Şimdi Ara

Türk mahallesinden geçtim,Türklerin medeniyete katkıları ?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
0
Favori
387
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • deseler,sorsalar hoşunuza gider mi ?



  • .



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi AÇILIN-BEN-MÜHENDİSİM -- 12 Temmuz 2021; 2:22:35 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Gerçekleri her insan kaldıramaz
  • quote:

    Orijinalden alıntı: heppi börtdey

    İnsan şerefli olduktan sonra varsın hiçbir faydası olmasın.

    aboooooooovvvv.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Robert Jr

    deseler,sorsalar hoşunuza gider mi ?



    12 HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ

    Gök Türkler Oniki hayvanlı Türk takvimini kullanmışlardır. Eski Türk takvimi, her biri bir hayvan adı ile anılan "12 yıllık" devre esasına dayanıyordu. Yılların adları şöyle idi:
    1. yıl = sıçkan (fare)2. yıl = ud (sığır, öküz)3. yıl = pars4. yıl = tabışkan (tavşan)5. yıl = lu (ejder)6. yıl = yılan7. yıl = yunt (at)
    8. yıl = koy (koyun)9. yıl = biçin (....)10. yıl = takagu (tavuk)11. yıl = it (*****)12. yıl = tonguz (domuz)
    Bir yılda 12 ay vardı. Aylar, birinç (birinci) ay, ikinç, üçünc...... diye adlandırılmıştı. Bir gün 12 kısım sayılıyor ve her kısma "çağ" deniyordu. Yıl 365 gün, 5 küsûr saat itibar edilmekte idi. Günün başlangıcı gece yarısı idi. Yılbaşı Ocak - Şubat aylarına rastlardı. Aslında ay yılına dayanan bu "Oniki hayvanlı Türk Takvimi"nin Gök Türkler zamanında güneş yılına çevrildiği söylenmektedir.
    Menşei çok eski olması gereken, ayrıca 12 yıllık devrenin 5 katı 60 yıllık devreler olarak da faydalanılan bu takvim, Gök Türkler'de, Uygurlar'da, Batı Türkleri'nde ve muhakkak ki Hunlar'da kullanılmış olup, hem zaman, hem coğrafî yönden çok yaygın bir sistem gibi görünmekteydi. Gök Türkçe kitabeler, Uygur kitap ve hukukî belgeleri, Bulgar kitabeleri ve "Bulgar hakanları listesi", hatta Kırgızların Manas destanındaki bazı olaylar bu takvimle tarihlenmiştir. Bu eski Türk takvimi, son zamanlara kadar Orta Asya'da kullanılmıştır.


    HAZERFEN AHMED ÇELEBİ

    Avrupalıların, insanın uçabileceğini hayallerinden bile geçiremedikleri zamanda Hezarfen Çelebi uçmaya muvaffak olmuştur.
    17.Asırda yaşamış bu değerli ilim adamımızın hayatı hakkında geniş bir malumat yoktur. IV.Murad zamanında yaşadığını ve meşhur tecrübesini IV.Murad'ın da seyrettiğini bilmekteyiz.
    Muhtelif ilimlerde inkişaf etmiş olan Ahmed Çelebi halk tarafından "bin fenli" mânâsına gelen "Hezarfen" lakabıyla tanınmaktaydı.
    Ahmed Çelebi kendisinden önce yaşamış olan İsmail Cevheri gibi uçmaya merak salmıştı.
    Türkistan'ın Farab şehrinde doğan İsmail Cevheri, kollarına bağladığı iki düz satıhla Nişabur camiinin minaresinden aşağı atlayarak uçmayı, denemiş, fakat muvaffak olamamıştı. Bazı tarihçilere göre bu tecrübe esnasında hızla yere düşerek vefat etmişti.
    Ahmed Çelebi uçmayı inceden inceye hesap yaptıktan sonra denemiştir. Ahmed Çelebi araştırma ve tecrübelerine önce evinde başlamıştır. Ardından Okmeydanında yüksekçe yerlerden kartal kanatlarıyla rüzgarlı havalarda atlayarak tecrübelerde bulunmuştur.
    Yaptığı bütün tecrübelerde müsbet neticeler elde eden Hezarfen Ahmet Çelebi nihayet büyük tecrübeyi yapmaya karar verir.
    Balmumu ve kartal kanatlarından yaptığı kanatlan kullanarak Galata kulesinden atlayacak ve bir müddet uçtuktan sonra yere inecektir.
    Tecrübeyi merak eden Padişah Sultan Murad da bu uçuşu seyredecektir. Kararlaştırılan lodoslu bir günde Galata kulesinin en tepe noktasına çıkan Ahmed Çelebi "Ya Allah" diyerek kendisini boşluğa bırakmış ve yapma kanatlarını çırpmaya başlamıştır. Hayret dolu bakışlar arasında uçmaya başlayan
    Ahmed Çelebi Üsküdar'daki Doğancılar meydanına sağ salim inmeğe muvaffak olmuştur.
    IV.Murad bu muvaffakiyetinden dolayı Ahmet Çelebi'yi mükafatlandırmış, fakat bilahere bazı devlet ricalinin müdahalesiyle Cezayir'e sürmüştür. Hasan Çelebi'nin tecrübeleri ilk uzay çalışmalarını Müslüman Türklerin başlattıklarını gösteren müşahhas delillerdendir.

    LEGARİ HASAN ÇELEBİ

    Legari Hasan Çelebi de yine IV. Murad zamanında tarihte ilk defa füzeyle uçan adam unvanını kazanan tecrübeyi yapmıştır.
    Hasan Çelebi kendi icadı olan, elli okkalık barut macunu ile dolu, yedi kollu bir fişeği vücuduna bağlatmış ve bu fişekleri yardımcılarına ateşlettirmiştir. Fişekleri ateşlettirmeden evvel Sinan Paşa köşkünde kendisini seyreden IV.Murad'a dönerek, "Padişahım, İsa Nebiyle konuşmaya gidiyorum. Sizi Allaha ısmarladım" diye latife etmiştir. Fişeklerin ateşlenmesi üzerine süratle gökyüzüne doğru fırlayan Hasan Çelebi barutların bitmesi üzerine kollarına taktığı kanatlan açmış ve Sinanpaşa köşkü önünde denize salimen inmiştir.
    IV.Murad bu muvaffakiyeti için Hasan Çelebiyi mükafatlandırmış ve onu sipahi sınıfına kaydettirmiştir.
    Legari Hasan Çelebi ve Hezarfen Ahmet Çelebi gibi ilim adamlarımız, bu çalışmalarıyla, devekuşu misali başını kuma gömerek mazisine ısrarla sırt çevirenlere asırlar ötesinden âdeta şöyle haykırmaktadırlar:
    "Bu tecrübeleri devam ettirseydiniz, dünyanın zevkine sefasına kapılmasaydınız, sizler de pekâla ay'a gidebilirdiniz."

    GEVHER NESİBE ŞİFAHANESİ

    Selçuklu hükümdarlarından II. Kılıçarslan’ın kızı Gevher Nesibe Sultan’ın ölüm döşeğinde ağabeyi hükümdar I. Gıyasettin Keyhüsrev’e vasiyeti üzerine inşa edilen Kayseri Gevher Nesibe Sultan Tıp Sitesi’nin yapısal ve estketik niteliklerini birkaç satırda ifade etmek elbette mümkün değildir.1206 yılında hizmete giren şifahane ve daha sonra yapılan Tıphane, birlikte bir tıp sitesini (Kayseri Tıbbıye Mektebi’ni) oluşturmuş, o zamanda dünyada eşi bulunmayan Selçuklu yadigârı bir varlığımızdır.
    Anadolu’da yapılmış olan birçok şifa merkezleri ve medreseler, Selçukluların bilime, insana ve onun sağlığına ne kadar önem verdiklerini göstermektedir.Hem Gıyasiye (Temel Bilimler) hem de Darüşşifa (hastaneyi) içeren Gevher Nesibe Tıp Sitesi, şifaiye, Kayseri maristanı, darüşşifa medresesi, çifte medrese, Kayseri Tıbbıyesi gibi çeşitli isimlerle anılmaktadır.
    Mezar taşı olmadığı için Gevher Nesibe’nin ölüm tarihi bilinmemektedir. Ölümünün 1206 yılından önce olduğu tahmin ediliyor; bir gönül kırıklığını takiben, o zamanın tıbbi imkanları ile tedavisi yapılamayan ince hastalığa (tüberküloz) yakalandığı söylenmektedir. Hastalığın sebebi ise anlatılana göre, gönül verdiği, Selçuklu kumandanı ile evlenmelerine ağabeyinin muhalefeti ve az sonra da bu kumandanın harpte şehit düşmüş olmasıdır. Bu üzüntüler içinde Gevher Nesibe Hatun yemez, içmez ve sonunda ince hastalığa yakalanır. Ölüm döşeğinde, ağabeyi Gıyasettin Keyhüsrev ondan özür diler ve son arzusunu sorar. Gevher Nesibe Sultan son arzusu olarak kendi gibi çaresiz hastaları tedavi edebilecek hekimlerin yetişeceği bir tıp fakültesinin açılmasını ister ve; “Babam Kılıç Aslan’dan kalan bütün servetimi bağışlıyorum.” der. Otuzdokuz yaşına gelmeden hayata gözlerini kapadığı söylenmektedir. O devirde Kayseri’nin büyük bir kısmı göl olduğundan iklimi rutubetlidir. Bilindiği gibi, bu iklimlerde tüberküloz hastalığı genellikle yaygın olmaktadır. Sivas Darüşşifası’nı yaptıran İzzettin Keykavus’un da tüberkülozdan öldüğü bilinmektedir.

    ULUĞ BEY VE RASATHANESİ

    Uluğ Bey tarafından Semerkant’ta kurdurulan rasathânedeki astronomi çalışmaları, astronominin bugünkü ileri seviyesine gelmesinde şeref payına sâhiptir. Astronomiyle ilgili çalışmalarının temelini, matematikteki trigonometrik esaslar teşkil etmektedir. Bu sebepten Uluğ Bey, trigonometri ilmi üzerinde geniş çalışmalar yaptı. Bir derecelik yayın sinüs değerini hesaplamak bu yolda yapılan çalışmaların ilkini teşkil eder. Kendisinden önceki doğu ve batı dünyâsındaki tahmînî ve takribî bilgileri bırakıp, ilmî esasları tespit ederek trigonometride yeni bir araştırma yolu açtı.Uluğ Beyi dünyâya tanıtan, astronomi alanında yaptırdığı eserler oldu. Onun en meşhur eseri Semerkant’ta yaptırdığı büyük rasathânedir. Günümüzden yaklaşık altı asır önce yapılan bu rasathânedeki çalışmalar, çağımızın astronomi çalışmalarına hâlâ ışık tutmaktadır. O gün yapılan hesaplar, günümüzün astronomik hesaplarına tıpatıp uymaktadır. 1420 senesinde tamamlanan rasathânenin ilk müdürü Gıyâseddîn Cemşid’dir. Daha sonra Kâdızâde Rûmî, sonra da Ali Kuşçu, bu vazîfeye getirilmiştir. Rasathâne’nin yer üstündeki kısmı, üç katlı idi. Yıldızların yüksekliklerini bulmak için kullanılan rub’-ı dâire, Ayasofya Câmiinin kubbesi kadardı
    Uluğ Bey, İlhanlılar zamânında yapılan rasatları (gözlem) yeniden inceledi. Kontrolden geçirdi ve yeni rasatlar yaptı. On iki sene süren bu çalışmasının netîcesini, ancak 1437 senesinde alabildi ve kendi adıyla anılan büyük eseri Uluğ Bey Zîci’ni ortaya koydu. Önceki zîclerin eksiklerini tamamlayan bu eser, devrin ilmî esaslara dayanan tek cetveli olup, eski zîclerin yanlışlarını düzeltiyor ve yıldızların hareketlerini daha mükemmel gösteriyordu. Eser, bilim târihinde Batlemyüs ve Nasîrüddîn Tûsî’nin hazırladığı zîclerden sonra üçüncü büyük zîc olarak tanınmaktadır. Eserde genellikle gökyüzünün güneyinde kalan kırk sekiz takımyıldız konu edilmiş ve bu takımyıldızlar içerisinde bulunan 1018 yıldızın koordinatlarını en doğru biçimde tespit etmiştir.Eser dört bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölüm; farklı kimseler tarafından kullanılan değişik kronolojik sistemleri belirtir. İkinci bölüm; pratik astronomi bilgilerini ihtivâ eder. Üçüncü bölüm; dünyâ merkezli kâinât sistemine göre, gök cisimlerinde görülen hareketler ve yerleriyle ilgilidir. Dördüncü bölüm astrolojiden bahseder. Eser 1665 senesinde İngilizce'ye tercüme edilerek, Oxford’da basıldı. Fransızca tercümesi, 1853’te Farsça metniyle birlikte basıldı. Esere Ali Kuşçu ve torunu Mirim Çelebi tarafından şerhler yapılmıştır.Büyük İslam astronomu ve devlet adamı Uluğ Bey' in 11394/1449), Semerkant'da kurmuş olduğu rasathanesinde, yeryüzünün güneş etrafındaki tam devrini yani bir yılı, 365 yeryüzünün güneş gün 6 saat, 9 dakika, 6 saniye olarak hesapladığını...Aradan asırlar geçip 20. yüzyılın en modern cihazları ile yapılan hesaplarla, Uluğ Bey'in hesapları arasında sadece 58 saniye farkın bulunduğunu... (Bakiler, Yavuz Bülent; Türkistan Türkistan, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., İst?1986, s. 259)

    PİRİ REİS VE DÜNYA HARİTASI

    Harita, parşömen üzerine, renkli olarak, itina ile yapılmıştır.Piri Reis haritasının elde mevcut kısmı, büyük kıt'ada bir dünya haritasının bir parçasıdır. Haritaya dikkatle bakanlar, şark tarafı kenarlarındaki haşiyelerin yarı yarıya kesilmiş olduğunu göreceklerdir. Bundan da istihraç olunabilir ki tekmil harita dünyanın o zamanlar malûm olan kısımlarını, yani Avrupa, Asya ve Afrika ile Amerikanın keşfedilmiş parçalarını göstermekte idi. Müellif, haritasının bir haşiyesinde, haritayı telif ederken görmüş ve tetkik etmiş olduğu haritaları tafsil ile beyan eder; Antil kıyılarını tarif eden haşiyede işbu sahiller ve adalar için Kristof Kolomb'un haritasından istifade ettiğini söyler; amcası veya dayısı Kemal Reisin yanında esir olarak bulunan ve Kristof Kolomp ile üç defa Amerika'ya gittiğin ifade eden bir İspanyol'un sefer hakkındaki rivayetlerini tespit eder; Cenubî Amerika sahillerine ait haşiyelerde dört Portekiz'in yeni telif olunmuş haritalarını da gördüğünü beyan eyler. Kristof Kolomb'un haritasından istifade ettiğini şu satırlarla anlatır :

    "Bu isimler ki mezbur Cezayir'de ve kenarlarında kim vardır, Kolonbo komuştur ki anınla malûm oluna.... bu kenarlar ve Cezirelerde kim vardır, Kolonbonun hartisinden yazılmıştır " Eser büyük bir dünya haritası olduğu için eski dünyayı gösteren birtakım haritaları da tetkik eylemiş, bilhassa kendi ifadesîne göre "İskender zamanında" telif edilen haritaları ve "Mappamondo" ları ve Müslümanlar tarafından vücuda getirilen sekiz kıt'a haritayı tetkik ve mütalea etmiştir.

    Bizzat Piri Reis, haritasının ne yolda telif olunduğunu, harita haşiyelerinden birisinde sarahatle anlatmaktadır :

    "Bu fasıl işbu hartinin ne tarikle telif olunduğunu beyan eder. İşbu harti misalinde harti asır içinde kimesnede yoktur. Bu fakirin elinde telif olup şimdi bünyat oldu. Hususan yirmi miktar hartiler ve Yappamondolar (Mappa Mondo) dan - yani İskenderi Zülkarneyn zamanında telif olmuş hartidir ki rubu meskûn anın içinde malûmdur; Arap taifesi ol hartiye Caferiye derler-anın gibi sekiz Caferiyeden ve bir arabî Hint hartisinden ve dört Portukalın şimdi telif olmuş hartilerinden kim Sint ve Hint ve Çin diyarları hendese tariki üzerine ol hartilerin içinde mesturdur, ve bir dahi Kolonbo'nun Garp tarafında yazdığı hartiden bir kıyas üzerine istihraç edip bu şekil hâsıl oldu; şöyle ki bu diyarın artisih bahriler içinde nice sahih ve muteber ise, mezbnr harti de dahi yedi derya ile sahih ve muteberdir."

    Piri Reis haritasında asrın beynelmilel sayılan harita an'anelerine riayet ettiğini "Bahriye" sinde hususî bir fasıl içinde zikretmektedir : şehirler ve kaleler kızıl hatlarla, ıssız mahaller kara hatlarla, döküntüler, taşlıklar siyah noktalarla, sığlık ve kumluk yerler kızıl noktalarla, gizli kayalar ıstavroz işaretile gösterilmiştir. Piri Reis haritasında dikkate şayan noktalardan birisi, Afrika'nın Muhiti Atlasi sahilindeki mevkilere verilen adlardır. Babadağı, Akburun, Yeşilburun, Kızılburun, Kozlukburun, Altınırmak, Güzel körfez.... gibi ki bunların hepsi öz Türkçe'dir. İkinci bir nokta da haritanın bir kopya olmayıp, muhtelif haritalardan ve Reisin ve dostlarının müşahedelerinden istifade suretile yapılmış orijinal bir eser olmasıdır. Teessüf olunur ki elimizdeki bu pek mühim harita, ancak bir parçadır ; başka parçaları kopup kaybolmamış olsa idi, 1513 senesinde yapılarak eski ve yeni dünyayı bir arada gösteren Türkçe mükemmel bir harita elimizde bulunmuş olurdu. Kristof Kolomb'un seyahatleri XV inci asrın son ve XVI ıncı asrın ilk senelerinde (Kolomp dördüncü seferinden 1504 te dönmüştür) olduğuna göre yeni keşiflerden pek az zaman sonra yapılan böyle bir harita, bütün dünya kıt'alarını bir arada gösteren ilk haritalardan biri demektir. Hasılı, XVI ıncı asrın başlarında tersim edilen bu harita muhtelif noktai nazarlardan çok kıymetli bir Türk eseridir.

    Piri Reis, haritasının kenar yazısında, Kristof Kolomb'un haritasından ve Portekiz haritalarından istifade ettiğini söylüyor. Kolomb'un şimdiye kadar bulunamamış haritasından istifade iddiası, şu suretle izah edilebilir: Türk bahriyelileri, Akdeniz'in Garp havzasında 1501 senesi ettikleri bir deniz muharebesinde İspanyol gemilerini zaptetmişlerdi; ve bu gemilerden birisinde Amerika'dan getirilmiş eşya bulmuşlardı. Kristof Kolomp, malûm olduğu üzere, üçüncü seyahatinden 1500 senesinde dönmüştü. Bu malûmata göre, Kemal Reis tarafından İspanyol gemisinde zaptolunan eşya arasında Kristof Kolomb'un haritası da bulunmuş olsa gerektir. Amerika kâşifinin bu büyük keşfinden sonra tersim ettiği malûm olan harita şimdiye kadar hiçbir yerde bulunmamış olduğundan, Piri Reis haritası, Kolomb'un haritasına müteallik pek mühim bir memba demek olur. Kıymetli bir âlim ve kartoğraf olan Türk Reisi, iddia ettiği veçhile, Kolomb'un haritasını hakikaten elde ederek kendi haritasının çizilmesinde ondan istifade etmiş midir? Meselesini uzun, derin tetkikeden Alman Profesörü Kahle, Piri Reis'in iddiasının doğru olduğunu tespit etmektedir

    MİMAR SİNAN

    Osmanlı-Türk mimarlığı onunla birlikte bireşim sürecini tamamlamış, arayış aşamasından klasik dönemine geçmiştir. Bu geçiş, biçim olarak kubbeyi, düzenleme ilkesi olarak da merkezi planlı yapıyı anıtsal bir mimarlığın en önemli öğesi olan kubbeyi ve ona bağlı taşıyıcılar sistemini en yalın ve açık biçimde kullanıp onu anıtsal mimarlık düzenlemelerinin çekirdeği durumuna getirmek Osmanlı-Türk mimarlığının dünya mimarlığına bir katkısıdır. Böylece hem Doğu, hem Batı ile ilişki içinde olan, Anadolu ve Akdeniz kültürlerine sahip çıkan bir Osmanlı-Türk İslam mimarlık bileşimi ortaya çıkmıştır. Bu, yapıya katkıda bulunan öteki sanatları da etkilemiş, imparatorluğun her yerinde ki yapı eylemleri için yol gösterici olmuştur. Sinan'ın mühendis yanı su yollarıyla köprülerinde ortaya çıkar. Bunlarda zamanının sahip olduğu tüm mühendislik bilgilerini uygulamış, hatta kimi zaman onları aşan, ileri götüren tasarımlar gerçekleştirmiştir. İstanbul'un su sorununu çözmekle görevlendirilmiş, bentleriyle, tünelleriyle, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla uzunluğu 50 km'yi aşan ve Kırkçeşme adıyla bilinen su yapılarını gerçekleştirmiştir. Süleymaniye Külliye'sine 53 milyon akçe harcanırken Kıkçeşme yapılarına 43 milyon akçe harcanmış olması da zamanında bunlara verilen önemin bir başka göstergesi olmaktadır.

    MEHMED İSA EFENDİ VE TAC MAHAL

    Bu amaçla İstanbul'dan mimarlar istedi. Gelen mimar, Mimar Sinan'ın öğrencilerinden Mehmed İsa Efendi ve ekibi idi.Mehmed İsa Efendi'nin aylarca çalışarak planını çizdiği Tac Mahal'in yapısında son derece berrak, beyaz bir mermer kullanıldı. Parlak beyaz mermerin, ince mavi damarları da vardı. Bu mermerden yapılan muhteşem kubbenin yerden yüksekliği 82 metredir. Kubbenin üzerindeki altın alemle bu yükseklik daha da artıyor. Türbenin beyaz mermerden dört minaresi de var. Eserin yapımına 1631'de başlanılmış ve 1652'de bitirilmiştir. Mümtaz Mahal'in ve öldükten sonra onun yanına konulan Şah Cihan'ın sandukaları üst kattadır. Kubbenin altında bulunan bu sandukalarda mermer oymacılığının en güzel örnekleri görülür. Sandukaların olduğu yerde insan ağzından çıkan her ses muhteşem kubbede yedi defa yankılanır. Sanat eseri olarak başlı başına bir hazine olan Tac Mahal'in duvarları gerçek hazine taşlarıyla süslüdür. Yüz binlerce akik, sedef, firuze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta, 50 tane de çok büyük inci vardır. Türbenin yapımı için 47 milyon altın lira harcanmıştır ve buna duvarlardaki mücevherler dahil değildir. İstanbul'daki muhteşem Süleymaniye Camii için bile 19 milyon altın lira harcandığını söylersek, Tac Mahal için ne muazzam bir fedakarlık yapıldığı daha kolay anlaşılır. Bu anıt, Şah Cihan'ın İstanbul'dan davet ettiği Türk mimarların eseridir. Planını İstanbullu Mehmed İsa Efendi, kubbeyi İstanbullu mimar İsmail Efendi, yapmış, duvarlardaki şahane yazıları yine İstanbullu hattat Serdar Efendi yazmıştır. Birçok yabancı usta, bu arada İtalyan mimarlar da bunların emrinde çalışmıştır.

    ALTIN ELBİSELİ ADAM

    En göz alıcı ve harika nitelikteki eşya, altından yapılmış bir elbise idi. Çizmesinden başlığına, kemerinden kılıçlarına kadar her şeyi saf altın olan bir elbise.Altın elbisenin başlığı ok ve tuğlarla süslü. Alın hizasında koç, geyik ve at kabartmaları var. Bu kabartmalara, kama kılıfında ve öteki eşyalarda da rastlanıyor. Belindeki kemerin solunda bir kılıç, sağında ise bir kama asılı. Ceketin altındaki düz pantolonun paçaları çizmenin içine giriyor. Ceket, yüzlerce üçgen altının birleştirilmesinden meydana gelmiş, çorabın çizme ile diz kemiği arasında kalan kısmında yine üçgen parçalar, çizmede ise dörtgen parçalar var.Tarihçiler bu elbisenin bir tigine (prense) ait olduğunu söylüyor, fakat tiginin kimliğini henüz bilemiyorlar. Onun için yazılarda adı "Altın Elbiseli Adam" olarak geçiyor.Kazakistan'da Alma-Ata'nın yakınındaki Esik höyüğünden çıkarılan ve M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış bir Türk tiginine ait altın elbise. Halen Alma-Ata müzesinde bulunan bu elbise ve diğer eşyalar, 25 asırlık geçmişten Türk tarihine ışık tutan belgelerdir. Saf altından yapılan böyle bir elbise dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur.
    UYGURLAR VE MATBAA
    Uygurlar dünyada ilk defa matbaayı icat eden ve kağıdı bulan bir Türk kavmidir.
    ORHUN YAZITLARI Göktürk Devletinden kalma, 7 ve 8. asra âit en eski taş kitâbeler. Üzerinde, Türk Edebiyâtının ilk örnekleri bulunan “bengü taşları”dır.
    Moğalistan’ın kuzey-doğusunda, eski Orhun Nehri yatağına dikilmiş oldukları için bu kitâbelere Orhun Âbideleri, Göktürk Devletine âit oldukları için de Göktürk Kitâbeleri denmiştir. Âbidelerde adı geçen Ötüken Ormanı, Türklerin Birinci İstiklâl Savaşını kazanan Kutluk Kağan tarafından, yeni Türk devletine idâre merkezi olarak seçilen yerdir. Orhun civârında Orhun yazısı ile yazılı daha başka kitâbeler de bulunmuştur. Belli başlıları altı tânedir. Fakat bunların en büyükleri ve mühimleri üç tânesidir. Birincisi olan Kül Tigin Âbidesini, ağabeyi Bilge Kağan, 732’de diktirmiş, ikincisi olan Bilge Kağan Âbidesini de ölümünden bir yıl sonra 735’te kendi oğlu diktirmiştir. Üçüncü olarak vezir Tonyukuk Âbidesi ise 720-725 senelerinde kendisi tarafından dikilmiştir.
    Kül Tigin Âbidesi: Kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rolü olmuş kahraman kardeşine karşı, Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygularını ifâde eden, bizzât hükümdâr ağzından yazılmış hitap eder. Yere devrilmiş vaziyette bulunmuştur. Rüzgâra mâruz kalan kısımlarında tahribât ve silintiler vardır.Yüksekliği 3,75 metredir. Saf olmayan mermerdendir. İtina ile yontulmuş, yukarı doğru daralmaktadır. Dört cephelidir. Âbidenin doğu cephesinin üstünde kağanın işâreti vardır. Batı cephesi Çince kitâbe ile kaplıdır. Diğer üç cephesi Türkçe kitâbelerle doludur. Âbidedeki kitâbeleri, Bilge Kağan ve Kül Tigin’in yeğeni Yollug Tigin yazmıştır. Satırlar yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve sağdan sola doğru istif edilmiştir. Satırların uzunluğu 235 cm kadardır. Cetvelden çıkmış gibidir. Âbidenin Çince kitabesinde Türk-Çin dostluğu, Türk İmparatorluğu ve Kül Tigin methedilmekte, tanıtılmakta ve târihler düşürülmektedir. Bilge Kağan Âbidesi: Aynı yerde Kül Tigin Âbidesinin bir kilometre uzağındadır. Şekli, tertibi ve yapısı, tamâmiyle birincisine benzemektedir. Yalnız biraz yüksektir. Bu âbidede Bilge Kağan hitabeder. Ayrıca Kül Tigin’in ölümünden sonraki vak’aların ilâve edildiği görülür. Bu eser hem devrilmiş hem parçalanmıştır. Tahribat ve silinti bunda çok fazladır. Bu âbideyi de yeğeni Yollug Tigin yazmıştır. Her iki âbidede de Bilge Kağan’ın sözlerinin dışında Yollug Tigin’in kitâbe kayıtları ve ilâveleri yer almaktadır.
    Vezir Tonyukuk Âbidesi: Diğer iki âbidenin biraz daha doğusunda bulunmaktadır. Devrilmemiş, dikili, dört cepheli iki taş hâlindedir. Birinci ve daha büyük olan taşta 35, ikinci taşta 27 satır vardır. Bu âbide, İltiriş Kağan’ın isyânına iştirâk eden ve o günden Bilge Kağan devrine kadar devlet idâresinin baş yardımcısı olarak kalan, VezirTonyukuk tarafından diktirilmiştir. Âbidede bu kudretli ve tecrübeli müşâvir vezirin kendisi konuşmaktadır.
    Orhun âbideleri, Göktürk Devletinin kuruluşundan yarım asır sonra, Türk Beylerinin anayurttan uzaklaşarak, kendilerini Çin’in yumuşak ipeklerine ve hileci siyasetine kaptırıp bozulduklarını anlatır. Eskisi gibi iyi ve bilgili olmayan bu beylerin elinde Türk Devletinin nasıl sarsılıp yıkıldığını aydınlatır. Bu yüzden tam elli yıl, Çin ilinde esir yaşayan doğu Türklerinin, esirlik hayâtına alışamıyarak, durmaksızın isyan ettiklerini ve sonunda muvaffak olduklarını, yeniden istiklâl kazandıklarını anlatır. Sekizinci yüzyılda, Çinlilere karşı yapılan İstiklâl Savaşı kazanıldıktan ve Türk bütünlüğü sağlandıktan sonra, bunların unutulmaması için diktirilmiştir.
    Orhun Âbideleri çok yönlü vesikalardır. Şöyle ki: “Türk milletinin adının geçtiği ilk Türkçe metin olup; taşlar üzerine yazılmış ilk Türk târihi; Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi; milletle hesaplaşması, devletin ve milletin karşılıklı vazîfeleri; Türk nizâmının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesîkası; Türk askerî dehâsının, Türk askerlik sanatının esasları; Türk feragat ve fazîletinin büyük örneğidir.
    Türk içtimaî hayâtının yüksek tablosu; Türk hitâbet sanatının şâheseri, hükümdarâne edâ ve ihtişamlı hitap tarzı; Türk milliyetçiliğinin temel kitabı; Bir kavmi bir millet yapabilecek eser; Türk yazı dilinin ilk örneği ve başlangıcını mîlâdın ilk asırlarına çıkartan delil, Türk ordusunun kuruluşunu ilk asırlara götüren vesîka; insanlık âleminin sosyal muhtevası bakımından en mânâlı mezar taşlarıdır.
    Orhun Kitâbelerinden, 12. asırda târihçi Cuveynî, Târîh-i Cihângüşâ’sında bahsetmiştir. Ayrıca Çin kaynaklarında da bu âbidelerden bahsedilmektedir. 1709’da Poltava Savaşında Ruslara esir düşen İsviçreli subay Strahlanberg, 13 sene Sibirya’daki sürgün hayâtında serbestçe gezip dolaştığı yerlerde incelemelerde bulunmuş, 1730’da kendi vatanına döndüğünde araştırmalarını yayınlamıştır. Bunun üzerine 1890’da Heikel’in başkanlığında bir Fin, 1891’de de W. Radloff’un başkanlığında bir Rus ilmî heyeti kitâbelerin mahalline gönderilmiştir. Her iki heyet âbideleri tetkik edip, fotoğraflarını Avrupa ilim merkezlerine dağıtmışlardır. Danimarkalı Bilgin V. Thomsen 1893’te Orhun yazısını çözmeyi başarmıştır. Son olarak Türk bilgini Talat Tekin, Amerika’da Orhun Türkçesinin bir gramerini ve kitâbelerinin yeni bir neşrini yapmıştır. Orhun Kitâbelerinin metninden bir kısmı şöyledir:
    “Kişi oğlında üze eçüm apan Bumin Kağan İstemi Kağan olurmuş, Olırıpan Türk Buduning ilin törüsin tutan birmiş, iti birmiş.
    Tört bulung kop yagı ermiş. Sü sülepen tört bulungdaki budung kop almış, Kop baz kılmış. Başlığıg yükündürmüş tizliğig sökürmiş.
    İlgerü Kadırgan yışka tegi, kirü Temir Kapıg-ka tegi kondurmuş. İkin ara idi oksız Kök Türk ança olurur ermiş, Bilge Kağan ermiş, Alp Kağan ermiş, Buyrukı yime bilgi ermiş erinç, alp ermiş erinç, Beğleri yime, budunı yime tüz ermiş, Anı üçün ilig ança tutmış erinç.”

    İLK BULUŞLAR


    İBN-İ SÎNÂ (980-1037)

    İbn-i Sînâ, her şeyden önce bir hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili olanlar dikkat çekmektedir, ancak, İbn-i Sînâ dendiğinde, onun adıyla özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19. yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan el-Kânûn fî't-Tıb (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir. Beş kitaptan oluşan bu ansiklopedik eserin Birinci Kitabı, anatomi ve koruyucu hekimlik, İkinci Kitabı basit ilaçlar, Üçüncü Kitabı patoloji, Dördüncü Kitabı ilaçlarla ve cerrâhî yöntemlerle tedavi ve Beşinci Kitabı ise çeşitli ilaç terkibiyle ilgili ayrıntılı bilgiler vermektedir.

    ATIN EVCİLLEŞTİRİLMESİ

    At Türkler tarafından ilk defa evcilleştirilmiştir. At yük taşımacılığında kullanılmış daha sonra savaşlarda hareket kabiliyetini artırması ve silah olarak kullanılması ile Türkler arasında kullanımı artmış bozkır kültürünün adını atlı bozkır Türk medeniyeti olarak değiştirmiştir.Türk mezarlarından çıkan at cesetleri de Türklerin ata verdikleri önemi göstermektedir.


    orhun abideleri


    say say bitmez



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi The SATANİST -- 6 Ekim 2014; 20:10:56 >




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.