Şimdi Ara

İNGİLİZCE ÖĞRENMEK İSTİYORUM

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
7
Cevap
0
Favori
487
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • EĞER ONLİNE İNGİLİZCE ÖĞRENMEK İSTİYORSANIZ İKİ FARKLI ALTERNATİFİ ANLATTIM BİRAZ BAKIN İSTERSENİZ
    https://futbolherseydir.blogspot.com.tr/



  • Siten

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Hayırlı

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Olsun

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • Vaay,"ONLİNE" Yazan arkadaş bize İngilizce öğretecek :D

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • beyinbedavayav B kullanıcısına yanıt
    İngilizcede büyük ‘i’ olmaz, sakın unutmaAskerlik arkadaşı Ateş’in ensesinde boza pişirerek öğrettiği ‘I ve i’ ayrımını asla unutmadı ama yıllar içinde İngilizceyle de hiç işi olmadı. Ne özel yaşamında İngilizce kullanması gerekti, ne de meslek yaşamında ihtiyaç duydu İngilizceye. Ama birgün İngiltere’den alınmış bir fatura önüne geldiğinde koltuğundan zıpladı.
    (...)
    O bir yolsuzluğu ortaya çıkarmış kişi olarak sürgünle, görevden alınmayla uğraşırken Ç’li, Ş’li, büyük İ’li faturaları düzenleyen kişi, faaliyetine devam ediyordu. Kurumda cüzzamlı muamelesi görüyordu İsmail. O koridora çıktığında insanlar odalara kaçışıyordu birlikte görünmemek için.

    İsmail’in öğretmeninin İngilizceyi ne kadar bildiği kuşkuluydu. Asıl branşı matematikti ama o İngilizce derslerine de giriyordu.

    Görünürde dersler boş geçmiyordu. Öğretmen dersleri gırgır şamata ile kaynatıyordu. Arada birkaç sözcük öğretmeye çalıştığında da komik duruma düşüyordu.

    Bir yıllığına Ankara’ya TED Koleji’ne gidip de geri dönmek zorunda kalan bir öğrenci, öğretmenin İngilizcesiyle dalga geçiyordu. İngilizcesinin öğretmenden daha iyi olduğu kesindi. Öğretmenin radyodan öğrendiği İngilizce o çocuğun karşısında konuşmaya yetmiyordu.

    Van’da İngilizce dersi verecek başka bir öğretmen de yoktu maalesef. Sonuçta İsmail ve arkadaşlarının hemen tamamı, İngilizce alfabeyi bile öğrenemeden mezun oldular liseden.

    Fakültede de dil dersleri zorunlu olmayınca İsmail, askere kadar karşılaşmadı İngilizce sorunuyla.

    Yedek subay olarak Mamak Muhabere Okulu’nda askerlik yaparken tanıştı Ateş ile. Almanya’da bir firmada Genel Direktör olarak çalışıyordu Ateş. Askerlik için Türkiye’ye gelmişti, bitirince geri dönecekti işinin başına.

    İsmail ve Ateş sıkı arkadaş oldular. Kışla dışında da birlikte geziyorlar; akşamlarını salaş meyhanenelerde geçiriyorlardı.

    ADINI YAZARKEN Ş’NİN KUYRUĞUNU UNUTMUŞSUN

    Bir gün Ateş’in Almanya’ya göndermek üzere hazırladığı mektubun zarfı dikkatini çekti İsmail’in. Ateş kendi soyadını yazarken ‘Ş’ yerine ‘S’ kullanmıştı.

    İsmail, uyardı arkadaşını: ‘Ş’nin kuyruğunu unutmuşsun adını yazarken.’

    Ateş, bir zarfa bir İsmail’in yüzüne baktı:

    - Evet haklısın. Ama bizim daktiloda ş yok, onun için unuttum artık ş’yi kullanmayı. S ile yazmaya alıştım.

    O günden itibaren Ateş, İsmail’e takılmaya başladı. ‘İsmail sana İngilizce öğreteceğim’ deyip başlıyordu anlatmaya:

    - İngilizcede kuyruklu harf yoktur. Ş, ç, ö olmaz. Büyük İ olmaz, I olur.

    Giderek Ateş’in askerlik günlerinin eğlencesi olmuştu İsmail’in İngilizce bilmemesi. Ateş, aklına geldikçe kahkahalar atarak başlıyordu derse:

    - Sakın unutma, İngilizcede büyük İ olmaz. Büyük I olur, küçük de i. Kuyruklu harf de yoktur.

    ‘Ders’in bundan sonrası hep aynı cümlelerle geçiyor, bıktırırcasına tekrarlayıp duruyordu: ‘Bu da benim sana kıyağım olsun, İngilizceyi benden öğren.’

    Tüm bunlar şakaydı ama askerliği bittiğinde İsmail’in belleğine kazınan da bu cümleler olmuştu.

    ELİNDEN BÜYÜK MİKTARDA PARALAR GEÇİYORDU

    İsmail, askerlik sonrasında bir kamu kuruluşunun muhasebe servisinde çalışmaya başladı. Dürüstlüğü sayesinde çabuk yükseldi.

    Muhasebe servisini ona emanet ettiler. Koca kurumun bütün girdisi çıktısı, harcamaları onun kontrolündeydi. Büyük miktarda paralar gelip geçiyordu elinin altından.

    Zamanla değişen kilosu oldu. Boncuk gözlü genç adam gitti. Onun yerini hayli kilolu, bıyıklı bir muhasebeci görüntüsü aldı. İşine uygun bir tip edinmiş oldu.

    Ateş’in ensesinde boza pişirerek öğrettiği ‘I ve i’ ayrımını asla unutmadı ama yıllar içinde İngilizceyle de hiç işi olmadı. Ne özel yaşamında İngilizce kullanması gerekti, ne de meslek yaşamında ihtiyaç duydu İngilizceye.

    Ama birgün İngiltere’den alınmış bir fatura önüne geldiğinde koltuğundan zıpladı. ‘Olamaz’ dedi:

    - Olamaz. İngilizcede büyük İ olamaz...

    Sadece İ de değil, bütün kuyruklu harfler vardı faturada. Ş, ç, ö hepsi vardı birbiri ardına. Emin oldu faturanın sahteliğine.

    Ateş’i hatırladı o an. Onun öğrettiği İngilizce ilk kez işine yarıyordu. Gülümsedi hafiften.

    FATURALAR SAHTE ÇIKINCA GENEL MÜDÜRE KOŞTU

    Faturayı inceleyince sinirlendi. ‘Bu ne cesaret?’ diye söylendi içinden. Sonra dosyaları çıkardı, aynı kişinin daha önce getirdiği yurtdışı harcamalarına ilişkin faturaları da kontrol etti. Evet, çoğu sahteydi.

    İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinden alınmış gibi düzenlenen faturalar Türkçe klavyeli bir daktilodan çıkmıştı. Bol bol büyük İ, ş, ç, ö kullanılmıştı.

    Bu kadar özensizce sahtecilik yapılması, biraz da o kişinin kurum içindeki gücünden ileri geliyordu. Emindi faturalarının kontrol edilmeyeceğine.

    İsmail, dosyayı kaptığı gibi genel müdüre gitti. Faturaları gösterdi: ‘Bakın İngiltere’den alınmış faturalarda ş, ç, büyük İ var.’

    Genel müdür şöyle bir baktıktan sonra, ‘Tamam ben hallederim. Sen merak etme’ deyip gönderdiği İsmail’i.

    Bir süre bekledikten sonra yine çıktı genel müdüre. ‘Efendim bu sahtecilik. Kurumun milyarları götürülmüş bu yolla.’ Genel müdür kızdı bu sefer... ‘Bu kadar gitme bu işin üstüne.’

    Ama İsmail durur mu? Açıktan savaş başlattı. Kriminal raporlar, yazışmalar derken konunun Teftiş Kurulu’na havale edilmesini başardı.

    Kurul, raporu hazırlaması bir sonuç doğurmadı. Çünkü genel müdür, raporu aldığı gibi sümen altına attı. Yetmezmiş gibi İsmail ile uğraşmaya başladı.

    Onu görevden almak için tenzili rütbe etmek yerine başka bir daireye, bir üst göreve atadı. Maaşı da eskisinden daha yüksekti. Artık faturaları kontrol edemeyecekti.

    İsmail kabul etmedi yeni görevi. Dava açtı ve mahkemeyi kazandı. Geri döndüğü gün iki sarı zarf teslim ettiler eline. Birincisi göreve başlama yazısıydı, ikincisi yeniden görevden alma.

    Yine başvurdu mahkemeye. Bir kez daha aynı uygulamayla karşılandı kurumda. İki zarf ve yine görevden alma.

    CÜZZAMLI MUAMELESİ GÖRÜYORDU İSMAİL

    O bir yolsuzluğu ortaya çıkarmış kişi olarak sürgünle, görevden alınmayla uğraşırken Ç’li, Ş’li, büyük İ’li faturaları düzenleyen kişi, faaliyetine devam ediyordu. Hiçbir şey olmamış gibi. Dosyanın mahkemeye intikalinden de ciddi bir sonuç çıkmamıştı.

    Kurumda cüzzamlı muamelesi görüyordu İsmail. O koridora çıktığında insanlar odalara kaçışıyordu birlikte görünmemek için.

    İsmail, bunlara üzülmedi. Onu en çok etkileyen Kızılay’da karşılaştığı odacının kendisinden kaçması oldu. Karşıdan gelen odacı, onu görünce yüzyüze gelmemek için hızlı akan trafiğin içine dalıp caddenin karşı tarafına kaçtı.

    Sinirlenen İsmail de peşinden gitti, yakasına yapıştı. ‘Ulan sen ne biçim adamsın?’ dedi. Kendini kaybetmiş bağırıyordu:

    - Hadi daire başkanı olsan memur yaparlar, memur olsan sürerler. Sen odacısın, daha aşağıda bir görev var mı? Ne yapabilirler sana?

    Odacı, yakasını zor kurtardı elinden. Ama bu olaydan sonra iyice yıkılmıştı. Memuriyet yaşamı uzun süre görevden almalar ve davalarla geçti. Sonra da başka bir kuruma geçip rahatladı bir ölçüde.

    Ortaya çıkardığı yolsuzluk da küçük bazı cezalarla kapatılıp gitti...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hakan kirisci -- 19 Mart 2017; 13:0:22 >




  • hakan kirisci H kullanıcısına yanıt
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.