Şimdi Ara

Fantastik Hikaye Severler (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
36
Cevap
4
Favori
2.599
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: BlooDy_ChiLd

    Neden başlıklar İngilizce?

    Bunu birinin soracağını düşünmüştüm. Üstünde çok düşündüm Türkçe mi yoksa İngilizce mi yazsam diye. En son İngilizce'ye karar kıldım. Yapmamın nedeni İngilizce özentiliği değil. Türkçe'yi beğenmemek gibi bir durum zaten söz konusu olamaz fakat bu tür fantastik hikayeler Türk edebiyatında çok olmadığından ötürü bu tür hikayelerdeki sözcük ve cümlelerin orjinali hep yabancı dilde. Bu nedenle İngilizce başlık hem daha orjinal duruyor hem de duyguyu orjinaline daha yakın yansıtabiliyor. Nasıl zengin Türkçe'deki bazı deyimler yabancı dillere tam anlamıyla çevrilemiyorsa fantastik edebiyatta da Türkçe karşılıklarının tam bulunmadığını düşünüyorum. Ve okurken de orjinaline ykaın hatta İngilizcem yeterse orjinalini okumaya çalışırım ki gerçekten hikayenin tadını alayım.
    Eğer dediğim gibi İngilizce takıntısından ve ya Türkçeyi beğenmemekten ötürü değil anlaşılmadığından ötürü ise yanlarına Türkçe karşılıklarını ekleyebilirim.




  • Şimdi dışarı çıkmak zorundayım akşam geldiğimde Part 7'ye kadar yazacağım en az geldiğimde de eleştiri ve önerileri dikkate alacağım okuyanlara şimdiden teşekkür ederim
  • Part IV – First Fight Against Evil

    Gecenin karanlığında çatırdayan ateşin önüne silahlarını dizmiş Sanelorian derin düşüncelere dalmıştı. Yalnız kaldığı her anda yaptığı gibi yine Tyr’e dua ediyordu. “Bana önümdeki savaş için güç ve cesaret ver Tyr! İçinde küçücük bir zerre bile kötülük barındıran her yaratığı öldüreceğim!”.
    Sanelorian tüm gece uyumamasına rağmen bu onu pek etkilememiş gibi görünüyordu. Sabahın ilk ışıkları açarken güçsüzleşmiş ateşin karşısında akşam bıraktıkları gibi buldular Sanelorian’ı. Eşyalarını toplayıp ateşi söndürmeye başladılar. Tam bu sırada Abbot “Şşşşş! Sessiz olun!”. Herkes pür dikkat dinlemek için sustu. Herkes sustuğu anda da ormanın içinden bir çıtırtı duyuldu. Herkes çıtırtıya doğru bakıp silahlarına davrandı. Tam bu sırada karşıdan üstlerine doğru gelen 3 Ork gördüler. Hemen yanlarında da normal bir köpekten kat kat büyük, köpeğe benzer bir yaratık vardı. Abbot çevikliği ve hızlı davranması sebebiyle daha yaratıklar yaklaşamadan devasa köpeğe okunu attı. Ok devasa köpeğin sırtına saplandığı anda köpekten acı bir inleme duyuldu. Bunu gören öbür Orklar ise grubun üstüne doğru koşturmaya başladı. Ram gelen Orklar’dan birine elindeki yıldızı fırlattı. Yıldız havada giderken ilginç sesler çıkardı fakat Ork’un yanından geçip ağaca saplandı. Sanelorian önünden yayını alıp bir Ork’a oku fırlattı. Ok hızla gidip Ork’un kolunu sıyırdı. Ork kolunu tutarak koşmaya devam etti. Bu sırada Orklardan biri Sanelorian’ın yanına varmıştı bile. Ork Sanelorian’a elindeki kılıcı savurdu fakat Sanelorian bir anda yana çekilerek bu darbeden kaçındı. Bu sırada Abbot diğer bir Ork’u omzundan okla vurdu. Ram koşturarak Sanelorian’a vurmaya çalışan Orka bir yumruk attı ve hızlı bir şekilde onu ateşe doğru fırlattı. Yere düşen Ork tüm ormanın duyacağı bir sesle inledi. Sanelorian yayını bırakıp kılıcını çekerken bir darbeden daha zar zor kaçındı. Üzerine koşan iki Orktan birine kılıcıyla vurdu.Öldürücü bir vuruş olmasa da karnını boydan boya çizmişti. Öbür Ork Sanelorianın kolunda bir çizik açabildi sadece. Tam bu sırada Abbot kılıcını çekti ve o da saldırmak için arkadaşlarının yanına koştu. Ram uzaktan iyice yakınlaşan yaralı devasa köpeği görünce ona doğru koşturmaya başladı. Bu sırada Sanelorian Orklardan birini haklamıştı fakat arkasındaki Ork kalkmış ve ona doğru geliyordu. Ork kılıcını savurdu. Sanelorian tam zamanında geriye çekilememesine rağmen zırhı sayesinde kurtuldu. Bu sırada Abbot kılıcıyla Sanelorianı öldürmeye çalışan Ork’u biçti. Ram arkada köpeğin üstünden atlayarak arkasına geçip köpeğe bir tekme vurdu. Köpek inleyerek yere çöktü. Bu sırada Sanelorian önündeki düşmanın kaçmak için arkasını dönmesinden faydalanarak son darbeyi indirdi. Bu öyle bir darbeydi ki Ork ölürken bir ses bile çıkaramadı. Kafasının üzerinden giren kılıç kafasını boynuna kadar iki parçaya ayırmıştı. Her taraf pislik ve kan kokuyordu. Hepsi hafif yaralar almıştı. Üstlerine kendilerinin ve Orkların karışımı kanlarla kalmışlardı. Kılıçlarından kan damlıyorken yerde yatan Orklardan hala kanlar akıyordu. Abbot hemen Orkların üzerini aradı. Pek işe yarayacak bir şey bulamadım diye bağırdı. Sanelorian bir kalkan bulmuştu. Kalkanın üzerindeki sembolü tanıyordu. Bu pis Orkların tanrıları Grumsh’tan başkasının sembolü değildi. Kalkanı hemen güçsüz ateşe attı ve ateşte yanmasın zevkle izledi. Daha sonra öbür Orklara bakarken birinin sırtında bir mızrak buldu. Bunu bir kötünün kullanmış olduğundan dolayı almak istemedi başta. Fakat daha sonra kötülüğü kendi silahıyla öldürmenin daha iyi bir fikir olduğunu düşündü ve mızrağı alıp sırtına koydu. Ram ağaca girmiş sivri yıldızını çıkardı. Yıldızda hiçbir bükülme yoktu. Bunu gören Ram kendini çok şanslı hissetti. Gerekli malzemeleri topladıktan sonra ormanın daha derinliklerine, bu Orkların kaynağını bulmak için yola çıktılar.
    Bu savaştan sonra Sanelorian anlamıştı ki Tyr uğruna verdiği bu savaşta bu iki dostun ona çok yardımı dokunacaktı. Savaşta arkasını kollaya Abbot’a, devasa bir köpeği bir tekmeyle indiren Ram’e artık çok daha fazla güven duyuyordu. Tyr’e bu savaşta ona güç verdiğinden ve böyle insanları karşısına çıkardığından dolayı teşekkür ettikten sonra yoluna devam etti.




  • Yok mu takip eden
  • Ben başlayacağım da meşgulüm biraz. Ama okuyacağım.
  • PART V – More Orc, More Fun

    Ormanın derinliklerine doğru devam ederken üstlerine sinmiş kan kokusu hala duruyordu. Pis kokunun farkına ancak savaş bittikten bir süre sonra varabilmişlerdi. Ama zaferin verdiği o muhteşem hissin yanında bu koku onlar için önemsizdi.
    Ormanda bir süre yol aldıktan sonra ormanın seyrekleşen bir kısmına yaklaştıklarını fark ettiler. Bu seyrek kısmın ilerisinde de bir mağara olduğunu fark etmeleri uzun sürmedi. Ağaçların arkasında gizlenmeye çalışarak mağaraya daha yakından bakmak için ilerlediler. Ormanın derinliklerinde adeta Orc’lar için yapılmış bir yer gibiydi burası. Mağaranın girişine bakıldığında içeri daha ne kadar derinleşebileceği hakkında hiç birinin tahmini yoktu. Fakat hepsi bunun çok büyük bir mağara olduğunun farkındaydılar. Mağaranın girişinin üstü dağlıktı. Dağlığa biraz daha dikkatli bakıldığında ise mağaranın başka bir girişi göze çarpıyordu. Alttaki büyük girişin önünde bir Orc oturmuş, kılıcıyla yerdeki toprağı eşeliyordu. Abbot “Önce nöbetçiyi sessizce indirmeliyiz. İçerde kaç kişi olduklarını bilmiyoruz.” Dedi sessizce. Ram ve Sanelorian kafalarını sallayarak onayladılar. Abbot sessiz hareketlerle nöbetçinin arkasına dolaşmak için gruptan ayrıldı. Ram ve Sanelorian ise mağaranın girişini gözlüyorlardı. Abbot tam Orc’un arkasındayken bir dala bastı. Orc son anda arkasını dönse de artık çok geçti. Abbot kılıcını Orc’un boynuna dayadı. Yere düşerken ses çıkarmaması için onu tutmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Çok fazla ses çıkmamasından dolayı içerdekilerin duyabileceğini düşünmeden Abbot’ın yanına geldi Sanelorian ve Ram. “Birinin gelme ihtimaline karşın nöbetçiyi canlı gibi göstermeliyiz.” dedi Ram. Sanelorian’sa Orc’un canlı gibi görüneceğine pek inanmasa da ona yardım etti. Birkaç dal parçasıyla dik tutmaya çalışsalar da bunda pek başarılı olamadılar. Çıkardıkları ufak tefek sesleri duyan birkaç Orc mağaranın girişine geldi. Bunu gören grup ormana doğru koşarak kendilerini daha iyi savunmak istediler ama çok geçti. İçeriden bir tanesi tek gözlü ufak tefek iki tanesi normal bir tanesi ise dev gibi bir Orc çıkmıştı. Tek gözlü olanın pis bir Shaman olduğunu anlamıştı Sanelorian. Büyük olan öbürlerinin iki katı kadar bir cüsseye sahipti. Büyük ihtimalle liderleriydi ve elinde kocaman bir balta taşıyordu .Abbot çevikliği sayesinde hemen ağaca tırmandı. Sanelorian ise silahını hazırda tutuyordu. Tam bu sırada ormanın içlerinden, yani arkalarında bir ses geldiğini duydular. Kafasını çeviren Sanelorian 3 Orc ve bir devasa köpeğin daha arkalarında olduğunu fark etti. “Bu pis yaratıkların bir tuzağı! Tyr bana güç ver!” diye bağırdı Sanelorian. Ve silahını sırtına koyup mızrağı tüm gücüyle normal Orclardan birine fırlattı. Mızrak hızla gidip Orkun göğsüne girdi ve ork devrildi. Tam o sırada ağaçtan hızla bir ok öbür Ork’a isabet etti. Ork acıyla inledi ve diz üstüne çöktü. Ram bu sırada arkada ki gruba doğru koştururken elindeki yıldızı devasa köpeğe fırlattı. Yıldız süratle devasa köpeğe saplandı ve devasa köpek acıyla inledi. Köpeğin etrafından yıldırımlar geçiyordu. Bunun şokuyla Sanelorian önünden gelen Ork’u fark etmemişti. Ork kılıcını hızla salladı. Sanelorian son anda kenara çekilerek bir darbeden kurtuldu. Abbot ufak tefek olan Ork’u tek okla indirmeyi başardı. Artık pis iblis bir daha büyü yapamayacaktı. Sanelorian önündeki Ork’un tereddütünden istifade ederek tek hamlede boğazını kesti. Kılıç aynı devinimle devam ederken arkasından gelen Ork’un da karnını deldi. Ram karnı deşilen Ork’u tek yumrukla rahatlıkla indirip köpeğe son vuruşu yapmak için koşturdu. Bu sırada devasa olan Ork Abbot’ın çıktığı ağaca doğru koşup ağacı baltasıyla tek hamlede devirdi. Ağaç devrilirken atlamaya çalışan Abbot son anda kurtuldu fakat bir bacağı ağacın altında kalmıştı. Zaman kaybetmemek için ağacın altından kalkmadan oku atmaya çalışan Abbot başarısız oldu. Devasa Ork bu sefer Sanelorian’a koşmaya başladı ve ona baltasını salladı. Sanelorian kenara çekilse de balta kolunda derin bir yara açmıştı. Sanelorian buna daha çok sinirlenerek Tyr’den aldığı yüksek kuvvetle büyük yaratığa vurdu. Büyük yaratık inledi fakat dövüşmeye devam edecekti. Bu sırada Ram köpeği halletmiş geri dönmüştü bile. Sanelorian yanından zıplayan Ram’i görünce bu kadar hızlı olmasına şaşırmıştı açıkçası. Ram zıplayarak yaratığın boynuna bir yumruk indirdi. Kırılan kemik seslerini üçü de duymuştu. Ağacın altından kurtulmuş olan Abbot kılıcıyla son bir saldırı denese de yaratığı haklayamadı. Sanelorian kafasına indirdiği son hamleyle yaratığı öldürmeyi başardı. Karnı boydan boya yırtılan yaratık tüm ormanın duyacağı şekilde inleyerek diz üstü çöktü daha sonra bir inlemeyle daha yere kapaklandı. Yaratığın inlemesinden sonra tüm ormanı bir sessizlik kaplamasını bekliyordu Sanelorian. Ama öyle olmadı. Mağaranın içinden daha ince ve daha cılız da olsa çok daha kalabalık bir Ork grubunun sesi geliyordu..




  • Hiç takip eden yok sanırım arkadaşlar ne öneri ne eleştiri ne bi iyi olmuş diyen var. Yazığım yere kadar ara ara düzenleyip koyucam daha sonra böyle devam ederse kapatırım konuyu. Yorum yapan herkese şimdiden teşekkürler.
  • Yaratıcı olmamış ve diyaloglar çok sahte. Bir de paragraflara ayır daha akıcı olur. Bence biraz yaratıcılık katmalısın hikayene. Oradan buradan toplamışsın gibi olmuş.

    Ve en önemlisi de bölüm adlarını Türkçe yaz lütfen. İngilizce yazmanın sebebini anlayamadım.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hypermestra

    Yaratıcı olmamış ve diyaloglar çok sahte. Bir de paragraflara ayır daha akıcı olur. Bence biraz yaratıcılık katmalısın hikayene. Oradan buradan toplamışsın gibi olmuş.

    Ve en önemlisi de bölüm adlarını Türkçe yaz lütfen. İngilizce yazmanın sebebini anlayamadım.

    Eleştiriniz için gerçekten çok teşekkürler. İNgilizce yazmamın sebebini yukarda açıklamıştım fakat bundan sonraki bölümleri Türkçe başlıkla yayınlarım sanırım daha iyi olacak. Yaratıcılıktan kastınız olayların tek düze gerçekleşmesi farklı ve merak ettirecek birşey olmaması mı? Yoksa içerikten değil yazım şeklinden kaynaklanan birşey mi? Biraz daha detaya inerseniz sevinirim.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: chaosseko

    quote:

    Orijinalden alıntı: Hypermestra

    Yaratıcı olmamış ve diyaloglar çok sahte. Bir de paragraflara ayır daha akıcı olur. Bence biraz yaratıcılık katmalısın hikayene. Oradan buradan toplamışsın gibi olmuş.

    Ve en önemlisi de bölüm adlarını Türkçe yaz lütfen. İngilizce yazmanın sebebini anlayamadım.

    Eleştiriniz için gerçekten çok teşekkürler. İNgilizce yazmamın sebebini yukarda açıklamıştım fakat bundan sonraki bölümleri Türkçe başlıkla yayınlarım sanırım daha iyi olacak. Yaratıcılıktan kastınız olayların tek düze gerçekleşmesi farklı ve merak ettirecek birşey olmaması mı? Yoksa içerikten değil yazım şeklinden kaynaklanan birşey mi? Biraz daha detaya inerseniz sevinirim.

    Yani kendi fantastik dünyanı yaratamamışsın gibi geldi, olay Yüzüklerin Efendisi'nin orta dünyasında geçiyor gibi geldi. Orklar falan baksana. Bence baştan başa farklı bir dünya yaratmalıydın kafanda, farklı bir evren. Yüzüklerin Efendisi'nin bir yan sanayisi gibi olmuş, isimler değişik sadece.

    Yazım şeklin akıcı. Ama tek düze, okuyucuyu içine çekecek bir unsur yok, biraz entrika,gizem ve aşk koy hikayene.

    Ama tabii ki bunlar benim kendi yorumlarım, sadece kendi gözlemlerimi belirtiyorum yanlış anlama lütfen.

    Emeğine sağlık dostum gittikçe güzelleşeceğine inanıyorum.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Hypermestra

    quote:

    Orijinalden alıntı: chaosseko

    quote:

    Orijinalden alıntı: Hypermestra

    Yaratıcı olmamış ve diyaloglar çok sahte. Bir de paragraflara ayır daha akıcı olur. Bence biraz yaratıcılık katmalısın hikayene. Oradan buradan toplamışsın gibi olmuş.

    Ve en önemlisi de bölüm adlarını Türkçe yaz lütfen. İngilizce yazmanın sebebini anlayamadım.

    Eleştiriniz için gerçekten çok teşekkürler. İNgilizce yazmamın sebebini yukarda açıklamıştım fakat bundan sonraki bölümleri Türkçe başlıkla yayınlarım sanırım daha iyi olacak. Yaratıcılıktan kastınız olayların tek düze gerçekleşmesi farklı ve merak ettirecek birşey olmaması mı? Yoksa içerikten değil yazım şeklinden kaynaklanan birşey mi? Biraz daha detaya inerseniz sevinirim.

    Yani kendi fantastik dünyanı yaratamamışsın gibi geldi, olay Yüzüklerin Efendisi'nin orta dünyasında geçiyor gibi geldi. Orklar falan baksana. Bence baştan başa farklı bir dünya yaratmalıydın kafanda, farklı bir evren. Yüzüklerin Efendisi'nin bir yan sanayisi gibi olmuş, isimler değişik sadece.

    Yazım şeklin akıcı. Ama tek düze, okuyucuyu içine çekecek bir unsur yok, biraz entrika,gizem ve aşk koy hikayene.

    Ama tabii ki bunlar benim kendi yorumlarım, sadece kendi gözlemlerimi belirtiyorum yanlış anlama lütfen.

    Emeğine sağlık dostum gittikçe güzelleşeceğine inanıyorum.

    Tabii siz de haklısınız tamamen yeni bir dünya yaratarak yazsam daha ilgi çekici olurdu fakat başta da belirttiğim gibi. Bu tamamen benim kafamdan kurgulayarak yazdığım bir hikaye değil. Oynadığımız bir FRP senaryosunun hikayeleştirilmiş hali. Daha çok başlar olduğu için de karakterler birlikte savaşmayı öğrenmeye birbirlerini tanımaya çalışıyorlar. Ara ara da psikolojik durumlarını yazıyorum henüz. Ayrıca yazdığım senaryo zaten kurulu bi dünya üstüne. İnternetten araştırırsanız bulabilirsiniz. Dünyanın ismi "Forgetten Realms". Yani zaten yaratılmış bir dünyanın üstünde yeni bir hikaye yazıyorum sadece. İleride karakterlerimiz tanındıkça entrika ve aşklar da girecek tabii olaya. Yapıcı eleştirleriniz için de ayrıca teşekkür ederim




  • Öyle mi, bilmiyordum bunu. Pekâlâ, ben teşekkür ederim dikkate aldığın için kolay gelsin. :)
  • Part VI – Dipsiz Mağara

    Yaralanmış ve yorulmuş olmaları onları tereddüte düşürmüştü. Mağaranın içinde daha ne kadarı olabilirdi? Hepsini alt edebilirler miydi? Sanelorian bunları hiç düşünmemiş gibi mağaraya doğru biraz yaklaştı. Ona korku değil kötülerle savaş öğretilmişti sadece!

    Mağaradan gelen sese hepsi kulak kesildi. Hepsi afallamıştı. İçerden gelen sesler daha demin öldürdükleri tipten yaratıklardan çıkacak sesler değildi. Daha tiz ve daha korkmuş seslerdi bunlar. Bir anlık düşündükten sonra hepsi bu sesin ne olduğunu anlamıştı. Bunlar daha demin öldürdükleri pislik yaratıkların aileleri olmalıydı.

    Sanelorian bunu anladığı anda hiç tereddüt etmeden mağaraya doğru yürümeye başladı. Her ne kadar kadın ve ya çocuk olsalar da bu ırkın yaşamasına izin veremezdi. Bu yaratıkların hepsi, şüphesiz kötüydü ve onlara Tyr’in adaletini göstermeliydi. Sanelorian içeriye girdiğinde mağara duvarlarına sinmiş birkaç düzine Orc’la karşılaştı. Hepsi korku dolu gözlerle ona bakıyor, Sanelorian’ın anlamadığı bir dilde bağrışıyorlardı. Fakat Sanelorian içeri bir adım attığı anda tüm mağarayı sessizlik kapladı. Onları susturan şeyin ölüm korkusu olduğunu anlayan Sanelorian içinde anlayamadığı bir zevk hissetmişti. Sonunda Tyr için gerçekten önemli bir şeyler yapmaya başlamıştı işte. Kılıcını kaldırdı ve en dipteki ailenin yanına gitti. “Son bir sözünüz var mı?” diye bağırdı. Bu bağırış mağarada birkaç saniye yankılandıktan sonra mağara yine sessizliğe boğulmuştu. Sanelorian bu yaratıkların sadece kendi dillerini bilecek kadar aptal olduklarını anlamıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra Tyr’in ona verdiği kuvvetle mağaranın içinde ne kadar Orc varsa kılıçtan geçirmeye başladı. Bu sırada Abbott’ta birkaç Orc ailesini kılıçtan geçirmişti. Bir Elf olarak Orclardan nefret etmesinin yanı sıra bu dünyadaki en iğrenç yaratıkların da Orclar olduğunu düşünüyordu. Evi Orclar yüzünden yıkılmış. O yüzden maceracı olmuştu. Ram ise Orc’lardan hiç birini öldürmedi. Ne kadar hepsinin kötü olduğunu bilse de her ırktan insanın yaşamaya hakkı olduğunu düşünüyordu. Fakat arkadaşlarına Orc’lardan çok ama çok daha fazla önem verdiği için sesini çıkarmamayı yeğledi.

    Sanelorian bu pis yaratıkları da öldürdükten sonra mağaraya ufak bir göz attı. Arkadaşları ile beraber mağaranın bir odasının yukarı doğru çıktığını fark ettiler. Yukarı doğru sessiz adımlarla o odaya çıktılar. Odada kimse olmadığına emin olunca rahat adımlarla odayı kolaçan ettiler. Odanın bir tarafı dışarı açılıyordu. Buradan baktıklarında burasının mağaraya girmeden önce biraz daha yüksekte görünen giriş olduğunu fark ettiler. Odada işlerine yarayacak herhangi bir şey bulamadıkları için aşağı indiler. Mağara derinlere doğru uzanıyordu. Burada Orc kalabilme ihtimaline karşın bir süre derinlere doğru ilerlediler fakat uzun süre yol almalarına rağmen yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Uzun süre boş ve karanlık bir koridorda ilerlemek zaten sürekli ormanlarda yaşayan Abbott’ın sinirlerini bozmaya başlamıştı bile. Sanelorian herhangi bir kötülük sezmemesine rağmen merakına yenildiği için devam ediyordu. Ram’de mağaranın sonundan herhangi bir şey çıkacağına inanmıyordu. Uzun süre yürüyüp hiçbir şey bulamayan grubun geri dönmemesinin tek nedeni meraktı. Fakat büyük bir savaşın verdiği yorgunluk onların merakını yenecek gibi duruyordu. Sanelorian son bir umutla yüce Tyr’e dua etti : “Tyr ne yapmam gerektiği hakkında yol göster. Kötü yaratıkları öldürmek için bu dipsiz mağarada ilerlemeli miyim yoksa geri mi dönmeliyim?” Sanelorian kafasını istemeden geriye çevirdi. “Belki bir gün bu mağaranın sonunu keşfederiz ama o gün bugün değil.” Dedi Sanelorian. Grup buna içtenlikle katıldı ve aynı yoldan geri döndüler. Hepsinin aklı mağaranın derinliklerinde ne olabileceği hakkındaki tahminlerle doluydu. Acaba orayı bir gün gerçekten de keşfedebilecekler miydi?




  • İlk dört partı okudum. Bazı yerlerde gereksiz tekrarlar var. Mesela üç cümle ardarda 'Hepsi' sözcüğünü kullanmışsın özne olarak. Bir diyalogta da iki farklı kişi 'Peki o zaman' diye yanıt veriyor sırayla. Orklarla olan mücadelede de 'Ork, diğer ork, öbür ork' yerine orku çok kısaca betimleyip, betimlediğin özellik üzerinden anlatsan daha iyi olabilirdi bence. Onun dışında güzel gidiyor.
  • Pek rağbet görmemişti fakat boş vaktim varken zaman geçsin diye yazmak istedim belki şimdi görüp okuyan seven olur

    Part VII – Trilon Prensi

    Mağaradan çıkmalarına az bir yol kalmıştı. Hepsi temiz havaya kavuşmanın verdiği hissi tatmak için adımlarını hızlandırmıştı. Özellikle Abbott mağaradan çıkmak için can atıyordu. Çıkmadan önce bir anda mağaraya girdiklerinde kontrol etmedikleri bir oda olduğunu fark ettiler. Savaşın yüksek adrenaliniyle akıllarına bu odaya bakmak gelmemişti belki de. Birbirlerine bir şey söyleme gereği duymadan mağaranın o bölümüne bakmak için yöneldiler. İçeri girdiklerinde yerde yatan hafif yaralı bir insan gördüler. Üzerinde en iyi kalite kumaştan bir giysi vardı. Fakat adamın yaralarından çıkan kan tüm giysiyi mahvetmişti. Çok soylu biri olduğu kıyafetlerinden belliydi. Sanelorian bu kişiyi bir yerden çıkaracaktı ama bir türlü aklına gelmiyordu. Sanelorian yatan adamda hiçbir kötülük sezmedi. Hemen yardım için koştu. Adam hala nefes alıyordu ama baygındı. Ram o sırada odayı kolaçan ediyordu. Raflara dizili birkaç iksir bulmuştu. Bunların kötü bir şey olmadığını anlamış gibiydi. Birini azıcık tattı. Kötü bir tadı yoktu. Biraz daha içti. Kendisini çok iyi hissetmişti. Ve gözle görülür yaralarının da kapandığını fark etti. Bunun şifa iksiri olduğunu anlayınca Sanelorian’a uzattı. Sanelorian baygın adamın ağzına bir miktar boşalttı şişeden. Adamın yaraları kapanmıştı fakat hala baygındı. Bir süre adamı uyandırmakla uğraştıktan sonra adam şiddetli bir öksürükle sarsıldı. Bu öksürük onun gözlerini de açmıştı. Sanelorian adamla konuşmaya, adını sormaya çalışıyordu fakat adam bu sorulara sadece öksürükle karşılık veriyordu. Birkaç dakikalık öksürük krizinden sonra nefes nefese kalan adam uyandığının yeni farkına varmış gibi etrafındaki yüzleri inceledi. Yüzünden korku ile tereddüt arası bir duygu okunuyordu açık açık. Biraz tereddüt ettikten sonra “Siz kimsiniz?” diye sordu çatlak bir sesle. Sanelorian : “ Ben Yüce Tyr’in şövalyelerinden Sanelorian! Bunlar da arkadaşlarım Abbott ve Ram. Bize güvenebilirsin.” Dedi. Adamın yüzünü açık açık bir rahatlama ifadesi almıştı. “ Sonunda bu pislik Orclardan kurtuldum desenize! Ben Trilon Prensi Lord Carmen!”. Tüm grup gözleri faltaşı gibi açılmış adama bakıyordu. “Ne bekliyorsunuz? Beni Trilon’a götürsenize.” Dedi Prens. Yaşadığı şoku birkaç saniyede ancak atlatabilen Sanelorian boğazını bir öksürükle temizledikten sonra cevap verdi. “ Lord Carmen, sizi evinize yani Trilon’a güven içinde ulaştıracağımıza emin olabilirsiniz. Fakat öncelikle bu pislik Orc’ların temizlendiği haberini Pharlakan’a iletmeliyiz. Daha sonra size Trilon’a kadar eşlik edeceğimize emin olabilirsiniz.” Kurtarıldığı için mutlu olan Prens bu gecikmeden hiç hoşnut kalmamıştı fakat herhangi bir şey söylemedi. Sanelorian prense yardım ederek onu mağaranın dışına kadar çıkardı. 4-5 saat içinde hava kararacaktı. Bu da Pharlakan’a anca varabilecekleri anlamına geliyordu. Önlerinde bir tehlike olacağını düşünmüyorlardı fakat hepsinin içinde bu gecenin çok uzun olacağına dair bir his vardı.




  • güncel
  • 
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.