Şimdi Ara

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri ney çaldı mı, döndü mü?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
104
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Hazret-i Mevlânâ, ney çalmadı, dönmedi.


    Ehl-i Sünnet alimlerinin kıymetli kitaplarından nakiller yaparak doğru bilgileri insanlara ulaştıran dinimizislam.com sitesinde bu konuyla akalı şöyle bir bilgi var:


    Sual: Mevlânâ hazretleri ney çalmış mıdır, ellerini açıp dönmüş müdür, eğer ney çalmadı ve dönmedi idi ise, bu yapılanlar nedir?


    Cevap: Mevlânâ Celâlüddîn Rûmî hazretleri, evliyanın büyüklerindendir. Babası Bahâeddîn-i Veled hazretleri büyük âlim ve veli idi. Nefehât kitabında; “Beş yaşında iken kiramen katibin meleklerini, Evliyanın ruhlarını görürdü” denmektedir. Divanında otuzbin, Mesnevisinde kırkyedibin beyit vardır.

    Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı, raks etmedi. Dünyaya nur saçan Mesnevîsine, her memlekette, birçok dillerde şerhler, açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan en kıymetlisi, Mevlânâ Câmînin kitabıdır ki bu kitapta deniyor ki:

    Mesnevinin birinci beytinde, “Dinle neyden, nasıl anlatıyor ayrılıklardan şikâyet ediyor” deniyor. Ney, İslâm dininde yetişen kamil insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuş, her an, Allahü teâlânın rızasını aramaktadır. Ney, Farsçada yok demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hasıl olmaktadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinde, Allahü teâlânın ahlakı zahir olmaktadır. Neyin üçüncü manası, kamış kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kamil kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kamil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlâdandır.”

    İkinci Abdülhamid Han zamanında Ankara valisi olan Abidin Paşa, Mesnevi şerhinde, neyin insan-ı kamil olduğunu, dokuz türlü ispat etmektedir.

    Sonraları, bazı cahiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, şeyler çalmaya, dans etmeye başladılar. Oyun aletleri, o tasavvuf üstadının türbesine konuldu. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, yüksek sesle zikir bile yapmazdı. Nitekim Mesnevîsinde:

    “Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb, bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!” buyuruyor ki; “O hâlde, sevgiliye kavuşmayı, can-u gönülden iste. Dudağını ve damağını oynatmadan, Rabbin ismini kalbinden söyle!” demektir.

    Sonradan gelen din cahilleri, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek, nefslerini zevklendirmişlerdir. Bu günahlara ibadet adını verebilmek, kendilerini din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı, biz onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemişlerdir.



    Şeb-i arûs, düğün gecesi


    Sual: Mevlana hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermektedir. Ölmek, sevinilecek bir şey midir ki böyle denmiştir?

    Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, İslâm bilgilerinin kaynağının, insan aklı, insanın düşüncesi olmadığını, âyet-i kerime ve hadîs-i şerifler olduğunu bildirmişlerdir. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir.

    Kur’ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir, akıl ile alakası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlânâ hazretleri; “Bâzâ, Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ” yani “Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, mecusilerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan bile, gel!” diyor. Bu sözler, 13. asırda yaşamış, Baba Efdal Kâşî'ye de nispet edilmektedir.

    Kalbi hastalıktan kurtarmak için, ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lazımdır. İslâmiyetten, tasavvuftan haberi olmayanlar, dini, dünya kazançlarına alet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturmuşlardır. Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile dönen semazenler, sağ ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi belirtmek için, aşağı indirirler. Yapılan bu ayinler, İslâmiyetin bir emri zannedilmektedir. Bunları yapanlar, maalesef İslâm dini ile hiçbir alakası olmayan, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde bulunmayan böyle ayinleri, tarikat olarak, İslâmiyet olarak tanıtıyorlar. Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı kiramdan hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların zamanlarında tasavvuf vardı, fakat böyle tarikatçılık yoktu.








  • 
Sayfa: 1

Benzer içerikler

- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.