Şimdi Ara

istanbula dair her ne varsa!

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
11
Cevap
0
Favori
425
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Evin içinde bir oda, odada İstanbul
    Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul

    Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı
    Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul

    Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
    Çekmeğe başladı, oltada İstanbul

    Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
    Şişede İstanbul, masada İstanbul

    Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
    Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul

    İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım
    Nereye gidersen git, orada İstanbul

    (Tüm Şiirleri -1 Özgür Yayın Dağıtım)


    Ümit Yaşar Oğuzcan


    istanbulu anlatalım bugün?Hani şöyle karda yağmışken duygularımız açığa çıkmışken...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi yalnız gül -- 23 Ocak 2006 11:51:03 >







  • Karın yağdığını görünce
    Kar tutan toprağı anlayacaksın
    Toprakta bir karış karı görünce
    Kar içinde yanan karı anlayacaksın

    Allah kar gibi gökten yağınca
    Karlar sıcak sıcak saçlarına değince
    Başını önüne eğince
    Benim bu şiirimi anlayacaksın

    Bu adam o adam gelip gider
    Senin ellerinde rüyam gelip geçer
    Her affın içinde bir intikam gelir gider
    Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın

    Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi
    Öyle kar yağdı ki elim üşüdü
    Ruhum seni düşününce ışıdı
    Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın


    Sezai Karakoç
  • Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
    Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.

    Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
    Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,

    Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
    Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden.

    Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
    Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.

    Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle,
    Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.

    Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
    Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık!

    Yahya Kemal Beyatlı
  • Canım İstanbul


    Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
    Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
    İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
    O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
    Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
    Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
    Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
    Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
    İstanbul benim canım;
    Vatanım da vatanım...
    İstanbul,
    İstanbul...
    Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
    Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
    Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
    Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
    Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
    Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
    Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
    Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
    O manayı bul da bul!
    İlle İstanbul`da bul!
    İstanbul,
    İstanbul...
    Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
    Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
    Oynak sular yalının alt katına misafir;
    Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
    Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
    Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
    Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
    Cumbalı odalarda inletir "Katibim"i...
    Kadını keskin bıçak,
    Taze kan gibi sıcak.
    İstanbul,
    İstanbul...
    Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
    Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
    Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,
    Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
    Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
    Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
    Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
    Güleni şoyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
    Gecesi sünbül kokan
    Türkçesi bülbül kokan,
    İstanbul,
    İstanbul…

    Necip Fazıl Kısakürek




  • KAR PRENSİ (4109 Hit)

    Karlı fundalıklarda bırak, kalın uykuların sabahında
    yaşamın saf değerlerini
    çekil başkalarının aynalarından
    omuzlarında ödünç pelerin
    ceplerinde kurşun paralar
    bütün bunlar sana göre değil
    Eldivenlerini çıkar, kırağı uçuğu çiçeklere
    denizmercanlarına, sefer ateşleri yakmış
    balıkçı teknelerine bak
    sonra kayatuzu, şeytankınası,
    ucu ağulu kargılarla kendine başla
    bak daha şimdiden
    deliller ve ayrıntılarla kan tutuyor geceyi


    eşik altına saklanan bir anahtar
    kuyuların ıslak bilezikleri
    düz, sakin, kendinle konuşur gibi dene
    kanını yenileyen serüveni
    kav gibi gizli ateş,
    ten gibi lav
    sorgusuz sevişsek
    uykunun beyaz yasası teslim almadan bizi

    ne duello kanunları, ne görünmez kelepçeler
    tabiatı keşfeder
    kutuplarından ekvatoruna
    kendin indir doğal afetlerini
    haritanı sağlamlaştır
    anıların ve geleceğin için
    iki kişi olana kadar yaz kendini
    biri emekli bir hayalet
    shakespeare sonesi
    öteki, mahzun şiirlerin yedek yolcusu
    bir kar prensi


    Döndüğünde orada olacağım
    Karlı fundalıklarda bekleyeceğım seni

    MURATHAN MUNGAN




  • İstanbul


    Orda, adamı düşündüren
    denizler vardır
    - ışıltılı ve berrak-,
    şurda gemiler durmuş,
    kimbilir,
    zincirleri ne ağırdır.
    Sarayburnu,
    Kızkulesi,
    Haydarpaşa...
    Bak işte Köprü,
    Böyle ayak altında bütün gün.
    İşte yollar gıcır gıcır,
    İşte Sultanahmet Meydanı şu gördüğün
    Nihayet, ilerde deniz,
    Mis gibi balık kokar.
    Daha sonra Adalar
    Ve hep çam ağaçları.
    Oranın mehtabı tatlı olurmuş,
    Öyle derler,
    Rüyadaymış gibi yaşar insan.
    Galiba böyle görülür İstanbul
    Bir kartpostal önünde durup
    İştahla bakarsan.

    A. Kadir
  • Kar Kesti Yolu



    Kar kesti yolu
    sen yoktun
    oturdum karşına dizüstü
    seyrettim yüzünü
    gözlerim kapalı

    ..........
    ..........



    Nazım Hikmet Ran
  • Karanlıkta Kar Yağıyor



    Ne maveradan ses duymak,
    ne satırların nescine koymak o,
    ne bir kuyumcu merakıyla islemek kafiyeyi,
    ne güzel laf, ne derin kelam...
    Çok şukur
    hepsinin
    hepsinin üstündeyim bu aksam.

    Bu aksam
    bir sokak şarkicisiyim hünersiz bir sesim var;
    sana,
    senin işitemeyeceğin bir şarkiyi söyleyen bir ses.

    Karanlıkta kar yağıyor,
    sen Madrid kapısındasın.
    Karsında en güzel şeylerimizi
    ümidi, hasreti, hürriyeti
    ve çocukları öldüren bir ordu.

    Kar yağıyor.
    Ve belki bu aksam
    ıslak ayakların üşüyordur.
    Kar yağıyor,
    ve ben simdi düşünürken seni
    şurana bir kursun saplanabilir
    ve artık bir daha
    ne kar, ne rüzgar, ne gece...

    Kar yağıyor
    ve sen böyle deyip
    Madrid kapısına dikilmeden önce
    herhalde vardın.
    Kimdin, nemden geldin, ne yapardın?
    Ne bileyim,
    mesela;
    Ast orya kömür ocaklarından gelmiş olabilirsin.
    Belki alnında kanlı bir sargı vardır ki
    kuzeyde aldığın yarayı saklamaktadır.
    ..........
    ..........



    Nazım Hikmet Ran




  • İstanbul


    Nice büyük komutan tutuştu senin için.
    Almak üzere Mevla`ya yalvardı için için.
    Nasip oldu sonunda, O, muhteşem Fatih`e
    O buyuk zafer ile damga vurdu tarihe.
    Yedi tepe üstune kurulan koca şehir.
    Sana kavusmak için olmuştuk koca nehir.
    Allah, Allah diyerek, atıldik yedi koldan
    Gemileri yüzdürdük, dağ tepe susuz yoldan
    Kaptı şanlı sancağı çıktı Hasan surlara.
    Siper etti göğsünü o zalim okçulara.
    Bir Hasan binler oldu, atıldılar ileri
    Şehit olmak dileği, Fatih`in şanlı eri.
    Koskoca İstanbul`u hediye ettin bize
    O muhteşem günde atı sürdün denize.
    Her biri bir Fatih`ti kahraman askerlerin.
    Büyüdükçe büyüdü, isimsiz neferlerin.
    Çağ atlattin dünyaya İstanbul`u almakla
    Bir er gibi savaştın, kalbindeki bayrakla.
    Bu yüce savaş için feyz aldın Peygamber`den
    Kalkta bak koca Fatih, yattığın o yerinden.
    Boğaz`a gerdan taktı, torunlarin sonunda.
    Adını senden aldı, inci gibi boynunda.
    Göklere yükseliyor Sinan`ın eserleri.
    Bir rüya gibi hala İstanbul`un her yeri.

    Nizami Sunguroğlu




  • İstanbul’u Dinliyorum


    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
    Yavaş yavaş sallanıyor
    Yapraklar ağaçlarda;
    Uzaklarda, çok uzaklarda
    Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
    İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
    İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı;
    Kuşlar geçiyor derken
    Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık;
    Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
    Bir kadının suya değiyor ayakları;
    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Serin serin Kapalıçarşı,
    Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
    Güvercin dolu avlular,
    Çekiç sesleri geliyor doklardan
    Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
    Başında eski alemlerin sarhoşluğu,
    Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
    Dinmiş lodosların uğultusu içinde.
    İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Bir yosma geçiyor kaldırımdan.
    Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
    Bir şey düşüyor elinden yere;
    Bir gül olmalı.
    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
    İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Bir kuş çırpınıyor eteklerinde.
    Alnın sıcak mı, değil mi bilmiyorum;
    Dudakların ıslak mı değil mi, bilmiyorum;
    Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
    Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
    İstanbul’u dinliyorum.

    Orhan Veli Kanık




  • Alınyazısı Saati (İstanbul)


    Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
    Yaklaştıkça büyüyen
    Ayrıntıları setleri bahçeleri
    Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
    İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
    İstanbul’da parça parça
    Çeşmelerinde ayı yaşadım
    Servilerinde ayla birlik bölündüm
    Ayla birlik yaralandım
    İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
    Soludum bölük bölük ahiretin
    Keskin çizgili özgürlüğünü
    Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
    İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
    Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini
    İstanbul’dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım
    Taşlarına adeta resmim işledi
    Ben İstanbul’da dağıldım zerre zerre
    İstanbul damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
    Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
    O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp
    Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
    Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden
    O Tanrı’nın kılıç halindeki hilali
    İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli
    İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
    İstanbul’a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
    Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle
    Semerkant’tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
    Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
    Git Sümbülefendi’ye servilerden sor olan biteni
    Merkezefendi’de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
    Bağdat’ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin
    Şam’da son sınırı manevi medeniyetlerin
    Kozmik bakış metafizik sezgi
    Bağdat’tan dal, Şam’dan yaprak Diyarbekir’den çizgi
    Hep İstanbul’da kırık dökük
    Parçalanmış silinmiş sönmüş
    Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere
    Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
    Sabah Karacaahmet’te öte şafak kırmızısında savaş borusu
    Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
    Su şırıltısından gök gürültüsüne değin
    Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter
    Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi
    Ben yaşadıkça o yaşayacak bende
    Kimbilir belki o da dirilecek benimle
    İslam Milletinin dirilişinde
    O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya
    İnsanın insan olduğu o günde
    Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
    Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
    Doğrul ve kalk ayağa
    Kemiklerinle etin arasında
    Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla
    Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
    Fırtına yaprak yaprak dökülüyor
    Gecenin tüyleri savruluyor havaya
    Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla
    Mübarek toprağın anlamından bile yoksun
    Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
    Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız
    Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz
    Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz
    Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
    Denizi yüklendim adeta denizle evlendim
    Denizle yaşadım denizle öldüm
    Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm
    Denizden denize yükseldim
    Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
    Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları
    Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
    -Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-
    Bursa’dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
    Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
    Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
    Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
    Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
    Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
    Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
    olup biteni
    O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
    Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
    Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
    Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
    Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
    Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
    Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
    Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı
    Bir kartal taşırken yere düşmüş
    Ve kalakalmış kaldığı yerde
    Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne
    Yemişler ötesini berisini
    Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
    Ey Allah’a açılan ve kapanan ulu kapı
    Bir at gibi soluyorsun kulelerinle
    Deniz öfkenin köpükleriyle benekli
    Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
    Yeniden sularından içelim kana kana
    Savaşabilirim bugün bütün dünyayla
    Gerekirse
    Ruhumuzun susadığı hakikat olan
    Evrensel İslam Barışının zaferi için
    Aşk için Tanrı hakikati aşkı için
    Göğe çıkan İsa yere insin diye
    -Fazla çıkardılar göğe-
    Gel ey Muhammed ve İsa hakikati
    Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
    Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
    Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları
    Savaşırım doğudan daha doğu
    Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
    Zulme karşı savaşabilirim
    İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
    Ebedi hakikat budur
    Bunun için savaşırım ben
    Bunun için kanım helal olsun
    Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak
    İstanbul’u yeniden Tanrı şehri yapmak
    Bunun için savaşırım ben
    Servi için savaşırım çınar için savaşırım
    Tozlanmamış gün doğuşu için
    Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye
    Tuz deniz damlasında gülsün
    Çam denizle gülüşsün
    Su tenimizle barışsın
    Ruhumuzla ışısın diye
    Savaşçıyım ben atalarım gibi
    İstanbul için savaşırım
    Bağdat’ın dervişlik ortağı
    Şam’ın kılıç kardeşi
    Olan İstanbul için
    Benim güneşimden öteye kimse gidemez
    Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil
    “Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır”
    Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı’ya kulluk
    İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
    Kıyamete kadar söylenecek türkü

    Sezai Karakoç




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.