk, zaman zaman meclis arkadaşlarını teker teker uyarmaya, inandırmaya çalışıyor, çok kez bu uğurda kişisel etki gücünü kullanmak zorunda kullanıyordu. 10 Mayıs 1921'de, Öğretmen Okulu'nun konferans salonunda 151 milletvekilini toplantıya çağırarak "Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Meclis Grubu"nu kurdu. Bu grubun başkanlığına gene kendisi seçildi. Grup, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin görevi sona erene kadar iş başında kaldı, kararların daha kolay alınmasında büyük yararlar sağladı. Bu arada, Türk Yurdu'nun düşmanları da boş durmamış, Atatürk'ün başarılarını ancak onun vücudunu ortadan kaldırmakla önleyebileceklerini düşünerek harekete geçmişlerdi. Nitekim, Mustafa Sagir adında bir Hintli'yi "Hint Müslümanları Temsilcisi" sıfatıyla, Atatürk'e suikast yapmak üzere Anadolu'ya gönderdiler. Atatürk, adamdan kuşkulanarak onu göz altına aldırdı. Çok geçmeden de bu casus tutuklanarak, Ankara İstiklal Mahkemesi"nin kararıyla idam edildi. SAKARYA ZAFERİ Başbuğ, bir yandan iç işlerle uğraşıyor, bir yandan da yeni bir savaşın hazırlıklarını yapıyordu. Yunanlılar Sakarya çevresinde saldırıya geçmişlerdi. Atatürk, 5 Ağustos 1921'de Büyük Millet Meclisi'nden başkomutan olarak yetki aldıktan sonra, 12 Ağustos'ta Polatlı'daki cephe karargahına gitti. Savaş 23 Ağustos'ta başladı. Geceli-gündüzlü üç hafta sürdü. Bu savaşın kazanılmasında başbuğ Atatürk'ün sarsılmaz isteminin çok büyük payı oldu. Savaşın ilk günlerinde cephemiz zaman zaman bozuluyordu. Başbuğ, "Sakarya Savaşı"nın bu çetin günlerini şöyle anlatıyor: "Meydan muharebesi 100 kilometrelik cephe üzerinde cereyan ediyor, sol cenahımız Ankara'nın 50 kilometre cenubuna kadar çekilmişti. Ordumuzun cephesi garba iken cenuba döndü, arkası Ankara'ya iken şimale verildi. Tebdil-i cephe edilmiş oldu. Bunda hiç beis görmedik. Hatt-ı müdafaalarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat, derhal kırılan her kısım en yakın bir mesafede yeniden tesis ediliyordu. Hatt-ı müdafaya çok rapt-ı ümit etmek ve onun kırılmasıyla ordunun büyüklüğü ile münasip uzun mesafe geriye çekilmek nazariyesini kırmak için, memleket müdafaasını başka bir tarzda ifade ve bu ifademde ısrar ve şiddet göstermeyi faydalı ve müteessir buldum. Dedim ki: Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için, büyük, küçük her cüz-i tam bulunduğu mevziden atılabilir fakat, küçük, büyük her cüz-i tam ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip, muharebeye devam eder!" "ÖLMEZ BU VATAN..." Bu savaştan sonra, Büyük Millet Meclisi Atatürk'e "Gazi" ünvanı ile "müşir" (mareşal) rütbesini verdi (19 Eylül 1921). Sakarya Zaferi'nin Türkiye lehindeki etkileri çok geçmeden görülmeye başlamıştı. 13 Ekim 1921'de Kars Antlaşması, 20 Ekim'de de Fransızlar'la Ankara Sözleşmesi imzalandı. Böylece, doğu ve güney sınırlarımız Misak-ı Milli esasları içinde tanınıyor, güneydeki Fransız işgal kuvvetlerinin de yurttan çekilmesi sağlanmış oluyordu. Düşmana son ve kesin darbeyi vuracak büyük taarruz için Atatürk bir süre beklemeyi ugun görüyordu. Bu konuda Büyük Millet Meclisi'nde hayli tenkide uğradıysa da hepsine inandırıcı karşılıklar vermekten geri kalmadı. Büyük taarruzun gecikmesinin en büyük nedeni, hazırlıkların daha tamamlanmamış olmasıydı. Atatürk, 1 Mart 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üçüncü çalışma yılı başlarken verdiği söylevini şair Mithat Cemal'in: Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta, Çekmez kürenin sırtı bu tabut-u cesimi beyiti ile bitirerek, kurtuluş azmini bir kez daha belirtmiş oldu. BAŞKOMUTANLIK MEYDAN AVAŞI Başlayacak büyük taarruzun hazırlıkları Ağustos içinde iyice hızlandı. Başbuğ Atatürk komutanlarla gizli görüşmeler yapıyordu. Zaten, daha Haziran ayında taarruz kararı verilmiş bulunuyordu. Başbuğ, taarruzun tam bir baskın şeklinde olması için, gereken bütün dikkati gösteriyordu. 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı saat 5:30'da büyük tarruz başladı. Tarihimize "Başkomutanlık Meydan Savaşı" adıyla geçen bu çetin savaş 30 Ağustos 1922'de son buldu. "ORDULAR, İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR, İLERİ!" Artık, düşman yenilmiş, zafer kazanılmıştı. Büyük Başbuğ düşmanın ardını bırakmamak kararındaydı. Bu amaçla, 1 Eylül 1922'de: "Ordular, ilk hedefiniz akdenizdir, ileri!" emrini verdi. Bozulan düşman ordusu, şahlanan ordumuzun önünden kaçıyor, Anadolu adım adım düşmandan temizleniyordu. Bu büyük başarının sonucu olarak, Anlaşma (İtilaf) Devletleri savaş bırakışması (mütareke) teklif etmekte gecikmediler. 1 Ekim 1922'de Mudanya Mütakeresi imzalandı. 15 Ekim'de de yürürlüğe girdi. Atatürk, 1 Kasım 1922'de Meclis'ten çıkardığı bir kanunla, Osmanoğulları'nın saltanatına son verdi. Son Osmanlı hükümdarı 6. Mehmet (Vahidettin), 17 Kasım 1922'de İstanbul'da İngilizler'in "Malaya" savaş gemisine sığınarak, memleketten ayrıldı. 14 Ocak 1923'te Atatürk annesini kaybetti. Zübeyde Hanım - Atatürk'ü yetiştirmiş olan bu zeki, okumuş kadın- İzmir'de vefat etmişti. 29 Ocak 1923'te Atatürk, İzmir'de Uşaklıgil ailesinden Latife Hanım ile evlendi. Bu evlenmeyi annesi de çok istemişti. Atatürk, evlenmesi sırasında eski gelenekleri büsbütün bırakarak, Perşembe yerine Pazartesi günü nikahının kıyılmasını istedi. Nikah törenin de Latife Hanım da bulundu ( Eski geleneklere göre, nikah kıyılırken, gelin de dahil olmak üzere, kadınlar bulunmazdı ). TÜRKİYE CUMHURİYETİ Başbuğ Atatürk, 8 Nisan 1923'te, Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti adına, yeni seçilecek meclisin ilkelerini dokuz madde halinde yayınladı. Halk Partisi'nin ana tüzüğünü teşkil eden bu ilkelerle, Meclis'e girecek olan milletvekillerinin parti ilkelerini de kabul etmiş olmaları gerekiyordu. Atatürk milletvekillerinin siyasal bir görüş birliğine varmalarını istiyordu. Atatürk, 23 Nisan 1923'te yeniden başlayan Lozan görüşmelerinibüyük bir dikkatle izledi. Ara vermeden gönderdiği direktiflerle, 24 Temmuz 1923'te antlaşmanın imzalanmasını, böylece askeri zaferin siyasal zaferle belgelenmesini sağladı. Artık, Misak-ı Milli sınırları içinde genç, bağımsız bir Türkiye kurulmuştu. İkinci Büyük Millet Meclisi 11 Ağustos 1923'te ilk toplantısını yaptı; Atatürk, oy birliğiyle, Meclis Başkanlığı'na seçildi. 13 Ekim 1923'te Ankara başken olduktan sonra, bir kabine buhranı baş gösterdi. Bu buhran Atatürk'e, Türkiye Hükümeti'nin yönetim şekli üzerinde çoktandır tasarlamakta olduğu cumhuriyet rejimini uygulama fırsatını verdi. Devletin yönetim şekli esasen cumhuriyetti ama, Atatürk, önce Misak-ı Milli'yi gerçekleştirmek istemişti. Başbuğ Atatürk, Fethi Okyar'ın başında bulunduğu İcra Vekilleri Heyeti'ni Çankaya'daki köşkünde toplayarak, istifa etmelerini bildirdi. Bu davranışıyla, Meclis'teki muhaliflerin kendi başlarına bir hükümet kurup yönetemeyeceklerini göstermek istiyordu. Gerçekten, Meclis'teki muhalifler, hükümeti ellerine almak büyük çaba harcadılarsa da, güvenebilecekleri bir Vekiller Heyeti listesi çıkarmayı başaramadılar. 28 Ekim 1923 akşamı Atatürk bir takım arkadaşlarını yemeğe çağırdı. Onlara: "Yarın Cumhuriyet ilan edeceğiz." dedi. 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci maddesinin sonuna "Türkiye Devleti'nin şekl-i hükümeti cumhuruyettir." hükmünü ekledi. Kanunun öbür maddelerinde yapılacak değişiklikler de ayrıca ayrıca belirtildi. 29 Ekim 1923 günü, Meclis, İcra Vekilleri Heyeti'ni seçmekte büyük zorluklara uğrayınca, Atatürk'e akıl danıştı. Atatürk, bir takım milletvekilleriyle görüştükten sonra, taslağını hazırladığı Cumhuriyet önergesini ortaya attı. Meclis, bu teklifi hemen o gün kabul ederek, saat 20:45'te Atatürk'ü alkışlar arasında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçti. |