Şimdi Ara

Girit örneği ile 'Açılım' tiyatrosu

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
19
Cevap
0
Favori
666
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • YIL: 1909

    İttihat ve Terakki mensubu Edirne mebusu Haşim Bey, ağustos ayında Girit’te Rumlar tarafından hunharca öldürülen Osman Efendi (Koraşaki) ile Hüseyin Ağa (Subaşaki) adlı iki Türk’ün naaşlarını kartpostal yaptırıp devlet erkânına gönderdi.

    Mesajı açıktı: “Girit elden gidiyor!”

    Osmanlı Devleti ise, dört büyük ülkeye güvenip, “açılım” yaparak sorunu çözeceğini umuyordu. Oysa Girit’te daha önce kaç kez açılım yapmıştı...

    Kafanız fazla karışmasın; en iyisi olayları baştan yazalım...

    Arap kökenli Kazancakis

    Osmanlı ordusu, Akdeniz’in en büyük adalarından olan Girit’i 1645-1669 yılları arasında Venediklilerden aldı.

    Adanın Müslümanlaştırılması konusunda farklı bir metot uyguladı: Balkanlar’da “şenlendirme” adıyla yaptığı zorunlu iskânı bu kez adada uygulamadı. Fakat zorunlu olmasa da Girit, Türk göçü aldı. Bu arada Osmanlı, Kapıkulu askerinin evlenme yasağını kaldırdı. Bunlar Rum kızlarıyla evlendi. Bazı Rumların da din değiştirmesiyle Girit nüfusunda Müslüman sayısı kısa sürede çoğaldı. Anımsatmalıyım: İhtida eden Rumların bir bölümü, 823-963 yılları arasında adaya egemen olan Müslüman Araplar idi. Bizans’ın zoruyla Hıristiyan olmuşlardı. Bu gerçeği saklamayanlardan biri de, Giritli ünlü yazar Nikos Kazancakis (1883-1957) idi. “El Greco’ya Mektuplar” eserinde Arap soyundan (Abadyotlardan) geldiğini iftiharla yazdı. Dünyaca ünlü ressam El Greco da (1541-1614) Giritliydi. Neyse...

    1700’lü yıllarda ada nüfusunda Rumlar ve Türkler hemen hemen eşitti. Adanın dili Rumca, Arapça, Türkçe karışımı olan, yerel halkın “Giritçe” dediği dildi. Bu dil Rumcaya yakındı. Bunun sebebi, Osmanlı idaresinin Türkçeye gerekli özeni göstermemesiydi. İlginçtir; Girit’te Türk dilinin unutulmamasını sağlayan Horasan kökenli Bektaşi tekke ve zaviyeleriydi.

    Et ve tırnak gibi

    Türk ve Rumlar arasında yıllar içinde akrabalık sayısı arttı. “Et ve tırnak gibi” oldular. Ancak ne zaman Osmanlı ekonomisinde duraklama ve gerileme dönemi başladı; Girit’te isyanlar patlak verdi. Bunda, Ortodoksların hamiliğine soyunan Rusya’nın payı büyüktü. 1768’de Çariçe Katerina’nın kışkırtmasıyla, ticari filoya sahip zengin tüccar Yanis Daskoloyanis liderliğinde Rumlar (Sfakyalılar) ayaklandı.

    Osmanlı isyanı bastırdı; Daskoloyanis ve arkadaşları idam edildi ama 100 yıldır “et ve tırnak” gibi yaşayan Rumlar ve Türkler arasında güven kaybı başladı.

    Ne yazık ki yaşanılacak sonraki tarihsel süreç adanın bu iki halkını birbirine düşman edecekti.

    Bunun içsel olduğu gibi dışsal nedenleri de vardı. Öncelikle, siyasi, sosyal ve ekonomisi altüst olan Avrupa yeniden kuruluyor; yeni ittifaklar oluşturuluyordu.

    Bu nedenle 1821’de Mora Yarımadası’nda başlayıp Girit’e sıçrayan isyan Avrupa’dan çok destek buldu. Bu desteğin siyasi yanı gibi kültürel yanı da vardı; Rönesans’la birlikte Batı’da antik Yunan hayranlığı başladı.

    Rumların camilere, tekkelere, çiftliklere, vakıflara saldırmasını; Türk köylülerini öldürmesini Avrupa seyretti. Kılı kıpırdamadı.

    Can güvenlikleri kalmayan köylerdeki Müslümanlar şehirlere göç etti. Ancak Rumlar şiddeti her geçen gün artırdı. Osmanlı, Mısır’daki Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım alarak ayaklanmayı ancak 4 yılda bastırabildi. Cephe savaşları için eğitilen askerler küçük çetecilerle başa çıkmakta zorlanmıştı.

    İsyanın bastırılması ve Osmanlı’nın Doğu Akdeniz’e tekrar hâkim olma ihtimali, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın hoşuna gitmedi. Bu üç devlet Osmanlı’dan Yunanlılara, Sırbistan ve Romanya’da olduğu gibi “prenslik” vermesini istedi.

    Avrupa’da da büyük bir kamuoyu baskısı vardı. Şair Lord Byron, ressam Delacroix, yazar Victor Hugo vs. gibi aydınlar eserlerinde Yunan isyanına destek çıktı.

    Kuşkusuz mesele sanatçılarla çözülmedi; İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Mora’daki Navarin Limanı’ndaki 57 Türk gemisini batırıp sekiz bin Mehmetçik’i şehit etti.

    Avrupa Konseyi

    Osmanlı şaşkındı; ne yapacağını bilemedi. Çünkü Yeniçeri Ocağı’nı daha yeni tasfiye edip Asakir-i Mansure Muhammediye teşkilatını kurmuştu. Savaşacak askeri gücü yoktu.

    Sonuçta Osmanlı, Yunanistan’ın bağımsızlık talebinden vazgeçmesi ve kendisine her yıl belli miktarda vergi vermesi karşılığında, Mora Yarımadası’nda “Yunan Prensliği” kurulmasını kabul etti.

    Aradan çok geçmedi. Rusya da Osmanlı’ya saldırdı. Erzurum’u, Edirne’yi aldı. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın ilerleyişinden memnun olmadı. Taraflar bir masa etrafında buluştu. Buradan ne karar çıktı dersiniz; Yunanistan’ın bağımsızlığı!

    Enosis (birleşme) için ilk adım atılmış oldu.

    Girit Rumları fırsatı kaçırmadı; Yunanistan’la birleşmek için hemen ayaklandı. İsyan bu kez çabuk bastırıldı. Rumlar Avrupa’dan da gerekli desteği bulamadı.

    Çünkü emperyal devletler, hasta adam Osmanlı’yı nasıl paylaşacakları konusunda henüz hemfikir değildi. Öyle ki, Osmanlı, İngiliz ve Fransızların “Avrupa Konseyi”ne alınma sözüyle Rusya’ya savaş açtı.

    Ruslar da sıcak denizlere inme hülyasından hiç kopmadı. Giritli Rumların umudu da Rusların bu hülyasıydı...

    Her fırsatta ayaklandılar ve her isyanda bir siyasi hak elde ettiler. Nasıl mı?



    Açılımın birinci aşaması
    Genel af çıkarıldı


    RUSLAR dindaşları Yunanlıları, İngilizlere kaptırmamak için, Çar II. Aleksander’ın yeğeni Grand Düşes Olga’yı Yunan Kralı Georgios ile evlendirdi. Bu düğünde bir dedikodu çıktı; Ruslar çeyiz olarak Girit’i Yunanlılara verecekti!

    Dedikoduya o kadar inanıldı ki, Girit’in fanatik milliyetçi dağlıları Sfakyalılar, Mihail Korakas liderliğinde ayaklandı.

    16 Ağustos 1866’da Selino kazasındaki Müslümanları kadın çocuk demeden öldürdüler.

    Osmanlı ordusu çetecilerin peşine düştü. Tam isyanı bastıracakken devreye İngiltere ve Fransa girdi. Teklifleri şuydu: Girit Yunanlılara verilemezdi ancak Osmanlı da “Girit Açılımı” yapmalıydı.

    Nasıl olacaktı bu açılım?

    İlk şart, askeri harekât hemen durdurulmalıydı.

    Ayrıca silah bırakacak isyancılar için umumi af çıkarılmalıydı.

    Tanıdık geliyor mu? Devam edelim:

    Girit yoksuldu; ada halkı iki yıl vergiden muaf olmalıydı.

    İdari reformlar da yapılmalıydı; Padişah’ın atayacağı valinin biri Türk, diğeri Rum iki yardımcısı olmalıydı. Ayrıca resmi yazışmalarda Türkçe zorunluluğu kaldırılmalıydı.

    Osmanlı açılımı kabul etti.

    Türkler rahatladı; köy ve mezralarına döndü. Müslümanlar, “Bu açılım ne kadar güzelmiş” demeye başladı.


    Açılımın ikinci aşaması
    Jandarma yeniden düzenlendi


    OSMANLI ’nın 1878’de Ruslara yenilmesi Girit’te yeni bir ayaklanmaya neden oldu. Olan köylerine dönen “açılım kurbanı” Türklere oldu; evleri, tarlaları yakıldı; canlarından oldular.

    Osmanlı ordusu yine isyancıların peşine düştü.

    Ve devreye yine Avrupalılar girdi. Onların bastırmalarıyla, diğer Osmanlı vilayetlerinden farklı, Girit’e özel imtiyazlar tanındı; yani yeni bir sözleşme/açılım yapıldı.

    25 Ekim 1878’deki bu Halepa Sözleşmesi/Açılımı şöyle olacaktı:

    Girit Valisi sadece Müslümanlardan seçilmeyecekti, Hıristiyan da olacaktı.

    Vilayet genel meclisinde Rumlar (49/31) çoğunlukta olacaktı.

    Hıristiyan kaymakamlar Müslüman kaymakamlardan sayıca fazla olacaktı.

    Vilayet Meclisi ve mahkeme dili Rumca olacak; ancak resmi zabıtlar ve dilekçeler Rumca ve Türkçe olabilecekti.

    Ve en önemlisi asayişi sağlayan jandarma, yerli halktan seçilecekti.

    Osmanlı bu açılıma da “Evet” dedi. Yeter ki kardeş kanı dursun diyordu.

    Fotyadi Paşa, Sava Paşa, Kostaki Anthopulos Paşa, Nikolaki Sartinski Paşa gibi isimleri sırasıyla Girit’e vali atadı.

    Diyeceksiniz “Artık bu açılım adaya sükûnet getirmiştir!”

    Hayır...



    Açılımın üçüncü aşaması
    Avrupa’ya müdahale hakkı



    1885-1888’de Girit iki ayaklanmaya daha sahne oldu.

    Fakat en büyük isyan 1896’da oldu.

    Artık taraflardan biri asker değildi; Ağri’de, Kalives’te, Resmo’da, Hanya’da vd. 250 yıldır birlikte yaşayan komşular birbirine silah sıkmaya başladı.

    Girit yanıyordu.

    Tabii yine beklenen oldu; İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya olaylara müdahale etti. Asayiş amacıyla savaş gemilerini Girit’e gönderdiler.

    Ve Osmanlı’ya yine, yeni bir sözleşme/açılım dayattılar.

    Girit valisi kesinlikle Hıristiyan olacaktı.

    Vali, adada karışıklık çıkması halinde Batı’dan silah ve asker yardımı isteyebilecekti.

    Hemen genel af ilan edilecekti.

    Memurların üçte biri Hıristiyan olacaktı.

    Avrupalı hukukçular adli bir ıslahat reformu hazırlayacaktı.

    Osmanlı bu açılıma da boyun eğdi.

    Başkent İstanbul’un Girit’te açılım yapmaktan başı dönmüştü.

    Ancak 25 Ağustos 1896 Nizamnamesi/açılımı Girit’ten kopuşu hızlandırdı.

    Elleri silahlı Rumlar artık şehir merkezlerinde bile gezip, kimseden korkmadan Türkleri öldürmeye başladı. Bu cinayetler sonucu, Amcaoğlu Hüseyin, Bedeloğlu Mehmet, Bunacuoğlu Selim Ağa’nın çoban oğlu, Yanatoğlu Halim, Salih Kaziyatoğlu, Güldanoğlu Hüseyin, Muradoğlu Hasan, Osman Korethaki gibi yüzlerce Türk öldürüldü.

    Resmolu Hüseyin Subaşaki gibi Türkler şehit edildikten sonra, hıncını alamayan asiler tarafından kafatası bıçak ve sopalarla delik deşik edildi.

    Türkler korunaksızdı.

    Girit’in Hıristiyan valisi, kasten Osmanlı’dan asker yardımı istemiyordu; Türklerin Girit’ten gitmesini istiyordu.

    Girit’te oluk oluk Türk kanı akıyordu.

    Tek tek öldürmeler kısa zamanda toplu katliamlara neden oldu. Elida, Ahladina, Nisiya, Balyovici, Sika, Lisinsi, Mulina, İskalavos, Handra, Akriba, Lamnon, Ziru gibi Türk köyleri yakılıp yıkıldı; Müslüman ahalisi öldürüldü.

    Türkler adadan kaçış yolu arıyordu artık.

    Hanya ve Resmo’da altmış bin Müslüman sığınmacı kurtarılmayı bekliyordu.

    Giritli Müslümanlar, açılım gereği Osmanlı’nın Girit’e asker çıkaramayacağını anlayınca, İran Şahı Muzafferiddin Han’dan yardım istedi!

    Sadece Girit’te değil Yanya’daki feryatlara Avrupalının kulağı kapalıydı.

    Sonunda Osmanlı, 18 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş açtı. Beklendiği gibi bir ay gibi kısa sürede Yunan ordusunu perişan etti.

    Türk ordusu Atina’ya girecekken, Rus Çarı II. Nikolay’ın isteği ve İngiltere’nin baskısıyla II. Abdülhamid Türk ordusunu durdurdu.

    Yapılan barış görüşmelerinde galip Osmanlı, bırakın bir avuç toprak almayı, savaş tazminatını bile alamadı.

    Aksine Girit’teki nüfuzunu kaybetti...


    Açılımın dördüncü aşaması
    Otonom ilan edildi


    DİYECEKSİNİZ ki, Osmanlı ordusu, Yunanlıları yenince Girit’teki Rumlar korkup sinmişlerdir. Ne gezer!

    En acıklısı Girit’te yaşandı. “Türkler, Rumları kesecek” iddiasıyla Avrupa devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya) adaya asker çıkardı. Asayişi artık onların askeri sağlayacaktı!

    O halde Girit’te Türk askerine gerek var mıydı? Diyorlardı ki, “Osmanlı askeri gidince Rumlar bir daha ayaklanmazdı!” Gülmeyiniz, aynı gerekçeler günümüzde Kıbrıs için de söyleniyor...

    Avrupa’nın bu kandırmasıyla Türk askeri 1898’de Girit’ten çekildi.

    Ada otonom ilan edildi.

    Girit’in kaderi, Avrupalılara bırakıldı. Avrupalılar, Rumların ve Türklerin can ve mal güvenliklerini garanti altına aldıktan sonra adadan ayrılacaklardı. Girit’e böylece barış gelecekti. Harika!

    Tabii bu arada bir şart daha ileri sürüldü: Girit valisini seçme hakkı Osmanlı padişahına bırakıldı. Ancak istisnai bir durum vardı; büyük devletlerin o valiyi onaylaması gerekiyordu. Yoksa kendileri atama yapacaklardı. Ne oldu dersiniz; Osmanlı’nın karşı koymasına rağmen Prens Otto Girit Valisi yapıldı.

    Kısa bir süre sonra dört devlet adadan çekildi.

    Ve Rumlar hemen adaya Yunan bayrağı çekti. Hani barış gelecekti; beyaz güvercinler uçacaktı adanın üzerinde?

    Osmanlı büyük bir diplomasi başarısıyla(!) bayrağı indirtti. Karşılık olarak, Avrupa ülkelerinin ve Yunanistan’ın tepkisini çekmemek için, İstanbul’da sahnelenen “Girit” adlı tiyatro oyununu sansürledi. Şaka gibi...


    Ve sonuç
    Toprak kaybı



    OSMANLI, Avrupalı dört devletin oyalayıcı sözlerine, teminatlarına ve açılım masallarına hep inandı.

    Bunun karşılığında Girit’i kaybetti.

    Bu da şöyle oldu: 1910’da Girit Meclisi Yunanistan’la birleşme kararı aldı.

    Anadolu’nun birçok yerinde mitingler yapıldı; Türkler, Girit’te savaşmak için gönüllü asker müracaatında bulundu; Yunan malları boykot edildi, gemileri Osmanlı limanlarına sokulmadı; Osmanlı konuyu Lahey Hakem Mahkemesi’ne götürmek istedi vs. vs.

    Bunların pek yaptırımı olmadı.

    Girit onca açılıma rağmen 1913’te Osmanlı’nın elinden kuş olup uçtu, gitti!

    Giden toprağın yüzölçümü 8.336 kilometrekare idi; yani Güneydoğu Anadolu’dan (ki yüzölçümü 7.871 kilometrekaredir) büyüktü.

    Yani...

    Yanisi şu: “Açılım” sözünü duyduğunuzda hemen Osmanlı’daki açılımların sonuçlarını anımsamalısınız. Ders çıkarmalısınız. Girit sadece bir örnektir,

    Unutmayınız ki Osmanlı, topraklarının çoğunu diplomasi oyunlarıyla kaybetti.



    Soner Yalçın







  • evet bugun kü hürriyet gazetesinde okudum.soner yalcın'a yakışırı bi araştırma olmuş.Sözde demokratik acılıma tokat gibi cevap.Ayrıca bugun görüyorum demokratik acılım kahvaltısında kimler var öyle dalga gecer gibi:

    DEMEK AKALIN-ALİŞAN-NİHAT DOĞAN-SERTAP ERENER-MFÖ-EMEL SAYIN-FERDİ TAYFUR-ROJİN



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi oktayd -- 21 Şubat 2010; 17:46:01 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: oktayd

    evet bugun kü hürriyet gazetesinde okudum.soner yalcın'a yakışırı bi araştırma olmuş.Sözde demokratik acılıma tokat gibi cevap.Ayrıca bugun görüyorum demokratik acılım kahvaltısında kimler var öyle dalga gecer gibi:

    DEMEK AKALIN-ALİŞAN-NİHAT DOĞAN-SERTAP ERENER-MFÖ-EMEL SAYIN-FERDİ TAYFUR-ROJİN



    Aslında Tayyip en mantıklı olanı yapıyor. Yukarıda listelediğiniz insanlar Yaşar Kemal'den ya da herhangi bir siyaset bilimciden çok daha etkili bu toplum üzerinde ve ikna edilmeleri de daha kolay bu insanların. O yüzden de Tayyip'in ürettiği çözüm kendi açısından oldukça mantıklıdır bence.




  • Bu zihniyetin sanat, sanatçı ile ne ilgisi var?
    Hangisinin ailesinden bir sanatçı çıkmış?
    Erk ellerine geçerse sanatçıları ne yaparlar?

    Bu soruların yanıtlarını bilen sanatçılar bunların oyununa düşmez. Yoksa katillerine kendi ayakları ile gitmiş olurlar.
  • Mükemmel bir yazı yazmış Soner Yalçın.
    Ders alınması lazım.
  • Ne yani açılım yapılmayan bölgelerde toprak kaybedilmemiş mi? Çok milletli hangi imparatorluk toprak bütünlüğünü korumuş? Veya Amerika bunu nasıl başarıyor? Uzlaşmayla mı faşizmle mi?

    Bu tarihçilere önce mantık dersi vermek lazım. Cum hoc ergo propter hoc : Her bağlantı neden-sonuç belirtmez. Evet isyanı bastırmak için açılım denenmiş ve sonunda başarısız olunmuştur. Ama bu demek değildir ki açılım denendiği için başarısız olundu.

    Bir de tarih yapmanın koşulları vardı! Mesela "her olay kendi döneminin şartları içerisinde incelenir" gibi. Evet tarihten ders alınır ama önce oturup düşünmek lazım. Böyle çarpık bir örnek verip "evreka, evreka" sloganları atmakla sadece toplum kandırılır.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: neverlate

    Ne yani açılım yapılmayan bölgelerde toprak kaybedilmemiş mi? Çok milletli hangi imparatorluk toprak bütünlüğünü korumuş? Veya Amerika bunu nasıl başarıyor? Uzlaşmayla mı faşizmle mi?

    Bu tarihçilere önce mantık dersi vermek lazım. Cum hoc ergo propter hoc : Her bağlantı neden-sonuç belirtmez. Evet isyanı bastırmak için açılım denenmiş ve sonunda başarısız olunmuştur. Ama bu demek değildir ki açılım denendiği için başarısız olundu.

    Bir de tarih yapmanın koşulları vardı! Mesela "her olay kendi döneminin şartları içerisinde incelenir" gibi. Evet tarihten ders alınır ama önce oturup düşünmek lazım. Böyle çarpık bir örnek verip "evreka, evreka" sloganları atmakla sadece toplum kandırılır.




    Tarihimiz hep açılım mezarlıkları ile doludur sn. Neverlate.

    Kara Yorgi açılımı Sırbistan'ın, Tepedelenli Ali Paşa açılımı Yunanistan'ın, Kavalalı Mehmet Ali Paşa açılımı Mısır'ın kaybedilmesine neden olmuştur.

    Islahat Fermanı ile yapılan Gayr-ı Müslim açılımı azınlıkları azdırmış, Müslümanları küstürmüş, Bulgaristan'ın, Kıbrıs'ın kaybedilmesine neden olmuştur.

    Günümüz açılımlarına asıl benzeyen Ermeni açılımıdır. Ayastefanos/Berlin antlaşması ile Ermeni açılımı yapmaya kalkışılmış, karşısında Ermeni terörünü bulmuştur. Ermeniler Kafkasyadaki özgün bir Coğrafya ile yetinmeyip Anadolu'nun tamamını elimizden almak istemelerinin sonu hüsrana neden olmuştur. Bugün yapılmaya çalışılan sözde Kürt açılımının gideceği yer Ermeni açılımının gittiği yerdir.

    Tarih en iyi yol göstericidir. Yeter ki doğru anlaşılsın.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest -- 21 Şubat 2010; 21:55:46 >




  • Osmanlı 1683 II. Viyana kuşatmasından sonra doğru dürüst hiç savaş kazanamamış olmasına karşın bir türlü parçalanamıyordu. Ayakta duracak gücü olmamasına karşın coğrafyasının değeri nedeniyle emperyalistler aralarında paylaşamamışlar, bu da Osmanlı'nın ömrünü uzatmıştı. Biri Osmanlıya saldırdığında diğeri Osmanlıyı koruyor, toprak kaybetmesini engelliyordu. Bu şekilde Osmanlı'yı yem edemeyen batı onu içten parçalara bölmeyi çıkarlarına daha uygun buldu. Böylece Osmanlı'da açılımlar(Islahatlar) gündeme geldi. 1856 da ilan edilen Islahat(açılım) meyvesini 20 yılda verdi ve Osmanlı 50 yılda paramparça oldu. Anadoluyu zor kurtardık.

    1878 Ayastefanos ya da Berlin antlaşmalarında açılımın(ıslahatın) bazı sonuçları:

    # Osmanlı Devleti'ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak.
    # Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
    # Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
    # Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya'ya verilecek.
    # Teselya Yunanistan'a bırakılacak.
    # Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak.


    Şimdi Anadoluyu da parçalamak istiyorlar. Açılım bunun için dayatılıyor. Osmanlı 1856 Açılımı. İyi bakıldığında bugünkü açılıma ne kadar benzediği görülecektir.

    quote:

    1. Islahat Fermanı Tanzimat Fermanının tanıdığı hak ve özgürlükleri, benimsediği esasları bir “kerre dahi tekit ve teyit kıl”mıştır.

    2. Gayrimüslim tebaaya eskiden beri tanınmış hakların aynen sürdüğü belirtiliyordu (... tebea-i gayr-i müslime cemaatlerine ecdad-îzamım taraflarından verilmiş ve sinîn-i âhirede îta ve ihsan kılınmış olan bilcümle imtiyazat ve muafiyet-i ruhaniye bu kere dahi takrir ve ibka kılınıp..”).

    3. Gayrimüslim tebaanın ihtiyaçları “patrikhanelerde teşkil olunacak meclisler marifetiyle” Bâb-ı Âliye “arz ve ifade” edilecekti.

    4. Patriklerin seçim usûlü (usûl-i intihabileri) ıslah olunacaktı.

    5. Gayrimüslim din adamlarına devlet maaş bağlayacaktı (“...patriklere ve cemaat başlarına varidat-ı muayyene tahsis ve rühban-ı sairenin dahi rütbe ve mansıplarına göre kendilerine bervech-i hakkaniyet maaşlar tayin olunup...”)

    6. Hıristiyan rahiplerinin menkul ve gayrimenkul mallarına müdahalede bulunulmayacaktı.

    7. Gayrimüslimler kendi işlerini görebilmeleri için her cemaat birer meclis seçecekti. (“... gayr-i müslime cemaatlerinin milletçe olan maslahatlarının idaresi her bir cemaatin ruhban ve avamı beyninde müntehap azadan mürekkep bir meclisin hüsn-i muhafazasına havale kılınması...”).

    8. Gayrimüslimlerin ibadet yerlerinin, okul, hastane ve mezarlıklarının tamirlerine engel olunmayacak; yenilerinin yapılmasına izin verilecekti.

    9. “Bir mezhebe tâbi olanların adedi ne miktar olursa olsun ol mezhebin kemal-i serbesti ile icra olunmasını temin için” lazım olan tedbirlerin alınması öngörülüyordu. Yani ibadet özgürlüğü tanınıyordu.

    10. Mezhep, dil ve cinsiyet bakımından eşitlik ilkesi kabul ediliyordu (“... mezhep ve lisan veyahut cinsiyet cihetleriyle sünuf-ı tebaa-i saltanat-ı seniyyemden bir sınıfın âher sınıftan aşağı tutulmaması...”). Din ve mezhep yüzünden kimsenin aşağılanmaması da isteniyordu.

    11. Din ve mezhep değiştirmek için kimsenin zorlanmaması (“...tebdil-i din ü mezhep etmek üzere kimse icbar olunmaması...”) ilkesi benimseniyordu. Keza, İslâm dininden çıkmanın idam ile cezalandırılmayacağı belirtiliyordu. Bunlarla “inanç özgürlüğü”nün kabul edildiğini söyleyebiliriz.

    12. Devlet memurluğuna girişte din farkı gözetilmemesi (tebea-i Devlet-i aliyyemim cümlesi herhangi bir milletten olursa olsun devletin hizmet ve memuriyetlerine kabul olunacakları...”) ilkesi benimsenmişti. Bu ilkeyle gayrimüslimlerin memurluğa girişi konusundaki “siyasal hakları” tanınmıştı.

    13. Gayrimüslimler de devletin askerî ve mülkî okullarına kabul edileceklerdi (“... saltanat-ı seniyyem tebaasında bulunanların... cümlesi bilâfark ve temyiz Devlet-i aliyyemin mekatib-i askeriyye ve mülkiyyesine kabul olunması...”).

    14. Ticaret ve ceza davalarında eğer taraflardan biri Müslüman ve biri gayrimüslim veya bir yan gayrimüslim tebaa, diğer yan yabancı ise, yargılama karma mahkemelerce ve alenî olarak yapılacaktır (“...ehl-i İslâm ve Hıristiyan vesair tebaa-yi gayr-i müslime miyanesinde veyahut tebaa-i İseviyye vesair teba-i gayr-i müslimeden mezahib-i muhtelifeye tâbi olanların birbiri beyninde ticaret veyahut cinayata müteallik zuhura gelecek cemi devaî muhtelit divanlara havale olunup...”). Ancak, iki gayrimüslimin arasındaki davaya ise taraflar isterlerse kendi patrikhaneleri bakabilecekti. Mahkemelerde şahitlik hususunda Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında eşitlik esası kabul ediliyordu.

    15. İşkence ve eziyet ve bunlara benzer muamelelerin yapılması yasaklanıyor, bunları emreden amirlerin ve yapan memurların cezalandırılması öngörülüyordu (“... mücazat-ı cismaniye ve eziyet ve işkence müşabih kaffe-i muamele dahi kamilen lağv ve iptal kılınması ve bunun hilafına vukubulacak harekat şediden men ve zecrolunacağından maada bunun icrasını emreden memurin ile bilfiil icra eyleyen kesanın dahi ceza kanunnamesi iktizasınca tekdir ve tedip olunması...”). Keza, hapishane şartlarının iyileştirilmesi (“... usûl-i hapsiyyenin mümkün mertebe müddet-i kaile zarfında ıslahına mübaşeret edilmesi...”) isteniyordu.

    16. Askerlik hizmetine gayrimüslim tebaanın da kabulü (tebaa-ı gayrimüslime dahi ehali-i İslâm misillü hisse-i askeriyye itası”) esası benimsenmişti. Ancak askerlik hizmetine gitmek istemeyenler için “bedel vermek ve nakden akçe ita etmek” usûlü de kabul ediliyordu.

    17. Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında vergiler açısından da eşitlik sağlanıyordu. Vergi alımında din ayrımı yapılmayacağı ilân ediliyordu (“... tebaa-i saltanat-i seniyemin kâffesi üzerine tarh olunacak vergi ve tekalif sınıf ve mezheplerine bakılmayacak bir surette ahz olunması...”). İltizam usûlünün kaldırılarak vergilerin doğrudan alınması öngörülüyordu.

    18. Yabancılara Osmanlı toprakları üzerinde mülk edinme hakkı (“... ecnebiyyeye dahi tasarruf-ı emlak müsaadesinin itâ olunması...”) tanınıyordu.

    19. Gayrimüslimler de eyalet meclislerine girebilecek ve Meclis-i Vâlâ’da temsil edilebilecekti. Böylece gayrimüslimlerin siyasal temsil hakları o zamanın koşulları ölçüsünde kabul ediliyordu.




  • Orijinalden alıntı: lehrer35
    Osmanlı 1683 II. Viyana kuşatmasından sonra doğru dürüst hiç savaş kazanamamış olmasına karşın bir türlü parçalanamıyordu. Ayakta duracak gücü olmamasına karşın coğrafyasının değeri nedeniyle emperyalistler aralarında paylaşamamışlar, bu da Osmanlı'nın ömrünü uzatmıştı. Biri Osmanlıya saldırdığında diğeri Osmanlıyı koruyor, toprak kaybetmesini engelliyordu. Bu şekilde Osmanlı'yı yem edemeyen batı onu içten parçalara bölmeyi çıkarlarına daha uygun buldu. Böylece Osmanlı'da açılımlar(Islahatlar) gündeme geldi. 1856 da ilan edilen Islahat(açılım) meyvesini 20 yılda verdi ve Osmanlı 50 yılda paramparça oldu. Anadoluyu zor kurtardık.

    1878 Ayastefanos ya da Berlin antlaşmalarında açılımın(ıslahatın) bazı sonuçları:

    # Osmanlı Devleti'ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak.
    # Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
    # Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
    # Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya'ya verilecek.
    # Teselya Yunanistan'a bırakılacak.
    # Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak.


    Şimdi Anadoluyu da parçalamak istiyorlar. Açılım bunun için dayatılıyor. Osmanlı 1856 Açılımı. İyi bakıldığında bugünkü açılıma ne kadar benzediği görülecektir.

    1. Islahat Fermanı Tanzimat Fermanının tanıdığı hak ve özgürlükleri, benimsediği esasları bir “kerre dahi tekit ve teyit kıl”mıştır.

    2. Gayrimüslim tebaaya eskiden beri tanınmış hakların aynen sürdüğü belirtiliyordu (... tebea-i gayr-i müslime cemaatlerine ecdad-îzamım taraflarından verilmiş ve sinîn-i âhirede îta ve ihsan kılınmış olan bilcümle imtiyazat ve muafiyet-i ruhaniye bu kere dahi takrir ve ibka kılınıp..”).

    3. Gayrimüslim tebaanın ihtiyaçları “patrikhanelerde teşkil olunacak meclisler marifetiyle” Bâb-ı Âliye “arz ve ifade” edilecekti.

    4. Patriklerin seçim usûlü (usûl-i intihabileri) ıslah olunacaktı.

    5. Gayrimüslim din adamlarına devlet maaş bağlayacaktı (“...patriklere ve cemaat başlarına varidat-ı muayyene tahsis ve rühban-ı sairenin dahi rütbe ve mansıplarına göre kendilerine bervech-i hakkaniyet maaşlar tayin olunup...”)

    6. Hıristiyan rahiplerinin menkul ve gayrimenkul mallarına müdahalede bulunulmayacaktı.

    7. Gayrimüslimler kendi işlerini görebilmeleri için her cemaat birer meclis seçecekti. (“... gayr-i müslime cemaatlerinin milletçe olan maslahatlarının idaresi her bir cemaatin ruhban ve avamı beyninde müntehap azadan mürekkep bir meclisin hüsn-i muhafazasına havale kılınması...”).

    8. Gayrimüslimlerin ibadet yerlerinin, okul, hastane ve mezarlıklarının tamirlerine engel olunmayacak; yenilerinin yapılmasına izin verilecekti.

    9. “Bir mezhebe tâbi olanların adedi ne miktar olursa olsun ol mezhebin kemal-i serbesti ile icra olunmasını temin için” lazım olan tedbirlerin alınması öngörülüyordu. Yani ibadet özgürlüğü tanınıyordu.

    10. Mezhep, dil ve cinsiyet bakımından eşitlik ilkesi kabul ediliyordu (“... mezhep ve lisan veyahut cinsiyet cihetleriyle sünuf-ı tebaa-i saltanat-ı seniyyemden bir sınıfın âher sınıftan aşağı tutulmaması...”). Din ve mezhep yüzünden kimsenin aşağılanmaması da isteniyordu.

    11. Din ve mezhep değiştirmek için kimsenin zorlanmaması (“...tebdil-i din ü mezhep etmek üzere kimse icbar olunmaması...”) ilkesi benimseniyordu. Keza, İslâm dininden çıkmanın idam ile cezalandırılmayacağı belirtiliyordu. Bunlarla “inanç özgürlüğü”nün kabul edildiğini söyleyebiliriz.

    12. Devlet memurluğuna girişte din farkı gözetilmemesi (tebea-i Devlet-i aliyyemim cümlesi herhangi bir milletten olursa olsun devletin hizmet ve memuriyetlerine kabul olunacakları...”) ilkesi benimsenmişti. Bu ilkeyle gayrimüslimlerin memurluğa girişi konusundaki “siyasal hakları” tanınmıştı.

    13. Gayrimüslimler de devletin askerî ve mülkî okullarına kabul edileceklerdi (“... saltanat-ı seniyyem tebaasında bulunanların... cümlesi bilâfark ve temyiz Devlet-i aliyyemin mekatib-i askeriyye ve mülkiyyesine kabul olunması...”).

    14. Ticaret ve ceza davalarında eğer taraflardan biri Müslüman ve biri gayrimüslim veya bir yan gayrimüslim tebaa, diğer yan yabancı ise, yargılama karma mahkemelerce ve alenî olarak yapılacaktır (“...ehl-i İslâm ve Hıristiyan vesair tebaa-yi gayr-i müslime miyanesinde veyahut tebaa-i İseviyye vesair teba-i gayr-i müslimeden mezahib-i muhtelifeye tâbi olanların birbiri beyninde ticaret veyahut cinayata müteallik zuhura gelecek cemi devaî muhtelit divanlara havale olunup...”). Ancak, iki gayrimüslimin arasındaki davaya ise taraflar isterlerse kendi patrikhaneleri bakabilecekti. Mahkemelerde şahitlik hususunda Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında eşitlik esası kabul ediliyordu.

    15. İşkence ve eziyet ve bunlara benzer muamelelerin yapılması yasaklanıyor, bunları em

    ıslahatları böyle değerlendireni ilk gördüm bunu siz söyleyemeniz daha ilginç geldi bana




  • Şunu da ekleyelim ki okuyanların kafasında yanlış oluşmasın. Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı arasında bir benzerlik yoktur. Türkiye Cumhuriyeti hür ve eşit haklara sahip vatandaşlarından oluşan demokratik laik bir devlet iken, Osmanlı; şeriatle yönetilen bir hanedan monarşisidir. Osmanlı'da Islahat elbet zorunluydu. Ancak; Osmanlı, ıslahatı gerek olduğu ya da kendi istediği için değil Avrupa emrettiği için yapmış, gayr-ı Müslim tebaa da bunu bilerek suistimal etmiştir. Böylece demokratikleşme olarak görülen Islahat Osmanlıyı yıkmıştır.

    Türkiye Cumhuriyetinde zaten ayrımcılık yoktur. Kuruluşundan itibaren ırk, din ayrımı olmayıp her vatandaş eşittir. Her vatandaş fırsat eşitliğine sahiptir. Bunun ötesinde, Avrupa tıpkı Osmanlıyı yıkmak için silah olarak kullandığı açılımı bugün Türkiye Cumhuriyetine dayamakta ve iktidara kabul ettirmektedir. İktidar kendi istediği ya da halktan talep geldiği için değil Avrupa emrettiği için hiç gerek olmayan açılıma kalkışmaktadır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: lehrer35


    Türkiye Cumhuriyetinde zaten ayrımcılık yoktur. Kuruluşundan itibaren ırk, din ayrımı olmayıp her vatandaş eşittir. Her vatandaş fırsat eşitliğine sahiptir.




    Sorun bu yazdıklarınıza katılmayan bir kitlenin varlığıdır. İnkar da edilseler, sindirilmeye de çalışılsalar bu soğuk bir gerçektir.
    Çözümsüzlük bu çizdiğiniz pembe tabloyu görmekte zorlanan insanları, bu çizgiye çekmeye çalışmakla ortaya çıkmakta.

    Türkiye Cumhuriyeti'nde ayrımcılık yok demişsiniz; ancak özellikle bir dönem uygulamada var olduğunu siz de iyi biliyorsunuz.
    Her vatandaş eşittir demişsiniz; ancak bunun kağıt üzerinde kaldığı durumlar olduğunu siz de iyi biliyorsunuz.

    Türkiye ilerlemiştir, hoşgörü artmıştır. Lakin geçmiş bu denli toz pembe değildir.

    Açılım şakşakçılığı yapacak değilim, tarihin de tekerrürden ibaret olduğuna büyük ölçüde katılırım.
    Lakin ne yapılması gerektiği sorusuna verilecek cevap aramak, sanıyorum eleştirmekten daha zor geliyor hepimiz için.




  • Böyle sığ bir düşünce bilimsellikle bağdaşmaz. Sırbistan, Yunanistan, Ermenistan, Girit bunların kaybedilme sebeplerinin açılımlar olduğunu söylemek komik olmaktan öteye gidemez. Bu konuda o kadar çok ayrıntı var ki tartışılsa belki sayfalar alır. Yapılanlara "açılım" ismini verip, çarpık bağlantılarla neden-sonuç ilişkisine varmak mantıksal açıdan bir "safsata"dır.

    Açılımlar ve önlemler yetersiz olmuş diyebilirsiniz. Çünkü bu bir fact (gerçek) tir.
    Bu önlemler alındığı için toprak kaybedilmiş diyemezsiniz. Çünkü her bağlantı bir sebep değildir. Açılım yapılmasaydı neler olacağına dair bir fikir yürütmeden bu sonuca va-rı-la-maz.

    Şimdi de ıslahat kelimesinin yanına parantez içinde (açılım) yazarak bir bağlantı(!) kurduğunuzu sanmışsınız. Bunun adı halk dilinde demogojidir. Tarihi siyasete alet etmektir. "Tarih yol göstercidir ama yeter ki doğru anlaşılsın" demişsiniz. Katılıyorum.

    Yapılanlar çözümsüzlüğü bir çözüm olarak sunmaktır. Yıllardır var olan kürt sorunu yok sayılmadı mı? Görmezden gelenler, oy kaygısıyla sorunlara el atamayanlar sayesinde bu noktaya gelinmedi mi? Amacı toplumsal bütünlük olan bir fikri eleştirirken bir adet çözüm önerisi sunun bari. Pardon tarihte muhteşem bir Dersim örneği var unutmuşum. Bu kadar basit herşey...




  • dersim isyanı belirli bi rejme din sömürücüsü bi ''aga''nın başkaldırışından başka bişey degildir.ne toplumsal bi olaydır ne başka bişey.dersim olayının şekli bastırılma yöntemi o yıllar icin agır olsada dogru bi secenektir.
    ayrıca ortada abartıldıgı kadar ne ölen insan ne vahşet var.kolay kurulmadı bu devlet bu millet.
  • önce soner yalçının yazısındaki bir yanlışı düzeltelim. girit güneydoğu anadoludan büyük falan değil hatta kıbrıstan hatta ve hatta ülkemizdeki bir çok ilden bile küçük bir ada.

    bu yazı da osmanlının da bir emperyal imp. olduğunun bal gibi ispatı. gidip onun bunun vatanın silahla ele geçir, silahla çıkarılınca kötü batı, emperyalist batı, kötü rum vs vs de. ben anlamıyorum ne gereği var herkes kendi vatanında kendi kültürünü özgrlüğünü yaşasın. niye "şenlendirme ", sömürge veya mandalaştırma yoluna gidiyor büyük devletler.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-058B8D3E6 -- 21 Şubat 2010; 23:58:43 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: hakanto

    önce soner yalçının yazısındaki bir yanlışı düzeltelim. girit güneydoğu anadoludan büyük falan değil hatta kıbrıstan hatta ve hatta ülkemizdeki bir çok ilden bile küçük bir ada.

    bu yazı da osmanlının da bir emperyal imp. olduğunun bal gibi ispatı. gidip onun bunun vatanın silahla ele geçir, silahla çıkarılınca kötü batı, emperyalist batı, kötü rum vs vs de. ben anlamıyorum ne gereği var herkes kendi vatanında kendi kültürünü özgrlüğünü yaşasın. niye "şenlendirme ", sömürge veya mandalaştırma yoluna gidiyor büyük devletler.



    bu yaşta bu zeka helal olsun dogrusu.aynı güngören mantıgıyla konusuyosun helal!
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Yazat


    quote:

    Orijinalden alıntı: lehrer35


    Türkiye Cumhuriyetinde zaten ayrımcılık yoktur. Kuruluşundan itibaren ırk, din ayrımı olmayıp her vatandaş eşittir. Her vatandaş fırsat eşitliğine sahiptir.




    Sorun bu yazdıklarınıza katılmayan bir kitlenin varlığıdır. İnkar da edilseler, sindirilmeye de çalışılsalar bu soğuk bir gerçektir.
    Çözümsüzlük bu çizdiğiniz pembe tabloyu görmekte zorlanan insanları, bu çizgiye çekmeye çalışmakla ortaya çıkmakta.

    Türkiye Cumhuriyeti'nde ayrımcılık yok demişsiniz; ancak özellikle bir dönem uygulamada var olduğunu siz de iyi biliyorsunuz.
    Her vatandaş eşittir demişsiniz; ancak bunun kağıt üzerinde kaldığı durumlar olduğunu siz de iyi biliyorsunuz.

    Türkiye ilerlemiştir, hoşgörü artmıştır. Lakin geçmiş bu denli toz pembe değildir.

    Açılım şakşakçılığı yapacak değilim, tarihin de tekerrürden ibaret olduğuna büyük ölçüde katılırım.
    Lakin ne yapılması gerektiği sorusuna verilecek cevap aramak, sanıyorum eleştirmekten daha zor geliyor hepimiz için.



    Yanlış Kürt kökenli vatandaşlarımızın kafasında ve bunun mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Sağcısından solcusuna tüm Kürtlerin birleştiği tek ortak nokta bu temel yanlış. Hepsi kendilerine haksızlık yapılıyor olduğuna inandırılmış durumda. Oysa olası bir bölünme durumunda yapılacak olan mübadele ile şimdi yaşadıkları yerlerden ayrılıp ağaların şeyhlerin feodal düzeninde köle olduklarında şimdi yaptıkları yanlışı mutlaka anlayacaklar ama artık geç olacaktır.

    Türkiye hepimizin. Tüm etnik unsurların. Biri diğerine üstün ya da alçak değil. Herkes aynı fırsat eşitliğine sahip. Bunlar acilen görülmeli ve insanlar uyarılmalıdır. Bölündüğümüzde hepimiz kaybedecek, emperyalistin modern köleleri olacağız. Hoş, ben bunların gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum. Ancak denenmesi bile büyük kayıplara, acılara neden olacaktır. Dilerim aklıselim hakim olur.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: oktayd


    quote:

    Orijinalden alıntı: hakanto

    önce soner yalçının yazısındaki bir yanlışı düzeltelim. girit güneydoğu anadoludan büyük falan değil hatta kıbrıstan hatta ve hatta ülkemizdeki bir çok ilden bile küçük bir ada.

    bu yazı da osmanlının da bir emperyal imp. olduğunun bal gibi ispatı. gidip onun bunun vatanın silahla ele geçir, silahla çıkarılınca kötü batı, emperyalist batı, kötü rum vs vs de. ben anlamıyorum ne gereği var herkes kendi vatanında kendi kültürünü özgrlüğünü yaşasın. niye "şenlendirme ", sömürge veya mandalaştırma yoluna gidiyor büyük devletler.



    bu yaşta bu zeka helal olsun dogrusu.aynı güngören mantıgıyla konusuyosun helal!


    1 güngören mantığı ne dmek ?
    2 saldırgan yazıyorsun. derdin ne? siteden uzaklaştırmak mı ?
    3 iğneyi kendinize çuvalyıldızı başkasına batırın. imzandaki abd emperyalimzimini kınıyorsun hatırlatırım. girit adasındaki yunana göre de sen emperyalistisin. gerçekler niye görmezden geliniyor?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: hakanto


    quote:

    Orijinalden alıntı: oktayd


    quote:

    Orijinalden alıntı: hakanto

    önce soner yalçının yazısındaki bir yanlışı düzeltelim. girit güneydoğu anadoludan büyük falan değil hatta kıbrıstan hatta ve hatta ülkemizdeki bir çok ilden bile küçük bir ada.

    bu yazı da osmanlının da bir emperyal imp. olduğunun bal gibi ispatı. gidip onun bunun vatanın silahla ele geçir, silahla çıkarılınca kötü batı, emperyalist batı, kötü rum vs vs de. ben anlamıyorum ne gereği var herkes kendi vatanında kendi kültürünü özgrlüğünü yaşasın. niye "şenlendirme ", sömürge veya mandalaştırma yoluna gidiyor büyük devletler.



    bu yaşta bu zeka helal olsun dogrusu.aynı güngören mantıgıyla konusuyosun helal!


    1 güngören mantığı ne dmek ?
    2 saldırgan yazıyorsun. derdin ne? siteden uzaklaştırmak mı ?
    3 iğneyi kendinize çuvalyıldızı başkasına batırın. imzandaki abd emperyalimzimini kınıyorsun hatırlatırım. girit adasındaki yunana göre de sen emperyalistisin. gerçekler niye görmezden geliniyor?





    sen mi beni uzaklaştırıcaksın bu formdan.bekliyorum uzaklaştırmanı.neyse böyle devam.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: neverlate

    Böyle sığ bir düşünce bilimsellikle bağdaşmaz. Sırbistan, Yunanistan, Ermenistan, Girit bunların kaybedilme sebeplerinin açılımlar olduğunu söylemek komik olmaktan öteye gidemez. Bu konuda o kadar çok ayrıntı var ki tartışılsa belki sayfalar alır. Yapılanlara "açılım" ismini verip, çarpık bağlantılarla neden-sonuç ilişkisine varmak mantıksal açıdan bir "safsata"dır.

    Açılımlar ve önlemler yetersiz olmuş diyebilirsiniz. Çünkü bu bir fact (gerçek) tir.
    Bu önlemler alındığı için toprak kaybedilmiş diyemezsiniz. Çünkü her bağlantı bir sebep değildir. Açılım yapılmasaydı neler olacağına dair bir fikir yürütmeden bu sonuca va-rı-la-maz.

    Şimdi de ıslahat kelimesinin yanına parantez içinde (açılım) yazarak bir bağlantı(!) kurduğunuzu sanmışsınız. Bunun adı halk dilinde demogojidir. Tarihi siyasete alet etmektir. "Tarih yol göstercidir ama yeter ki doğru anlaşılsın" demişsiniz. Katılıyorum.

    Yapılanlar çözümsüzlüğü bir çözüm olarak sunmaktır. Yıllardır var olan kürt sorunu yok sayılmadı mı? Görmezden gelenler, oy kaygısıyla sorunlara el atamayanlar sayesinde bu noktaya gelinmedi mi? Amacı toplumsal bütünlük olan bir fikri eleştirirken bir adet çözüm önerisi sunun bari. Pardon tarihte muhteşem bir Dersim örneği var unutmuşum. Bu kadar basit herşey...

    Yukarı




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.