Şimdi Ara

Türkçe'nin Türetme Gücü

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
13
Cevap
0
Favori
1.531
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Konuşma yapabilmek için anlamlı seslerin çıkarılması gerekmektedir. En küçük anlamlı sese SES (harf), seslerin bir düzen içinde sıralanmasıyla oluşan anlamlı sesler bütününe SÖZ (kelime), sözlerin bir tam anlatım oluşturacak şekilde bir düzen içinde sıralanmasına (iki nokta arasındaki söz dizisine) ANLATIK (cümle) denir.

    Zamanın sürekli ilerlemesi dilleri de gelişmek zorunda bırakır. Diller geliştikçe hem dilbilgisi kuralları, hem de söz sayısı gelişir. Dil ne kadar kullanışlı olursa anlaşma da o kadar kolay olur. Söz sayısının artmasında başlıca kaynaklardan biri başka dillerden söz almak iken diğeri de yeni söz türetmektir. Söz türetme işi her dilde yapılamaz.

    Türkçe, sözlerin sonuna ekler alarak kolayca türetme yapılabilir bir dildir. Türetme o kadar kolaydır ki o zamanlar henüz 4-5 yaşlarında olan oğlum, saz yerine "çalı", silindir yerine "ezici" gibi sözler türetebilmiştir.

    Başlangıçta yeni sözler türetilmiştir. Harf yerine "ses", kelime yerine "söz" kullanılmıştır ki bunlar dilimizde zaten var olan sözlerdir. Burada yapılan anlam kaymasıdır. Ses, kulağın duyduğu şeylerdir. Dardan genişe doğru bir anlamı vardır. Konuşmada en küçük birim harf olduğundan ses denmesi bir sakınca doğurmamakta ve anlaşılır kılmaktadır. Söz ise sözlük sözünde olduğu gibi zaten kelime anlamında da kullanılmaktadır. Her ne kadar kelime yerine sözcük yerleştirilmeye çalışılmaktaysa da bu yanlış bir türetmedir. Çünkü sözcük, küçük söz demektir. Küçük söz kelime ise sözün kendisi nedir sorusu açıkta kalmaktadır. TDK'nın dili bozma gayretlerinin başında yanlış türetmeler gelir. Sözcük bunlardan yalnızca biridir.

    Burada yeni türetilen "anlatık"tır. Anlat köküne -ık eki eklenerek anlatılmış şey anlamı verilmiştir. Cümlenin Türkçe karşılığı "bütün, tüm"dür. TDK bu yüzden "tümce" karşılığını türetmiştir. Ancak "tümce" tüme yakın anlamındadır. Hem çeviri olarak hem de anlam olarak "cümle"yi karşılamamaktadır. Anlatık ise çeviri değildir ama cümlenin ifade ettiği anlamı anlatabilmektedir.

    Sürekli ilerleyen zaman, değişen ihtiyaçlar, gelişen teknoloji her dilde olduğu gibi Türkçe'de de yeni sözleri gerektirmektedir. Yeni sözlerin üç kaynağı vardır:
    1. Benzetme

    Bugün otomobillerde elektronik kumanda merkezleri bulunmaktadır. Halkımız bu cihazları "beyin" olarak adlandırmıştır. Yine pin yerine "çük", marş motorlarının starteri yerine "taşak" adlandırmalarını yapmıştır. Bunların her biri bir benzetmedir. İngilizce'deki "pin" sözünün kendisi de benzetmedir.
    2. Türetme

    Posta yerine "gönderi", komputer yerine "bilgisayar" sözleri de türetmedir. Bunlardan ikincisi bileşik sözdür.
    3. Başka Dillerden Alma

    Internet, Allah, edebiyat ...

    Türkçe'nin bir dördüncü kaynağı daha vardır. O da zaten var olan sözleri bulup çıkarmaktır. 21. yüzyılda olmamıza rağmen hâlâ Türkçe sözlük yapılamamıştır. Anadolu karış karış taranmalı konuşulan her söz kaydedilerek önce Türkiye Türkçesi sözlüğü, sonra da Türkçe konuşan bütün ülkeler taranarak genel Türkçe sözlüğü yapılmalıdır. Türk Dil Kurumu'nun temel görevi bu olmalıydı ve olmalıdır. Kimse onlardan siyaset yapmalarını istemedi.

    Dilimize aydınlar tarafından yerleştirilmiş olan yabancı sözleri birden ayıklamak doğru bir davranış değildir. Kuşaklar arasında kopukluğa yol açar. Yeni sokulmaya çalışılan sözlere, kesinlikle Türkçe söz, Türkçe'nin kurallarına göre türetilmelidir.

    Aşağıda “sürmek” fiilinden türemiş kelimeler yer almaktadır. Yalnızca tek ek kullanılarak 30’a yakın söz yazılmıştır. Yine de eksiktir. Kelime sonuna eklenebilecek ek sayısında bir sınırlama olmadığından bu fiilden yüzlerce kelime türetilebilinir.

    sürmek
    sürme
    sürüş
    sürüm
    sürük
    sürek
    sürgü
    sürgün
    süreğen
    sürücü
    sürü
    süre
    süreç
    sürünceme
    süren
    sürer
    sürür
    sürmüş
    sürmedik
    sürmez
    süresi
    sürmemek
    sürünmek
    sürülmek
    sürüşmek
    sürütmek
    sürdürmek
    sürdürtmek
    sürdürttürmek
    sürdürttürtmek

    Sanıyoruz bu örneklerle Türkçe'nin türetme gücü hakkında ip uçları vermiş bulunuyoruz.
    Kenan Aydın







  • Öyle güzel bir gücü var bu da sondan eklemeli özelliğinden dolayı oluyor ama aynı zamanda diğer insanlar tarafından öğrenilmesini zorlaştırılıyor.
  • Daha önce de uluslararası bir sempozyumda yabancı bir bilimsel bir araştırmanın sonucunu burada paylaşmıştım. Tekrarlamakta fayda var: Anadili Türkçe olan çocuklar, anadili farklı olan diğer tüm çocuklardan daha önce dillerini düzgün şekilde kullanmaya başlıyorlar.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: veleciraptor

    Daha önce de uluslararası bir sempozyumda yabancı bir bilimsel bir araştırmanın sonucunu burada paylaşmıştım. Tekrarlamakta fayda var: Anadili Türkçe olan çocuklar, anadili farklı olan diğer tüm çocuklardan daha önce dillerini düzgün şekilde kullanmaya başlıyorlar.

    Bu çok önemli bir şey bence. Çünkü dil beraberinde düşünme yeteneğini getiriyor. Eğer bizim çocuklarımız daha önce konuşuyorsa, daha önce karmaşık düşünebiliyor da demektir.
  • oktay sinanoğlu'nun bye bye türkçesi bu konuya güzel bir örnek.

    yalnız kelime çeşitliliği bakımından biraz sıkıntımız var gibi.
  • (...)"yalnız kelime çeşitliliği bakımından biraz sıkıntımız var gibi."

    Çeşitlilik sıkıntısı yok. Türetme kuralı var.
    Bu kuralı 30.000 civarında kelimeye uygulayan
    araştırmacılar, 55.000.000
    (ElliBeş Milyon) tekil kelime üretilebileceğini söylüyor.

    Ancak, bu kural ne denli izleniyor,
    yabancı yeni kelimeler için ne kadar
    doğru çalışma yapılıyor -kuşkuluyum.
    Türetme bilinmiyor olabilir.
    Sonuçta dil dediğimiz şey; soyuttur, uydurmadır.
    Yani yeni bulduğunuz birşeye kendi adınızı da verebilirsiniz,
    unga-munga da diyebilirsiniz. Peki sizi/bizi tutan şey ne?

    Söyleyim,
    red edilme, kabul görmeme, utanma, "rezil olmak"tan çekinme vs.vs.
    Hayır.
    Bunları göze alıp, çabalayacaksınız.
    Benim hocalarım -özellikle de Aydın Köksal,
    bu konuda enazından bilişim alanında çokça çaba sarfettiler.

    software, hardware, computer, stack, project, design, program, system, binary, bit, byte (Fr. octet), ...
    yazılım, donanım, bilgisayar, yığıt, tasarı, tasarım, izlence, dizge, ikili, ikil, sekizli, ....

    Seversiniz sevmezsiniz buna kızamam, karşı da çıkamam.
    Ama çabayı görmezden gelmeyi ayıplarım,
    türetme kuralından bihaber yaşayıp, yeni türetilen
    kelimelerle dalga geçene de kızarım.
    Biz yapamadıysak sen yap -çabala.
    Yapamıyorsan sus ve kullan.

    Yazdıklarımı bir kişiye yanıt amacıyla yazmadım.
    Türkçe konusu ne zaman açılsa, yetersiz, sığ, kaba vb.
    yorumlar olur. Ben de son olarak bir not yazar çekip giderim :
    (alıntı yapmak yerine, aklımda kalanları yazmakla yetiniyorum)

    Her yıl dünya çapında mantık ve dil uzmanları toplanırlar.
    Kongrelerde çeşitli sunumlar yapılır.
    Birkaç gün süren bu çabaların sonunda da kapanış ve dilekler
    bölümü vardır. Ve hemen her yıl, ortak bir iletişim dili
    özlemi dile getirilir, faydaları sıralanır, mantığa en uygun şu kuralları içermelidir,
    şu tarz türetme özellikleri olmalıdır...
    Ve bir uzman çıkıp şöyle der :
    "Beyler böyle bir dil zaten var, adı da Türkçedir."
    (Being Digital -Negroponte)




  • quote:

    Orijinalden alıntı: ISIS

    (...)"yalnız kelime çeşitliliği bakımından biraz sıkıntımız var gibi."

    Çeşitlilik sıkıntısı yok. Türetme kuralı var.
    Bu kuralı 30.000 civarında kelimeye uygulayan
    araştırmacılar, 55.000.000
    (ElliBeş Milyon) tekil kelime üretilebileceğini söylüyor.

    Ancak, bu kural ne denli izleniyor,
    yabancı yeni kelimeler için ne kadar
    doğru çalışma yapılıyor -kuşkuluyum.
    Türetme bilinmiyor olabilir.
    Sonuçta dil dediğimiz şey; soyuttur, uydurmadır.
    Yani yeni bulduğunuz birşeye kendi adınızı da verebilirsiniz,
    unga-munga da diyebilirsiniz. Peki sizi/bizi tutan şey ne?

    Söyleyim,
    red edilme, kabul görmeme, utanma, "rezil olmak"tan çekinme vs.vs.
    Hayır.
    Bunları göze alıp, çabalayacaksınız.
    Benim hocalarım -özellikle de Aydın Köksal,
    bu konuda enazından bilişim alanında çokça çaba sarfettiler.

    software, hardware, computer, stack, project, design, program, system, binary, bit, byte (Fr. octet), ...
    yazılım, donanım, bilgisayar, yığıt, tasarı, tasarım, izlence, dizge, ikili, ikil, sekizli, ....

    Seversiniz sevmezsiniz buna kızamam, karşı da çıkamam.
    Ama çabayı görmezden gelmeyi ayıplarım,
    türetme kuralından bihaber yaşayıp, yeni türetilen
    kelimelerle dalga geçene de kızarım.
    Biz yapamadıysak sen yap -çabala.
    Yapamıyorsan sus ve kullan.

    Yazdıklarımı bir kişiye yanıt amacıyla yazmadım.
    Türkçe konusu ne zaman açılsa, yetersiz, sığ, kaba vb.
    yorumlar olur. Ben de son olarak bir not yazar çekip giderim :
    (alıntı yapmak yerine, aklımda kalanları yazmakla yetiniyorum)

    Her yıl dünya çapında mantık ve dil uzmanları toplanırlar.
    Kongrelerde çeşitli sunumlar yapılır.
    Birkaç gün süren bu çabaların sonunda da kapanış ve dilekler
    bölümü vardır. Ve hemen her yıl, ortak bir iletişim dili
    özlemi dile getirilir, faydaları sıralanır, mantığa en uygun şu kuralları içermelidir,
    şu tarz türetme özellikleri olmalıdır...
    Ve bir uzman çıkıp şöyle der :
    "Beyler böyle bir dil zaten var, adı da Türkçedir."
    (Being Digital -Negroponte)

    üstad,sözlerim yanlış anlaşılmış. ben teknolojik kavramlara getirilen öneriler hakkında bir yorum yapmadım. hatta bu konuyu şiddetle destekliyorum.

    örneğin "gelmek" fiilinin ingilizce veya arapça gibi dillerde birden fazla çeşidi var iken türkçemizde çeşit bakımından sıkıntı var,ben bunu kastettim.

    yoksa dilimizin kelime türetme gücünün ne kadar olduğu hakkında az buçuk bilgim var.




  • Her dil farklı bir tarih ve farklı coğrafyalar doğrultusunda gelişmiş ve gelişmeye devam etmektedir. Eskimoların onlarca karla ilgili kelimeleri olması Eskimo dilinin çeşitliliğinin fazla olduğunu değil karla iç içe yaşamış olduklarını gösterir. Türkçe'nin kaç adet kök kelimesi olduğu bugün bile bilinmemektedir. Öyle ise neye dayanarak kelime çeşitliliğinin az olduğu iddia edilmektedir?

    Türkçe'de rast gele kelime türetilemez. Türetilen; kök, şekil ve anlam bakımından doğru olmalıdır. Aksi takdirde türetilen şey Türkçe değil uydurukça olur. Örnek: olasılık. Ol fiil köküne -ası ve -lık ekleri eklenerek ihtimal yerine türetilmiştir. İhtimal, olmakla ilintili olduğundan kök olarak doğrudur. -ası fiilimsi üreten bir ektir. İstisna hallerde fiilimsiler isimleşir. -lık eki ise isimden isim üreten bir ektir. Zorlamayla da olsa olasılık türetmesi şekil yönünden doğru kabul edilebilinir. -ası fiilimsi yapım eki; istek, ihtiyaç belirtir. İhtimal ise istek veya ihtiyaçtan bağımsızdır. Bu yüzden de "olasılık" anlam bakımından yanlıştır. Bunun içindir ki OLASILIK Türkçe değildir. Türkçe olmadığı içindir ki toplumun bir bölümü tarafından direnç görmektedir. Buna karşılık BİLGİSAYAR doğru türetilen bir kelime olduğu için de herkes tarafından kabul görmüştür.

    TDK'nın görevi siyaset yapmak değil boşlukları doldurmak olmalıydı. Türkçe Sözlük gibi.




  • Türkçe'nin gerçekten de muazzam bir türetme gücü vardır ancak bu söylenildiği gibi uydurukçaya kaymamalıdır. siz türetiyorum diye kıçınızdan uydurursanız bu türkçe olmaz.

    Yazar Ahmet Okar'ın bu konuda bir yazısını paylaşmak istiyorum: Türkçe' nin Matematiği..

    Türkçe üzerine bir matematik modelleme ve bunun olası sosyal yansımaları üzerine bir zihin jimnastiği “Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe’yi en zengin kullananlardan Yaşar Kemal’in romanları 3.500 kelimeyi geçmez” görüşü çok yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe‘nin Fransızca’ya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce’ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya oranla da daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe’nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur. Başka bir dilden Türkçe’ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün Türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçe’de anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Tam bu noktada, Türkçe’nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir. İngilizce-Türkçe sözlükte “sick”, “ill” ve “patient”ın karşısında hep “hasta” yazar. Bu bağlamda ingilizce’nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe’de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: “doktor falanca beyin hastası olmak”, “böbrek hastası olmak”, “internet hastası olmak”, “filanca şarkının hastası olmak” arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.

    Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta: 3+5= 12+5= 38+5= yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı “+5″ yazdığı halde! Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe’de de hepsinde aynı “hastası olmak” ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olacaktır. Türkçe’nin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0′dan 9′a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir. Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir. Türkçe’deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe’ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliyor olması demektir. Bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece “x=6″, “y=23″ olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir. Oysa sözgelimi ingilizce’de “go”, “went” olurken “do”, “did” olur. Çoğul ekleri için de durum aynıdır: “foot”, “feet” olurken “boot”, “beet” değil “boots” olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının bellenmesidir. Türkçe’de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları öğrenmek gerekir. Türkçe’de neredeyse istisna bile yoktur. Olanlar da ses uyumu gereği “alma” olması gereken meyve isminin “elma” biçimine dönmesi gibi birkaç minör istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin Türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. Bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve 1′leri kullanmak yeterlidir. İzleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok] anlamında kullanılmışlardır. Kelime kökü çoğul eki matematik ifade: ev ler evler 1.0 0.1 1.1 Türkçe’deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacak). Tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki yok), çoğul olanlar ise 1.1′dir (kelime kökü var; çoğul eki var). Bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe’de başka hiç bir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi söylenebilir (0.1). Birisi karşısındakine sadece “ler” dediğinde, alacağı tepki: “anladık ler de, neler?” türünden bir cevap olacaktır. Bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir. Vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifade kırmızı 0.1.0 kıp kırmızı 1.1.0 kırmızı msı 0.1.1 kıp kırmızı msı 1.1.1 Türkçe’deki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. “Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp + kırmızı +msı; [1.1.1]) bir renk aldı” dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği bu kurala uygundur. Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları ifade edecek:
    011 = ben 010 = sen 000 = o 111 = biz 110 = siz 100 = onlar 00 = geniş zaman 11 = şimdiki zaman 10 = gelecek zaman 01 = geçmiş zaman

    kök kişi matematik ifade
    yeterlilik Oku (y)abil di m = 1.1.0.01.0.0.011 olumsuz Oku (y)a ma z mış sın = 1.1.100.0.1.010 zaman Gel me (y)ecek ti = 1.0.1.10.1.0.000 zaman Git me di k = 1.0.1.01.0.0.111 hikaye Şaşır abil ecek ti niz = 1.1.0.10.1.0.110 rivayet Bil (i)yor lar = 1.0.0.11.0.0.100 kişi tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman “di’li geçmiş” ve “miş’li geçmiş” olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi. Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb…) Sıralaması da rasgele değildir. Türkçe cümleler bir tür “crescendo” (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir. “dün ahmet camı kırdı” cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır. Cümle matematik değer 0001 matematik değer 0011 matematik değer 0111 matematik değer 11111 dün ahmet camı kırdı. 2 dün camı ahmet kırdı. 3 ahmet dün camı kırdı. 4 ahmet camı dün kırdı. 5 camı dün ahmet kırdı. 6 camı ahmet dün kırdı.

    Şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir: 1. Cümle: dün ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu. 2. Cümle: dün kırılan camı başkası değil ahmet kırdı (suçlu ahmet!). 3. Cümle: ahmet’in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap okumuştu). 4. Cümle: ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi). 5. Cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise ahmet. 6. Cümle: camı ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.
    Cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep ‘i’ haliyle “camı” olarak kaldı; fiil hep 3. Tekil şahıs, di’li geçmiş zamanda çekildi, vb.) Sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi.

    Her cümlede 0011, 0001′den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111 ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen kip – passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal anlarlar. Matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. Türkçe’nin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. Türkçe’nin bu özelliğini “insanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar? Bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi, yoksa farklı mı algılarlar? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler?” türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. Bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. O nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları tarafından da görülmüş olmalı. “Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor” diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. Türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir. Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. Keza, ne yazık ki Türkçe’nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. Kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon! ” süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. Bizde “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon” süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük paradoksu işte buradadır. Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır.

    Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-food’ları (lahmacun, döner, vb.) oldu.

    Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe’nin yanısıra okulda öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.

    Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız.
    Sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle “sezdikleri gibi algılamaya” yönelirler.
    Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan mesajlardaki kodlar ne kadar “herkesçe bir örnek” algılanabilir? Üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye’de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.

    Türkçe’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.
    Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.




  • Arapça'da da bu türetme olayının bir benzeri var, sessiz harfler aynı kalıyor ama yakın anlamlı kelimeler farklı sesli harflerden oluşuyor. Ama Türkçe'dekinden çok farklı. Kelime öğrenmeden, kökten kelime türetme mekanizmasını öğrenerek insanlar derdini rahatlıkla anlatabiliyor Türkçe konuşan bireyler.
  • dilimizin saçmalık olduğunun kanıtıdır
  • quote:

    Orijinalden alıntı: FatsaliKabadayi

    dilimizin saçmalık olduğunun kanıtıdır

    neden böyle bir kanıya vardınız acaba?
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.