Şimdi Ara

İntikamın Merhameti Yok. Olamaz da.

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
1
Favori
183
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Bu yazı, kendi iç hesaplaşmamdır.
    Kitabım İntikamın Merhameti ve yazım süreci ile ilgilidir.
    Bir gün bu konu altına gururla 'Evet, basıldı.' yazacağım.
    Buna ahiret gününe inandığınızdan daha az inanmayın.


    2013 senesinin yaz mevsimiydi.
    Ergenlik çağı.. vs. diye zırvalamayacağım. 2013 yazından evvel birkaç kere hikaye yazma deneyimim olmuştu, hatta yine 2012 senesinde Donanımhaber üzerinden yazdığım ancak tamamlayamadığım 'O' adlı öyküm bile vardı.

    2013 senesinin yaz mevsimiydi. Bir gün nereden aklıma esti bilmiyorum, defteri alıp kütüphanelerle ilgili bir basit bir hikaye karalamaya giriştim. 20-25 sayfa sonra bu hikayeyi de yarım bıraktım, çünkü konuyu o kadar uzatıyordum ki; bir kütüphane tasviri bile 3-4 paragraf sürüyordu. Arkadaşlarıma bu hikayeyi, daha önceki hikayelerimi okutmaya çalıştığımda her biri yarısına bile gelmeden sıkılıp bırakıyordu.

    Yarımın yarısı. Elde var sıfır yani. :)


    Sonra Yunanistan ve Akdeniz sevdam bastırdı. Okulum yeni açılmıştı, sanırım Ekim-Kasım ayları. 'Ateş Geçitleri' diye bir romanı da yeni bitirmiştim. Ve

    Ve tam.

    Ve tam o sıra karar verdim, bu kez hikayem bitecekti! Az da olsa, kötü de olsa, sıkıcı da olsa, Olsa da olsa; bitecekti. Bitmedi.

    Kasımın sonlarına doğru hikayemi yazdıkça şevkleniyor, şevklendikçe sanki beni hayata bağlayan yegane şey buymuş, sanki kudretli hayat damarlarımdan biri buna bağlıymış gibi yazıyordum. Yazmak, düşünmek nefes almaktan daha büyük ihtiyacımdı. İnsanların yüzüne bakıyor, onlarla konuşuyor, ders çalışıyor ama bu dünyada yaşamıyordum. Sanki Thefanos'un, Brutos'un yanına MÖ 350'lerin Yunanistanına taşınmıştım.

    Yakında savaş vardı yahu! Savaş! Daha büyük ne olabilir? Persler kadınlarımızın ırzına geçmek, çocuklarımızı kılıçtan geçirmek için geliyordu!

    Sabahları kalktığımda psikopatça fikirler aklıma doluyordu. Ya da belki de, o ana değin 'psikopatça normal' süregiden hayatıma ilk defa heyecanlı 'şeyler' katılmıştı.

    -250 bin kelimelik kitabımda bir tane bile 'Şey' kelimesi kullanmadım. Sanki kullandığımda şeytan beni kulaklarımdan çekip de cehenneme atacakmış gibi kaçtım 'Şeyden' -

    Şey şey şey. Kusana kadar yazdım değerli okur, daha ne diyebilirim. Yemeğe geç gidiyor, derslerimi aksatıyor, hatta ders dinlemiyordum yahu! Savaş vardı diyorum. Ne dersi? Kim neylesin dersi okur, Persler boynumu koparmaya geliyor?

    15 tatilde kitabım bitti sandım. 100 sayfa kadarlık bir şey çıkmıştı ortaya. Kitabımı google books'a koyduğum gece heyecandan uyuyamadım. Ekranın karşısına geçip 'RED' yazısını görmek için sabırsızca bekledim.

    Kimdim lan ben? Ne kitabı? Kıçı kırık bir velet 100 sayfa boyunca, tarihi yanlışlıklarla dolu saçma sapan şeyler karalayacak, romantizmin dibine dibine vuracak klişeleşmiş cümlelerinin ardı arkası gelmeyecek..

    Ertesi gün kitabım yayınlandı. O gece, buz gece bir kış havasında anasının koynuna sığınmış bir köpek yavrusu kadar güzel uyudum.

    Bundan sonra asıl hikaye başlar..

    Ben artık bir yazardım.

    Dünyanın kralıydım lan! Nobeli bana vermeyen en namert insan olsun! Cumhurbaşkanı önümde diz çökecekti oğlum! Kızlar bana hasta olacak diyorum, dinlesene! Okula bir varacağım, öğretmenler dizlerime kapanacak! Ooo dinlemiyorsun ki.

    Yazdıkça tekrar kıçımın üzerine oturdum. Yazın sonuna değin yazdım. Ortaya öyle bir senaryo koyuyor, öyle harika tasvirler yapıyor, olayı o kadar güzel yansıtıyordum ki..


    '' Hiç kendinize hayran olduğunuz oldu mu? Bakın gururlanmaktan filan bahsetmiyorum, bahsettiğim 'Hayran olmak'
    Kendine yetememek nedir hiç tattınız mı? Yazdıktan sonra yürümek bile aciz geliyordu bana yahu. Yürümek ne, yürümek..!? İlk insanda yürürdü. Ne biçim bi' meret bu. Yürümeyeceğim! Bana yakışmaz ki hem yürümek.. Yok, yok. En iyisi ben yürümekten vazgeçeyim.. Hem normal insanlardan bir farkım olsun değil mi, benim gibi yazamaz ki hiç kimse! Kime diyorum, Nobeli kabul etmeyeceğim lan! Yakışmaz bana. Hem Sartre'dan neyim eksik, o da kabul etmemişti! ''

    Yukarıdaki paragraf nasılsa benim o günlerdeki hayatım da öyleydi. Ne olduğunu bilmiyordum. Sanırım bazıları buna büyümek, ergenlikten çıkmak diyecek -bok yesinler- ama değildi. Bu başka bir şeydi. Sanırım Martin Eden'ın aşık olmaya başladığı ruh halindeydim. Ancak ortada bir sorun vardı.

    Ben kendime aşıktım.

    Temmuzda günde 2-3 bin kelime yazıyordum. Objektif olursam, Dünya tarihinin gördüğü en kutsal işlerden birini yapıyordum. Çünkü kaleme aldıklarım dünyayı değiştirecekti, dünyayı!

    İncil 1
    Kuran 2
    İntikamın Merhameti 3

    O an fark ettim ki, ben kendime aşık değildim.

    Ben yarattığım evrene aşıktım.

    O evrenden asla çıkmak istemedim. Çok sevdiğim ailemin yüzünü bile görmek istemiyordum! Aynalar paramparça olsundu, kendimi göremeseydim! Lanet olsundu Televizyona, bilgisayara! Ben istemiyordum bunları: Bana Yunanistanda kullandığım yayımı versinlerdi, başka bir şey istemezdim!

    Antik döneme gitmek için oturduğum ekran karşısında acı çekiyordum resmen! Evet evet, bu tarihin gördüğü en büyük çelişkiydi! Kutsandığım yıllara gidebilmek için nefret ettiklerime mecburdum! Bi' dakika yahu:

    Bu hayatın özeti değil miydi!?

    Ağustos başladığında son paragrafları yazmaya başlayacaktım.

    Yazmadım. Ders çalıştım.

    Ama dur!! Kitabımı bitirmem gerekirdi, 250 bin kelime, bin sayfa olmuştu! Ders çalıştım.

    Kitabım aklıma her geldiğinde acı çektim. Bilir misiniz, en son gözyaşımı okula başlamadan evvel dökmüştüm..
    Bu sene İntikamın Merhameti aklıma geldiği her vakit gözyaşı döktüm sonra da Ders çalıştım.

    (Ders konusu: İstediğim fakülteyi kazandım. Nokta. Başım göğe filan ermedi. Kendimi 'yazar olmak' için ders çalışmaya zorladım. Kusana kadar çalıştım. Kandırdım bir nevi kendimi. Nokta...)


    Tecavüze uğramış bir bakireydim ben. Şimdi de üstümü giyiniyordum, o kadar.

    Üstümü asla giyemedim.

    Şimdi, İntikamın Merhametinden bana kalanlar, 1000 sayfalık koca bir yığın.
    Olaylar, sanki eski birer anı'mmış gibi. Sanki hakikaten ben MÖ 346'da Perslere tuzaklar kurdum, hainleri öldürdüm, savaştım. Aristoyla tanıştım yahu, ona Felsefeyi ben öğrettim ben!

    Sanırsam Dünyayı değiştirdim. Sanırsam.







  • Hakikaten yok.

    ...
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.