Şimdi Ara

Vicino - Kanlı Sayfalar

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
19
Cevap
5
Favori
1.344
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Herkese merhaba tekrardan,

    Bazılarınız biliyordur daha önceden yazdığım "Yohan Lorm" adlı hikayeyi sizlerle paylaşmıştım. "Yohan Lorm", Vicino serisinin ilk bölümüydü ve 3 sezon/41 bölümle tamamlandı. Şimdi yine birkaç senedir üzerinde uğraştığım Vicino serisinin ikinci bölümü olan "Kanlı Sayfalar"ı sizlerle paylaşmak istiyorum. Yorumlarınızı esirgemezseniz sevinirim. Ayrıca ilk hikaye olan "Yohan Lorm"u okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum, çünkü böylece bu hikaye daha da anlamlı hale gelecek. İmzamda gerekli linkleri bulabilirsiniz. Şimdiden teşekkürler, keyifli okumalar.

    "Yohan Lorm" isimli ilk hikaye için; forum konusu:http://forum.donanimhaber.com/fb.asp?m=65772351

    GoogleDoc ile daha rahat okumak için:https://drive.google.com/file/d/0B_K_kmBrCCYSQWdfVFRkYWZ5clU/view

    Ne olur ne olmaz uyarısı: "Bu hikayede anlatılan her şey tamamen kurgusaldır, gerçek kişi ve kurumlarla alakası yoktur."

    Vicino - Kanlı Sayfalar

    1. Sezon - Güç


    *1 - Selim Ağa

    12.12.2010 * İzmir

    “Artık 71 yaşındayım Hüma. Ve ölümümün yaklaştığını biliyorum. O kitap geldiğinden beri her şey değişti. Adına “Vicino” dedikleri kitap. Onun peşinden gitmeye karar verdiğimde 17 yaşındaydım. İlk görevim Macaristan'da idi. Daha sonra Vietnam Savaşı, ardından Çekoslovakya. Portekiz, Romanya, Almanya ve dahası.. Hepsi de adalet içindi, özgürlük içindi, insanların inandıkları şeyleri rahat yaşayabilmeleri içindi. Ya da.. biz öyle sanıyorduk.”

    Yaşlı adam İzmir’in Güzelbahçe denilen ve adı gibi güzel olan bölgesindeki villasında oturuyordu. Uzun ve geniş pencerelere sahip bu odada, sonsuz ve eşsiz deniz manzarasını seyrediyor bir yandan eşiyle sohbet ediyordu. 1 Eylül 1939’da doğmuş olan Selim kaderin bir cilvesidir ki doğduğu günde başlayan 2. Dünya Savaşı onun da hayatını savaştan savaşa sürüklemiştir. Lakin uzun zamandır bu villaya çekilen Selim, kendisini ve yaptıklarını sorgulamaya ve “Vicino” ile çok fazla vakit geçirmeye başlamıştır.

    “Ya da.. biz öyle sanıyorduk. Bir sürü ölüm ve bir sürü fikir. Ve ikisinin de birbirine bağlı olması. Kimisi işe yaradı kimisinde başarısız olduk. Tabi bunlar o zaman bize söylenenlerdi. Şimdi ise tamamen başarısız olduğumuzu düşünüyorum. Bu savaşta kaç kişi var bilmiyorum. Ama savaştakilerin çoğunun ne için savaştığını bilmediğini biliyorum. Hepsinin amacı verilen emirleri uygulamak. Fakat ne için? İşte hayatımızı acı kılan bunlar oldu. Fakat sen bunlar için beni uyarmıştın Hüma. Özür dilerim.. Seni dinlemediğim için.”

    Hüma bu sırada Selim’in elini tuttu. Sevgiyle gözlerinin içine baktı. Onca yılın getirdiği zorluklara rağmen beraberliklerini sağlayan sevgiyle.

    “Önemli değil Bey. Geride kaldı her şey. Artık beraberiz. Sonsuza dek.”

    Selim elinde olmadan ağlamaya başladı.

    “Evet bitti Hüma. Sakin bir hayat geçirmek güzel. Fakat Tarık için pek de geçerli değil bu durum.”

    Tarık evin dört çocuğundan üçünsüydü. Selim aralarında en çok onu kendisine benzetse de bir yandan da çok endişeleniyordu. Gerçi hoş artık 36 yaşındaydı ama bir baba olarak ona daha çok göz kulak olabilmek istiyordu. “Nerede o eski Selim, iyice çöktük artık..” diye geçirdi içinden.

    Ve o sırada Tarık kendine has olan tarzıyla gürültülü bir şekilde içeri girdi. Henüz o geniş salona gelmeden bağırmaya başladı. Selim artık yaşı sebebiyle güç duyuyordu hem de Hüma ile konuşmaya daldığı için dikkatini oraya vermemişti.

    “Sarsılmaz, yıkılmaz, o şahin gözleriyle bir baktı mı kimse ona yaklaşamaz! Onun adı Selim Ağa, herkes ayağını denk alacak aga!”

    Babasını gerçekten çok seviyordu ve onun hikayelerini dinlemeyi de seviyordu. Fakat içeri girdiğinde ilk defa böyle görüyordu babasını.

    “Baba?! Kiminle konuşuyorsun?”

    Selim şaşırmış bir şekilde oğluna döndü. “Nesi var bunun” acaba diye bir bakışla konuşmaya başladı.

    “Annenle konuşuyorum evlat. Ne var bunda bu kadar şaşıracak?”

    “Fakat o yok Baba?”

    Selim çok daldığını fark etmişti. “Tabi ya!” dedi kendi kendine. Oğullarından bu durumu saklıyordu. Oysa şimdi yakalanmıştı. Onu şizofren sanacaktı oğlu. Belki de sanmayacaktı fakat o öyle hissediyordu.

    “Anlıyorum Baba, onu çok özlüyorsun ama o 20 yıl önce gitti. Vase Miskin’de. Her şeyin bittiği gün Baba.”

    Selim ağlayarak oğluna sarıldı.

    “Evet, her şeyin bittiği gün..”

    *2 - Bağımsızlık

    20.11.1991 * Ohri/Makedonya

    "Yanlış yapıyoruz, tüm bu yapılanlar yanlış. Size çok daha büyük şeylerin geleceğini söylüyorum. Eğer bu hızla gidersek birçok insan ölecek. Daha sakin ve planlı olmamız lazım. Bu yaptığımız sadece bir kaos."

    Selim hem kızgın hem de üzgündü ve hızlı bir şekilde olayın yanlış olduğunu dile getirmeye ve onları vazgeçirmeye çalışıyordu. Ancak "Vicino" ekibi kararlıydı. Art arda getirilen bağımsızlıklarla milletlerin özgürlüğüne kavuşmalarına yardımcı olduklarını anlatıyorlardı.

    "Bak Selim, endişeni anlıyorum fakat bunun başka bir yolu yok. Eğer bu işi aniden yapmazsak insanlar hayatlarını başkalarının egemenliği altında geçirecekler. Slovenya, Hırvatistan ve Makedonya hepsi de bağımsızlığını ilan etti. Şimdi geldik en zor işe ve sen burada sorun çıkarmayı mı düşünüyorsun? Emirler kesindir Selim, bunca yıldır hizmet ettiğin örgütüne güvenmiyorsan sonunu sen düşün!"

    Sıra Bosna-Hersek'in bağımsızlığına gelmişti. Ancak Selim "Vicino"da görmüştü her şeyi. Çokça insan ölecekti. Sırplar bunu hiç hoş karşılamayacaktı. Onca insanın acı çekmesine gerek yok diye düşünüyordu. Ama bir yandan da hak veriyordu art arda gelen bağımsızlıklarla bir millet diğerini etkiliyordu. Fakat yine de kitaba güveniyordu onca yaşadığı şeyden sonra Vicino'ya bağlı kalmak istiyordu. Oysa başındakiler tam tersi görüşteydi. Sebebini anlayamıyordu. Bazen şüpheleniyordu üstlerinden ya da hizmet ettiği kişilerden ama eninde sonunda işini yapıyordu. Zaten her geçen gün teknoloji ve medya yüzünden gizlenmek oldukça zorlaşmıştı. Tarzlarını değiştirmek zorundaydılar. Ki öyle de yapıyorlardı.

    "Selim senden Osman Brka ile görüşmeni istiyorum. Onlar bağımsızlık konusunda çekimserler, her ne kadar Amerika ve Birleşmiş Milletler destek olacaklarını söylediyse de onlara güvenmiyorlar. Sen Müslüman bir toplumdan geliyorsun, sana güveneceklerdir."

    Bu hiç hoşuna gitmemişti ama yapmak zorundaydı. Brka ile Saraybosna'da bir görüşme ayarlamıştı ve kendisine söylendiği gibi Vicino referansıyla yapmıştı bunu. Ve artık yola düşme vaktiydi.

    ***

    25.11.1991 * Saraybosna/Bosna-Hersek

    Selim İzmir'den ayrılırken ailesini orada bırakmak istemişti fakat eşi Hüma bunu kabul etmemişti. Aslında gitmemesini istiyordu ama görevini bildiği için karşı çıkmamıştı. En büyük oğulları Yusuf 27 yaşındaydı evlenip kendince bir düzen kurmuştu, ondan sonra gelen Bilal 24 yaşındaydı ve babasıyla olmayı seviyordu, onun izinden gidiyordu. O yüzden o da burada kalmayı kabul etmemişti. En küçük iki kardeş Tarık ile Bengü ise abileri Yusuf'un yanında kalmışlardı. Her ne kadar Yusuf babasına artık yaşlandığını ve biraz daha işlerini azaltmasını söylese de Selim asla kabul etmeyecekti.

    "Sen farklısın Yusuf. Fakat bu kötü bir şey değil. Benimkinden farklı bir hayat seçip kendi ayaklarının üzerinde durman beni gururlandırıyor. Merak etme artık eskisi gibi yorucu görevler altında değilim."

    "Ama baba bu gergin ortamda oraya gitmek hiç mantıklı değil. Her şey gelebilir başınıza. Hadi ben ve Bilal neyse Tarık ile Bengü daha çok küçükler. Her ne kadar kendilerini büyük görseler de başınıza gelebilecek kötü şeyleri kaldırabileceklerini düşünmüyorum. Biri 17 diğeri 14 yaşında daha baba."

    Selim ona da hak veriyordu ama yapacak bir şey yoktu. Bu işler böyleydi ve bazen pişman oluyordu aile kurduğuna. Ama bazen de büyük destek oluyordu onların varlığı ve sevgisi.

    Buraya geldiklerinde durumun vahametini daha iyi anlayan Bilal abisi Yusuf'a hak vermeye başlamıştı. Babasıyla baş başa kaldıkları bir zamanda ona tedirgin olduğunu anlattı.

    "Baba biliyorum kitaba güveniyorsun fakat durum çok tehlikeli. En azından senle annem kalsaydı. Ben halledebilirdim buradaki işleri."

    "Anlayamadığın şeyler var evlat. Tecrübe ve iş bilmek burada önemli olan. Sadece savaşacak olsak, buna zaten artık gücüm yetmez. Ama ben de istemiyorum açıkçası annenin burada olmasını. Ve işler daha da kötüye gidecek."

    Bilal ne diyeceğini bilemiyordu. Babası da haklıydı fakat kendisi de haklıydı. Bazen neden tüm bu işlere dayandıklarına anlam veremiyordu. Ama dayanıyorlardı işte, doğru şeyi yaptıklarını hissediyorlardı. İnsanlığa hizmet etmek fakat göz önünde olmamak onları tatmin eden şeydi.

    Akşama doğru Mentor'un(Vicino ekibinin başındaki kişiye bu unvan verilir.) ayarladığı evde Brka ile görüşmek için giden Selim on beş dakika kadar bekledikten sonra Brka'nın gelmesiyle sevinmişti.

    "Hoş geldiniz Osman Bey. Öncelikle görüşme teklifini kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Benim de ismim Faris ve sanırım burada ne için bulunduğumu biliyorsunuzdur."

    Osman Brka, Alija İzzetbegoviç'in yanındaki en önemli isimlerden biriydi bu bağımsızlık yolunda. Ama bir yandan da Sırplardan ve Ruslardan çekiniyorlardı. Her ne kadar birçok ülke destek olacağını belirtse de bu durum kendilerine garip gelmiş ve güvenememişlerdi. Çünkü Müslümanlardı ve yaptıkları şey bir bakıma Cihat'tı. Fakat bu Faris denen adam onlara güven vermişti. Vicino'nun onların yanında olması ve aynı düşünce yapısına sahip olmaları Brka'ya güven vermişti.

    Yaklaşık bir saat süren görüşme sonrasında Brka buradaki konuşmaları ve Faris'i Begoviç'e anlatacağını söyledi. Yakında bağımsızlık kararını açıklayıp referanduma sunacaklardı.

    "Buna pişman olmayacaksınız Osman Bey. Sizinle tanıştığıma memnunum."

    10.04.1992 * Saraybosna/Bosna-Hersek

    "Evet istediğin oldu Mentor fakat dediğim gibi Sırplar buna kayıtsız kalmadı. Hatta Bosnadaki Sırpların bağımsızlığın önüne geçmek adına Bosna halkına savaş açacakları da bir gerçek. Ki bunu onları bu topraklardan kovup çoğunluğu ele geçirecek şekilde yapmak istiyorlar."

    Mentor, Selim'in nereye varmak istediğini biliyordu bu yüzden gerisini getirmesine gerek kalmadan cevap verdi.

    "Bu bir savaş zaten Selim, kayıpsız atlatmayı düşünemeyiz."

    Selim artık hem yıllardır bu işin içinde olmanın hem de yaşının verdiği güvenle biraz daha sert çıkmıştı.

    "Kayıpsız atlatacak biz değiliz. Binlerce masum insan ölecek bizim yüzümüzden. Bunu yapmak zorunda değildik. Bekleyebilirdi ve daha sakin bir ortamda bağımsızlıklarını alabilirlerdi. Halk mutlu mu şu an? Hiç sanmıyorum. Onlar sadece tedirginler. Savaşa girmekten ve sonuçlarından korkuyorlar. Bağımsızlık onlara dayatılmış bir şey. Henüz şartlar hazır değildi oysa ki."

    Bunun üzerine Mentor da sinirlenmişti.

    "Seni tanımıyor olsam şimdiye çoktan infazını vermiştim Selim! Ne kadar da çok sorgulamaya başladın? Yıllardır yaptığımız şeylerin aynısını yapıyoruz. Eğer artık kaldıramıyorsan sana izin verebiliriz Selim. Ya da bu işe konsantre ol. Yapmamız gerekenleri yaptığımızı biliyorsun. Eğer biz bu bağımsızlık olayını hızlandırmasaydık da Sırplar yine saldıracaklardı. Bu onlar için bahane oldu fakat bağımsızlık alınmadan bu saldırılar başlayacak olsaydı ortada bağımsızlığını isteyen bir millet bulamama ihtimalini de düşünürsek Bosnalılar için bu aslında bir kazanç. Onlar sadece bu anı düşünerek üzülüyorlar. İleride her şey çok daha iyi olacak bu yapılanlar sayesinde."

    Mentor haklıydı ve Selim bir görevinin olup olmadığını sordu.

    "Şimdilik bir şey yok olayların gelişmesini bekleyeceğiz ama yakında bir bombalama olayı yapacağız. Sırpların kuşatma altında tuttuğu bölgelerden birinde. Bu bombalama çok önemli ve kesinlikle başarılı olunması gerekiyor. O yüzden senin yapmanı istiyorum."

    "Peki nerede olacak bu bombalama ve ne zaman olacak?"

    Mentor derin bir nefes aldı ve cevapladı.

    "Yakında Selim.. Vase Miskin'de.."

    *3 - Bitiş ve Başlangıç

    28.05.1992 - İzmir

    "Yani.. Bilal'ini nerede olduğunu bilmiyorsun baba."

    Selim, oğlu Yusuf'a her şeyi anlatmıştı. Çok zordu gerçi anlatmak ama bundan daha kötü bir duruma düşemezdi herhalde. Karşısında öylece oturan ve boş gözlerle bakan babasına sarıldı Yusuf.

    "Merak etme baba, her şey rayına oturur. Artık dinlenme vaktin gelmişti zaten. Hem torun geliyor yakında bak onla ilgilenirsin."
    Babasının moralini düzeltmeye çalışıyordu ama boşa uğraştığını kendi de biliyordu. Bilal ise ortadan kaybolmuştu ve babasına çok kızgındı. Olayların bu yönde gelişeceği konusunda babasını uyarmıştı. Fakat babası kitaba güvenmişti. Sonra da tek söyleyebildiği "Kitap ayrıntıları yazmaz evlat"tı.

    27.05.1992 - Saraybosna

    "Baba lütfen bunun seninle, bizimle bir ilgisi olmadığını söyle. Lütfen baba, gerçekten çok sinirliyim."

    Bilal eve sinirli bir şekilde girmişti ve direk babasına koşmuştu. Selim Bilal'in yüzündeki ifadeden sadece bir patlama olmadığını anlamıştı. Aklına kötü şeyler geliyordu ama inandırmamaya çalışıyordu.

    "Yoksa.. o.."

    "Lanet olsun! Evet! Gözlerimle gördüm baba, lütfen bizim bir alakamız olmadığını söyle! Lütfen baba bu pislikte biz yokuz değil mi? Orada yirmi masum insan vardı baba. Tek istedikleri ekmekti ve sonra ne oldu.. Allah kahretsin.."

    Söylemeye dili varmıyordu Bilal'in. Önce babasından bu işte olmadıklarını öğrenmek istiyordu ancak babası sadece susmakla yetiniyordu. Bilal anlamıştı artık, bu da Vicino işiydi.

    "Baba.. son kez soruyorum lütfen cevap ver.. Bu işle bir ilgimiz var mı? Cevap ver baba, çünkü annemin katili olmak istemiyorum!"

    Evet sonunda söylemişti acı gerçeği Bilal, Vase Miskindeki patlamada ölenlerden biri de Hüma idi. Selim kitaba güvenmişti. Fakat artık hayat arkadaşı yoktu yanında. Ve bombayı kendisi yerleştirmişti. Kullanıldığını hissediyordu ama Vicinoya saldıracak mecali kalmamıştı. Bitkin ve tükenmiş hissediyordu kendini. Ne ağlayabildi ne de bir şey söyleyebildi. Sadece yorulmuştu.

    "Lanet olsun bu kitaba baba! Seni kör etti, besbelli olan şeylerin üstüne gittin körü körüne. Vicinodan nefret ediyorum! Senden nefret ediyorum! Hepinizden nefret ediyorum ve hepinizi öldüreceğim baba! Lanet olsun.. annemin katiliyim.. lanet olsun.. lanet.."

    Ve çekip gitmişti Bilal. Selim her açıdan tükenmişti, hiçbir şeye tepki veremiyordu. Yaşadıklarının bir rüya olduğuna inanmak istiyordu. Uzun ve gerçekçi bir rüya.. ama değildi ve o da hızlı bir şekilde İzmir'e döndü. Her şeyi bırakmıştı ve bir bakıma öldürmüştü kendini. Her şeyin bittiği gün o da bitmişti. Ancak daha öncesinde yaşanan birçok şey vardı ve bunları İzmir'e döndüğünde birçok kişiye anlattı. Torunlarına, çocuklarına, arkadaşlarına, kahvedekilere birçok kişi Selim Ağa'nın hikayelerini dinlemeyi seviyordu. Fakat Tarık hariç, o babasının anlattıklarına çok ilgi duymuştu ve bir süre sonra fark etti ki bunlar gerçek.

    30.06.1995

    "Bu karmaşanın ne anlama geldiğini biliyorum baba. Ve o hikayelerin de gerçek olduğunu biliyorum. Ve senin bozduğun şeyleri düzeltmeye kararlıyım baba. Ayrıca Bilal'i getirmeye de kararlıyım. Artık 20 yaşındayım baba, bana bir şeyler öğretmelisin."

    "O kitaptan ne anladığını sanıyorsun evlat? Dediğin gibi sadece bir karmaşa. Bir önemi yok, unut gitsin."

    "Sonbahar rüzgarları yakındır dünyanın, yenilenmeye hazır hale gelecek silkerek dallarını. Ve sen dökülen yapr.."

    "..aprakları toplayacaksın ki insanlık huzura kavuşsun. Bunu gerçekten okudun mu evlat?"

    "Evet baba her şeyi çözebiliyorum, hatta bunu senin Prag'tayken yazdığını bile söyleyebilirim. Sanırım her şeyin başladığı gün."

    "Her şeyin başladığı gün.. inanamıyorum.. peşimi bırakmayacaksın değil mi? Ölene kadar.."

    *4 - Ne Kadar Yaşıyorsun?

    27.08.2011 * İzmir

    "Her şeyi bildiğinizi mi sanıyorsunuz? Gerçekten yaşadığınızı mı düşünüyorsunuz? Evrenin ne kadar geniş olduğunu biliyor musunuz? Milyarlarca yıldızın, gezegenin, sistemin olduğunu.. Oralarda neler olduğunu biliyor musunuz? Ya da hemen yanımızdaki bahçede neler olduğunu.. Benim aklımdan geçenleri biliyor musunuz? Konuştuklarımı görebiliyor musunuz? Tüm bunların ne manaya geldiğini biliyor musunuz?"

    Selim yine etrafına toplamıştı herkesi ve anlatıyordu. Bu sorular üzerine bazıları düşüncelere dalıyor, bazıları dikkat kesiliyor, bazıları ise birbirlerine bakınıyordu. Selim anlatmaya devam etti.

    "Ama ben gördüm. Hem de hepsini, benim de ödülüm bu.. Görebiliyorum. Size bahsettiğim kitap sayesinde. Tabi 19 sene önce bırakmıştım."

    Aralarından biri Selimin soluklanmasını fırsat bilip hemen atladı.

    "Selim Ağa ne zaman anlatacaksın bize bırakma nedenini?"

    Selim duruşunu hiç bozmadan "Bu anlayabileceğiniz bir şey değil.." deyip çayından bir yudum aldı ve konuşmasına devam etti.

    "Size birçok şey anlattım ve nasıl görebildiğimi bilenleriniz vardır zaten. Bilmeyenler için de söyleyeyim o kitabın adı Vicino. Bu kitabı herkes okuyamaz, sadece belli seçilmiş kişiler okuyabilir. Bu öyle sandığınız gibi soyla aktarılan bir şey değil. Sizi seçerler, kullanırlar ve sonunuz artık belirlenmiştir. Onlardan kaçamazsınız. Tıpkı benim kaçamadığım gibi. Ama bunları size anlatmama gerek yok."

    Yine o sırada başka biri daha böldü konuşmayı.

    "Kitabı anlayamayacağımızı nereden biliyorsun? Belki okuyabiliriz.."

    Birkaç kişi daha katılmıştı bu görüşe, Selim onları susturamayacağını anlamıştı. Kitabın yanında olmadığını ancak onlara dili bildiğini ve bir şeyler yazabileceğini söyledi. Bir kağıda bir şeyler yazdıktan sonra herkes dolaştırdı kağıdı elinde. Birçok yorum çıkıyordu kağıt elden ele dolaşırken, bazen gülüşmeler de geliyordu.

    "Hadi ama Selim Ağa resmen bir şeyler karalamışsın buraya."

    "Burada gerçekten bir şey yazdığına inanmak zor."

    "Ağa dediğin her şeye inanırım da burada bir şey yazdığına dair şüphelerim var."

    Ve bu tarz yorumlar sürdü gitti. Fakat aralarından soruyu soran kişi okuyabildiğini söyledi. Tüm gözler ona dönmüştü bir anda. Selim ne anladığını söylemesini istedi.

    "Burada olduğunu biliyorum, seni kim gönderdi?"

    Bu cümle üzerine tekrar tüm gözler Selimin üzerindeydi.

    "Güzel tahmin evlat ama maalesef doğru değil. Doğrusunu maceramı anlattıktan sonra söyleyeceğim. Evet ahali dikkat kesilin bakalım, Selim Ağanız sizi efsane yolculuklarından birine daha götürüyor.."

    Böyle deyince herkes unutmuştu kitap olayını ve Selim Ağaya dikkat kesilmişlerdi. Ve Selim başladı anlatmaya.

    "Stalin'in öldürüleceğini gördüğümde anlamıştım hayatımda tuhaflıklar olacağını aslında.."

    ***
    20.11.1956 * Budapeşte

    "Aferin evlat, ilk görevini başarıyla yerine getirdin. Endişe etmene gerek yok, zamanla alışacaksın buna. Göreceğin şeylerin yanında ölüm çok basit kalacak."

    Selim Ekimin ortasından beri Budapeşte'deydi. İlk görevi olduğu için ona sadece organize etme görevi vermişlerdi. Bir bakıma insanları ayaklanmaları için provoke ediyordu da denebilir. Nitekim istedikleri de olmuştu. Zaten Stalin'in ölümüyle birlikte Vicino ekibi işleri hızlandırmıştı. Macaristan bu planın ilk ayağıydı. Ve başarıyla kısa bir süre içinde gerçekleştirilmişti.

    Tabi başarı Vicino'ya göreydi. Selim ise binlerce insanın ölümüne tanık olmuştu ve pek de başarılı görmüyordu sonucu. Ayrıca ölenler dışında şehirden hatta ülkeden kaçanlar da azımsanacak derece de değildi. Ama bırakamıyordu da bu işi. Ekipten korktuğundan değil ama kitap ve sesler peşini bırakmıyordu.

    1956'nın başlarında bu durumu fark eden İzmir'deki Tahsin adlı kişiydi. Herhalde ellili yaşlarındaydı. Ve kendisi de Vicino ekibindeydi ve ekipte kitabı okuyabilenlerdendi. O tam aradıkları biriydi, genç kendine güvenen ve herkese kendini sevdirebilecek biriydi.

    Yılın son çeyreğinde ortalık iyice karışmıştı devletin başındaki isimler sürekli değişiyordu. Ve her seferinde de ülkedeki yasalar değişiyordu. Ancak Imre Nagy'nin kısa süreli de olsa başa gelmiş olması Vicino ekibi için yetmişti. Nagy görevden alındığında yerine geçen Erno Gero reformcuları kökünden kurutmaya çalışsa da artık çok geçti. Selim ise yazdan itibaren ayaklanmanın temellerini atmaya başlamıştı. Ancak yapabileceği tek şey buydu henüz doğru düzgün eğitim almadan büyük işlere girişemezdi.

    Sonuçta öyle de oldu ayaklanma başladıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelmişti. Vicino seviniyordu ama Selim aynı durumda değildi. Hiçbir zaman bu kadar yoğun ses ve görüntüye maruz kalmamıştı. Bir sürü insanın hayatları geliyordu gözünün önüne, ölenlerin arkasında kalanların çığlıkları, kaçanların çaresizliği, kalanların bitkinliği..

    Ama kaçamıyordu işte, bu işe devam etmek zorundaydı. Bununla başa çıkabilmeyi öğrenmek istiyordu. Vicino ekibi ona hem yardım hem de dostluk edecek birini verdiler. O da tıpkı Selim gibi 17 yaşında girmişti Vicino'ya ancak kitabı okuyabilenlerden değildi.

    ***
    27.08.2011 * İzmir

    Selim burada durdu ve sandalyesine yaslandı.

    "Devamını da artık başka bir zamana ahali. Şimdilik bu kadar yeter."

    Bu sözlerden sonra bir kısım yavaş yavaş dağılıyordu, bazıları da kendi aralarında muhabbete devam etmeye başladılar. Selim ise ağır ağır kalktı sandalyesinden dışarı doğru yöneldi. Kapıya yaklaşırken yazdığı şeyi okuduğunu iddia eden gence seslendi.

    "Bu ihtiyara evine kadar eşlik etmek ister misin?"

    Genç kabul etmişti bu teklifi ve yürümeye başladılar.

    "Demek orada yazılanları bildiğini iddia ediyorsun."

    "Aslına bakarsan yüzde yüz eminim. Çünkü bende de o yetenekten var, hatta hepimizde var. Ve oğlunda da var bunu biliyorum, bunun için geldim. Oğlunu aramıza almaya, tabi onunla konuşmama izin verirsen."

    "Neden direk ona gitmedin ki? O küçük bir çocuk değil artık."

    "Biliyorum ama seni görmemi isteyen kişi.."

    Selim durumu anlamıştı, gencin geldiği yeri ve nedenini biliyordu.

    "..Yohan Lorm!"

    *5 - Değer mi..

    27.08.2011 * İzmir

    "Matyas.. sensin değil mi? Senin geleceğini biliyordum. Tarık'ı alabilirsiniz zaten ona söylediğiniz anda durduracak kimsenin olacağını sanmıyorum. Ama diğer isteğin.."

    "Lütfen Mentor Selim, bu benim için çok önemli. Üstad Yohan'ı bulmam lazım, geçen sene irreligioso'yu bitirdikten sonra sessiz-sedasız kayboldu ortadan."

    "Bir dakika şimdi sen irreligioso'nun artık olmadığını mı söylüyorsun?"

    "Evet, geçen sene tamamen bitti. İrreligioso'nun başındaki kişi Üstad'ın babası çıktı bu onun için biraz zor oldu fakat yine de bitirdi. Artık hakimiyet bizde. Üstaddan öncekiler bizim gibi kişileri toplamışlar yani kitabı okuyabilen kişileri. Üstad da onlardan biri idi. Fakat kitabı tamamen parçalara ayırıp dağıtmış. Ben de kitabın peşinden gidiyorum ve şimdi işte burada sizin yanınızdayım."

    Selim ne diyeceğini bilemiyordu, böyle şeyler için artık çok yaşlandığını hissediyordu. Matyas'ın omuzlarından tuttu ve gözlerinin içine bakarak konuşuyordu.

    "Bak evlat, yaptığın şeyin doğru olduğunu düşünüyorsun. Kitabın peşinden gidip Yohan'ı bulmayı hedefliyorsun. Peki bulduğunda ne olacak hiç düşündün mü?"

    Matyas düşünmemişti açıkçası ve kem küm etmeye başladı, Selim ise konuşmasına devam etti.

    "Tabi ki bilmiyorsun. Ama ben biliyorum neler olacağını. Onu bulduğun gibi o ölecek Matyas. Seni uyarıyorum, bu işin peşini bırak. Git ve inandığın şeyler uğruna yaşa. Başka şeyler uğruna, bu yol senin umduğun gibi biten bir yol değil."

    Selim, Matyas'ı uyarmıştı ama vazgeçmeyeceğini de biliyordu. Çünkü kendisi de vazgeçmezdi. Matyas'ın kitaptan etkilendiğini fark etmişti. "Ah şu lanet kitap" diye geçirdi içinden, hayatına girip de mahvetmediği biri var mı acaba diye düşündü. Cevap belliydi..

    ***

    16 January 1969 * Prag

    "Jan bak sakin olmalısın. Sen bize lazımsın. Biliyorum şu an kaybetmiş gibi gözüküyoruz ama bazen kazanmak için geri çekilmen gerekir. Sadece sakin ol. Daha işimiz bitmedi."

    Jan, Selim ve Harm Wenceslas Meydanı'na doğru gidiyorlardı. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği'nin uyguladığı istila ve "normalleştirme" politikasına karşı yine bir protesto vardı. Macarlardan sonra Çekoslovakyalılar da birçok acı çekiyordu. Her şey düzelecek derken bir anda Ruslar ve yandaşları binmişti tepelerine. Çok insan ölmemişti ama binlerce yüzbinlerce insan ayrılmak zorunda kalmıştı ülkesinden. Jan Palach ise 21 yaşında bir felsefe öğrencisiydi. Tabi sadece bununla kalmıyordu, Jan da Vicino peşinde gidenlerdendi.

    Fakat artık dayanamıyordu. Çünkü tüm bu olanları görmüştü, mahvolan hayatları görüyordu ve mahvolacak hayatları da..

    Selim ve Harm onu vazgeçirmeye çalışıyordu yapmak üzere olduğu şeyden. Çekoslovakya'nın tam bağımsızlığı yanında milletlerin de ayrılmasını istiyordu Vicino ekibi. Daha doğrusu böyle olacaklarını gördükleri için bu yolda uğraşıyorlardı her zamanki gibi. Jan da bu işin bir parçasıydı.

    Wenceslas Meydanı'nda son zamanlarda hep olduğu gibi o gün de istila karşıtı konuşmalar, protestolar vardı. Selim, Jan ve Harm da kalabalığın arasına girdiler. Konuşmaya dalmışlardı ve bir süre sonra konuşmacının yakınına meydanın boş kısmına bir genç çıktı.

    "Hey! Selim! Bu bizim Palach değil mi? Ne işi var orada?"

    "Olamaz olamaz! Aptal çocuk düşünemiyor bile doğru düzgün! Hemen onu durdurmalıyız Harm!"

    Dediği gibi kalabalığın arasından Jan'a ulaşmaya çalıştı ancak o kadar da hızlı gidemiyordu. Jan da kendini çoktan ateşe vermişti. Selim oraya vardığı gibi ateşi söndürmeye çalışıyor, bir yandan Jan'a kızıyor bir yandan da Harm'a yardım etmesi için sesleniyordu. Kalabalık şaşkınlık içinde olanları izliyordu. Harm Selim'i kendisine doğru çekti.

    "Selim! Selim! Uğraşma artık, sen de biliyorsun.. Kurtaramayacaksın.. Hadi bırak artık.."

    Selim geri çekilmişti ama kendini suçluyordu. Vicino'yu suçluyordu. Her şeyi suçluyordu. Olanların kısa bir süre içinde yayılacağını biliyordu. Jan Palach olanlara ve olacaklara dayanamayıp ölmüştü, öldürülmüştü veya kendini öldürmüştü. Selim sorup duruyordu kendine

    "Suçlusu kim.. Değer mi.."

    *6 - Zorlu Bir Yol

    11 Kasım 1996 * Washington DC

    “Bugün burada sizlerle olmaktan çok mutluyum. Bana bu özel günde sizinle birlikte olma ve konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi ben Napalm Ateşi'nden kaçan küçük kızım. Şimdi savaştan konuşacak değilim çünkü tarihi değiştiremem. Sizden sadece savaşın trajedisini hatırlamanızı ve bu sayede dünya üzerindeki kavgaları ve insanların birbirini öldürmelerini durdurmak için bir şeyler yapmanızı istiyorum. Maddi ve manevi olarak birçok acı yaşadım. Bazı zamanlar yaşayamayacağımı düşündüm fakat Tanrı beni kurtardı, bana inanma gücü ve umut verdi. Eğer bombaları atan pilotla yüz yüze konuşabilseydim, ona geçmişi değiştiremeyeceğimizi, fakat barışı yaymak için şimdi ve ileride iyi şeyler yapmamız gerektiğini söylerdim. Yanıklarım yüzünden ne evlenebileceğimi ne de çocuk sahibi olabileceğimi düşünüyordum ama şimdi harika bir eşim, çok tatlı bir oğlum ve mutlu bir ailem var. Sevgili arkadaşlar, inanıyorum ki birgün insanlar gerçek barış içinde yaşayacaklar, kavgalar ve düşmanlıklar olmayacak. Bütün milletlere barış ve mutluluk sağlamak için hep birlikte çalışmalıyız. Bu önemli günün bir parçası olmamı sağladığınız için sizlere çok teşekkürler.”

    Kim Phuc asıl adıyla Phan Thi, 11 Kasım Gaziler Günü’nde düzenlenen anma töreninde bunları söylemişti ve sessizce salondan ayrılmıştı. Selim de savaşa katılıp kurtulanlar arasında olduğu için her sene davet ediliyordu ancak ilk defa bu sene gitmek istemişti. Kadın sessizce ayrılmıştı ve hatta çoğu kez barış üzerinde durmuştu ama birçok kişi için bu daha acı vericiydi. Zarar verdiğiniz insanların size karşı “Haydi o günleri unutalım, beraber barış için uğraşalım” demeleri vicdan sahibi insanlar için daha acı vericiydi. Kimileri savaş sonrası intihar etmiş, kimilerinin psikolojisi yerine gelememişti. Vietnam Savaşı da tıpkı diğer savaşlar gibi insanlıktan birçok şey götürmüştü.

    Kim Phuc savaşta iki kardeşini kaybetmişti, Selim ise başka bir savaşta eşini kaybetmişti. Küçücük bir çocuktu bu olayları yaşadığında, şimdiyse herkese barışın temsilciliğini yapıyor diye düşündü Selim. Belki de çocukken alışmak daha kolaydır diye düşündü. Belki de herkes bu kadını konuşurken asıl acının annesi ve babasında olduğunu düşündü. Acıyı anlayamayacak ve unutacak veya alışacak kadar küçüktü olayı yaşadığında. Ama annesiyle babası öyle değildi. Acaba ben ne zaman alışırım diye düşündü. Belki de unutamadan ölürüm diye düşündü. Tüm bunları bir anda geçirdi aklından Selim. Tarık ile Bengü’yü Yusuf’a bırakmıştı, ama ara sıra keşke getirse miydim diyordu. Fakat hemen sonra vazgeçiyordu. Biraz uzaklaşması gerekiyordu, hem onların Selim’den hem de Selim’in onlardan. “Belki daha sonra..” dedi kendine Selim. Altmışına yaklaşmıştı ve Hüma’yı kaybettiği günden beri her geçen gün her şey daha da boş geliyordu. Bilal’i küstürmüştü kendine ve ondan hiç haber alamamışlardı. Tarık ile Bengü’den gittikçe uzaklaştığını hissediyordu. Yusuf ne kadar destek olmaya çalışsa da o yolunu çizmişti zaten. En azından Yusuf’a güveniyordu. O da olmasa Tarık ile Bengü’ye bakacak gücü kendinde hissetmiyordu.

    Her şeyden uzaklaştığını hissediyordu, ya bunu yıkacak ya da kendini bitirecekti. Tam bu sırada Harm’ın ona seslendiğini farketti. Kendine gelme ve toparlanma ile birlikte cevap verdi.

    “Efendim? Dalmışım.”

    “Ne zamandır yoksun ortalıkta. Biliyorum çok zor yaşadığın şey ama hayat devam ediyor Selim. “

    “Harm şu halime bak.. Benden artık fayda gelmez..”

    Harm iyice yaklaştı eski dostuna, manalı manalı bakıyordu Selim’e. Selim anlamıştı gelecek teklifi.

    “Zaten senin kabul etmeyeceğini biliyoruz Selim ama biliyorsun..”

    “Hayır hayır hayır.. Kesinlikle olmaz! Bir hayatın mahvolması yeterli, buna izin veremem.”

    Selim çok kesin bir şekilde reddetmişti ancak Harm da aynı kesinlikte ilerliyordu.

    “Hadi ama Selim artık vaktinin geldiğini biliyorsun. Eminim günlüklerini karıştırmaya başlamıştır. Onu eğitmelisin veya biz de eğitebiliriz.”

    Selim bunun başına geleceğini biliyordu. Ne cevap vereceğini bilemedi ama sonunu görür gibiydi.

    “Bu arada benim buraya geleceğimi nereden bildin? Yani.. kimseye söylememiştim..”

    “Hadi ama Selim?! Seni buraya cidden Amerikalıların çağırdığını düşünüyor olamazsın?”

    “Yani.. onca yıldır siz hiç..”

    “Aynen öyle dostum, aynen öyle..”

    ***

    Birçok ülke birçok savaş ve birçok insan tanımıştı Selim. Harm ise aralarında en yakınlaştığı kişiydi. Ve aralarındaki yakınlık arttıkça birbirlerine daha çok güveniyorlardı. Tabi Selim elindeki kitabı ona gösterip göstermemekte kararsızdı. Yine de bir gün bu konuyu açmaya karar verdi, Harm’dan başka kimsenin anlayamacağını düşünüyordu.

    10 Temmuz 1979 * Paris

    “Sence bu işe yarayacak mı?” Selim, Harm’ın ne düşündüğünü merak ediyordu. O yüzden bu konuyu açmıştı.

    “Yani bu Klarsfeldleri bombalama olayı, sence ODESSA’yı ortaya çıkarır mı?”

    Klarsfeldler(Serge ve Beate Klarsfeld) Nazi avcılarıydı. Aynı zamanda evliydiler de. ODESSA’nın Nazi yanlısı olduğu biliniyordu ancak çok gizli çalıştıklarından ve Gehler Örgütü’nden de destek aldıklarından onları ortaya çıkarmak kolay değildi. Ayrıca savaşın üzerinden çok zaman geçmişti ve bu da bir sorundu. Selim ve Harm’a Klarsfeldleri bombalamaları ama onlara zarar vermemeleri söylenmişti. Açıkçası ikisi de bu olaya anlam veremediler ancak “görev görevdir” dediler.

    “Bilemiyorum Selim, açıkçası umrumda da değil. Bu savaş yıllar önce bitti. Ortaya çıkarlarsa şaşarım.”

    “Ahh.. Neyse yaptık bitti. Bu arada.. Buranın güvenli olduğuna emin misin?”

    “Hadi ama Selim!? Onlar benim çocuklarım..” Sonra etrafımızda koşturan torununu göstererek devam etti: “Ayrıca şu çocuğun şirinliğine bak.. bu şüpheli mi göründü sana?”
    Haklıydı, Selim biraz abartmıştı ama yine de garip hissediyordu kendini. Çünkü bunca yıldan sonra bir sırrını paylaşmak üzereydi.

    “Harm.. Biliyorsun uzun zamandır beraber çalışıyoruz hatta çalışmaktan da öte dostuz. Ve.. ve ben bir şey paylaşmak istiyorum. Aslında uzun süredir düşündüğüm bir şey. Bu işlere nasıl başladığımla ilgili..”

    Harm iyice dikkat kesilmişti. Bunca yıl saklandığına göre çok önemli bir şey olmalıydı. Ve öyleydi de hayatlarını tamamıyla değiştirecekti.

    “Benim.. bazı.. yeteneklerim var. Yani açıklayamadığım ama var olan yetenekler. Bir.. bir kitap var.. sana göstermek istiyorum. Yanımda da getirdim hatta. Bunu okumayı dener misin?”

    Selim dikkatlice çıkardı kitabı cebinden ve Harm’a verdi. Harm da kitabı okumaya çalışıyordu ancak hiçbir anlam veremedi. Çünkü hiçbir şey yazdığını sanmıyordu burada.

    “Ne düşündüğünü biliyorum.. Şimdi bana hiçbir şey yazmadığını söyleyeceksin. Fakat ben görebiliyorum neler olduğunu. Çok değişken bir kitap.. Sabit durmuyor. Ve.. ve üstlerimizin de haberi var bu kitaptan. Sanırım benim dışımda başkaları da var. Bunu bunu sana açmak istedim sadece.”

    Harm ne diyeceğini bilemiyordu bunu oğluna ve oğlunun eşine açmak istedi.

    “Casca.. Hylar.. sanırım bu.. bu aradığımız şey. Siz okuyabiliyor musunuz?”

    Onlar da denediler okumayı ama ikisi de yapamamıştı. Harm hayal kırıklığına uğramıştı.

    “Aradığımız şey derken? Sizin de mi bu kitaba ihtiyacınız var?” Selim meraklı bir şekilde sormuştu. Casca Harm’a fırsat vermeden araya girdi.

    “Bak bilmiyorum Harm söyledi mi ama biz güç kaybediyoruz ve irreligioso her geçen gün daha da büyüyor. Kaç kişi kaldığımızı bile bilmiyorum ama bu kitabı duymuştum ve.. ve onu içimizden birinin okuyabileceğini de biliyorum. Fakat bu biz değilmişiz anlaşılan. Belki de Yohan’dır bilmiyorum.”

    O sırada hepsi o ufak ihtimali düşündüler ama teklifin saçma ve gülünç olacağını da düşündüler. Kitabı çocuğa okutmak istiyorlardı ama daha 4 yaşına bile girmemişti Yohan. Fakat Casca her şeyi denemeye niyetliydi.

    “Size saçma gelebilir ama ben deneyeceğim.”

    Casca kitabı aldı ve Yohan’a bakmasını söyledi. Yohan kitabı eline alır almaz tüm vücudu kilitlendi, sayfaları hızlı hızlı geçiyor ve birçok şey söylüyordu gelecekle ilgili. Hylar korkmuştu ve anında kitabı Yohan’ın elinden alıp attı. Kitap gittiği gibi Yohan düzelmişti. Herkes şok içindeydi. Casca konuşmayı tekrar başlattı.

    “Sanırım gücümüzü bulduk baba. Zorlu bir yol olacak ama sonunda her şey düzelecek.”

    *7 - Aşırı Güç

    10 Temmuz 1979 * Paris

    “Sanırım gücümüzü bulduk baba. Zorlu bir yol olacak ama sonunda her şey düzelecek. Fakat biliyorsunuz O’nun eğitilmesi lazım.”

    Yohan’ın eğitilmesi gerektiğini söylüyordu Casca fakat Harm ve Hylar’ın sıkıntılı gözüktüklerini fark etti Selim.

    “Biz eğitebiliriz Harm yani.. sorun değil benim için.”

    “Biliyorum biliyorum fakat Casca’nın uzun zamandır düşündüğü bir plan vardı yani İmparatorluğu yeniden canlandırmak için. O Yohan’ı size veya bize emanet etmeyi düşünmüyor.”

    “O’nu irreligiosoya bırakmayı düşünmüyorsunuz herhalde? Hadi bıraktınız diyelim ona göz kulak olacak biri lazım bunu nasıl yapacaksınız?”

    O sırada gözler Harm’a döndü. Harm biraz da çekinerek konuşmaya başladı.

    “Aslında.. biz.. seni düşünmüştük Selim. Yani sonuçta hayalet sayılırsın ama merak etme Casca da aralarına girecek. Böylece Vicino’yu bırakmak zorunda kalmayacaksın. Sadece biraz yoğunluğun artacak. Tabi ondan da önce ölmeniz gerekiyor.”

    Casca burada araya girdi.

    “Yani demek istediği sahte ölümler hazırlayacağız bir araba kazası olacak ayrıca bundan hoşlanmayabilirsiniz ama ceset bulmamız gerekiyor. Ve biraz da patlayıcı çünkü tanınmaz hale getirmemiz lazım. “

    “Peki bu bizi nasıl öldürmüş olacak?”

    “Kaza biraz ağır olacak ve arama yapacaklardır cüzdan kimlik gibi şeyler bırakacağız etrafa daha sonra uğraşmayacaklardır kimlik tespiti için. Zaten kimsemiz olmadığını da fark edeceklerdir. Ayrıca plakaya zarar getirmemeye çalışacağız oradan da ulaşabileceklerini umuyoruz. En kötü ihtimal haberi biz yayacağız. Sonuçta yeni kimliklerimizi hazırlamanın vakti geldi.”

    ***

    25 Ağustos 1979 * Amsterdam

    “Demek bu çocuk çok özel.. tamam onu kabul ettik diyelim fakat sizi alamayız.”

    Casca ve Selim’in düşündüğünden daha zor olmuştu ikna işi. Kimle konuştuklarını bile bilmiyorlardı sadece Amsterdam’daki eğitim merkezinin adresini bulabilmişlerdi.

    “Bakın efendim kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, sizin için savaşırız hatta ölüme kadar. Fakat ona zarar gelmeyeceğini bilmeliyim. İrreligioso’ya güveniyoruz ve size sığınmak istiyoruz, lütfen bizi kabul edin.”

    Casca ikna etmeye çalışıyordu ancak gergin bir bekleyiş vardı. Adamın kimle ne konuştuğunu duymaya çalışıyordu ancak çok uzaktaydı. Bir süre sonra geri geldi ve kanıt istedi.

    “Bu çocuğun özel olduğunu bize kanıtlamalısın. Madem geleceği okuyabiliyor göster bize bunu.”

    “Bu öyle bir şey değil.. kendisi daha çocuk ve kontrol edemiyor. Anlayacağı yaşa geldiği zaman buna hazır olmasını istiyorum. Bu yüzden size geldim onu eğitebilmek ve size hizmet edebilmek için.”

    Adam sinirlenmişti ve Casca’nın kafasına silah dayadı, odadaki diğer kişilerde silahlarını onlara doğru çevirdiler. Casca cebinden yavaşça kitaptan bir parça çıkardı ve Yohan’a uzattı.

    “Üzgünüm evlat, zorunda olmasam istemezdim..”

    Yohan yaprağı eline aldığı gibi yine kilitlenmişti fakat odadaki herkes kilitlenmişti. Casca’nın kafasına silah dayanan adamın boğazını birisi sıkıyordu sanki silahını yere düşürdü ve boğulmamaya çalışıyordu. Kalınca bir ses duyulmaya başladı odada;

    “Kanıt mı istiyorsunuz? Alın size kanıt!”

    Casca onların ölmeye doğru gittiğini anladı ve hemen Yohan’dan yaprağı aldı. Anında ses kesilmiş ve odadakiler yere düşmüştü. Herkes şaşkınlık içindeydi. Casca ve Selim de olaya anlam verememişti. Kabul edilmeyeceklerini düşünmeye başladılar fakat o sırada karşılarındaki büyük kapı açıldı ve bir ses “İrreligioso’ya hoşgeldiniz, lütfen devam edin!” diyordu.

    “Casca.. bu da neydi böyle.. kitap ve Yohan birleşmemeli. Bu bu çok aşırı bir güç. Hele bir de eğitildikten sonrasını düşün. Belki başkaları da var Yohan gibi ve bunun dünyaya neler getireceğini bilemeyiz.”

    Casca o sırada karşı çıkamadı ama Selim ile aynı görüşte değildi. O bu gücü İrreligioso’yu yıkmak için kullanmak istiyordu. Kapıdan geçtiklerinde her şey değişmişti daha iyi bir karşılama vardı burada. Artık İrreligioso’dalardı. Artık tek başınalardı fakat Yohan dışında.

    ***

    08 Eylül 2011 * İzmir

    “Yohan.. o gördüğüm en tuhaf çocuklardan biriydi. Benle aynı özellikleri taşıyordu ama çok daha güçlüydü. Sanki.. sanki O’nu koruyan birileri var gibi. O kapıdan geçtik ve tüm hayatımız değişmişti. Hem orada hem Vicino’da kalmak çok zordu. Yine de her şeyi atlattık diyebilirim.. en azından bazılarımız..”

    “Aga bazen seni takip etmek çok zor oluyor hakikaten..”

    Bu sefer çoğu kişi kopmuştu hikayenin bağlantılarından fakat yine de dinliyorlardı Selim’i, zaten yapacak çok da işleri olduğu söylenemezdi.

    Selim eve geldiğinde Tarık’ın heyecanla kendisini beklediğini fark etti.

    “Baba.. emin değilim.. yani kesin konuşmamak lazım ama Bilal’i buldum galiba.”

    *8 - Ayrılık

    20 Şubat 1980 * Amsterdam

    Selim ve Casca yaklaşık altı aydır buradalardı. Ara ara sorgulamalar yapılıyordu, burada kalmak istediklerinde ciddi olup olmadıklarını anlamak için. Ayrıca eğitim de görüyorlardı. Yohan ise şimdilik bekletiliyordu. Selim ve Casca için altı aylık bir eğitim süresi belirlenmişti ve bunun sonuna doğru yaklaşıyorlardı. Belki bir hafta içinde artık sorgulama ve eğitim süreci bitmiş olacaktı. Tam manasıyla kabul edilip edilmemelerinin yanı sıra kendi aralarında da ne yapacakları hakkında kararsızlardı. Selim kitabı tamamen uzaklaştırmak istiyordu Yohan’dan fakat Casca da bunun yanlış olacağını kitabı kullanarak Irreligioso’yu yıkmaları gerektiğini söylüyordu.

    “Eğer kitabı yakacaksak tüm bu olayın anlamı nedir? İki kişi mi yıkacağız tüm bu düzeni? Kitap kesinlikle Yohan’a öğretilmeli!”

    “Yohan kontrolden çıkarsa ne olacak peki? Onun her zaman doğru kararlar vereceğini nasıl bileceksin? Veya onu durdurabilecek birinin her zaman yanında olacağının garantisi var mı?”

    “O zaman eğitiriz onu!”

    İkisi de bir-iki dakikalığına dalmıştı Casca’nın bu cümlesinden sonra. Selim bu fikre yanaşmaya başlamıştı. Casca bunu fark edince daha sakin bir şekilde yaklaşmaya başladı.

    “Bak bunun yanlış olduğunu düşünüyorsun biliyorum ama en doğrusu bu. Ayrıca kitabı okuma yetisi sende de var. Onu sen eğitirsin, sana güveniyorum Selim.”

    “Tamam.. mantıklı geliyor kulağa ama sen.. ne yapacaksın?”

    Casca için zor bir karardı ancak yapılması gerekiyordu.

    “Sana güveniyorum derken Selim, ciddiydim.”

    Casca bu süreç bittiğinde Irreligioso ile çalışacaktı ve hedefi onların başına geçmekti. Böylece eğer bir gün yaptıkları ortaya çıkarsa bunları örtebilecekti. Selim ile yolları artık ayrılıyordu ve tabi ki oğlu Yohan’la da. Böylece Kutsal Roma’dan kalan son birkaç kişi de Yohan’ın eğitimi için dağılmıştı. Ve her şey Selim’e bağlıydı, Yohan’ı ne kadar iyi eğitebileceğine.


    ***

    07 Haziran 1980 * İstanbul

    Selim ve Mentor özel bir görüşmedelerdi. Sadece ikisi vardı ve Mentor, Selim’den Yohan ile ilgili bilgiler alıyordu. Selim her ne kadar Yohan’ı eğitme sözü vermişse de ülkesindeki karışıklığı gördükten sonra burada iş yapmak istiyordu.

    “Lütfen Mentor izin verin ben de burada savaşayım! Eğer olacaklara engel olamazsak çok can yanacak bunu siz de biliyorsunuz!”

    “Açıkçası Selim bizim istediğimiz de bu. Değişiklikler hiçbir zaman kolay olmamıştır, insanlar yeni bir şehre bile alışmak için kaç ay uğraşıyorlar. Biz burada bir düzen değişikliğinden bahsediyoruz. Artık hiçbir ülke eskisi gibi olmayacak. Milliyetçilik kavramını silmeliyiz, Fransız İhtilali’nden bu yana tüm düzen mahvoldu ancak dünyayı tekrar sakinleştirmenin vakti geldi. Ve sen Selim! Ne olduğunu unutma! Bu yolda aldığın eğitimi, içtiğin andı unutma! Gerekirse eşin, gerekirse baban, gerekirse milletin, gerekirse devletin, gerekirse kendin! Hiçbir şey fikrimizin önüne geçmemeli!”

    “Fakat Mentor siz de biliyorsunuz burada ne kadar çok kişi olursa o kadar iyi olacak! Ve ben buna gönüllüyüm!”

    “Selim, Yohan Lorm bizim için de çok önemli bir konu sakın bunu hafife alma! Ayrıca onu senden iyi eğitebilecek biri olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden konu kapanmıştır. Çok gerekmedikçe seni çağırmayacağız, asıl görevin Yohan’ı eğitmek. Aileni de yanında götürebilirsin veya burada bizim gözetimimiz altında da kalabilirler. Karar senin.”

    Selim ülkesindeki karışıklıkları görse de Mentor haklıydı. Ailesini de yanında götürmeye karar vermişti ancak Mentor’a kesin kararını daha sonra bildireceğini söyledi. Ülkenin daha da karışacağını biliyordu. En azından Hollanda’da rahat olurlar diye düşündü. İstanbul’dan İzmir’e geçip Hüma ile bu konuyu konuşacaktı. Çünkü uzun süreli bir gidişti bu ve karar iyi düşünülmeliydi.

    10 Haziran 1980 * İzmir

    Selim uzun süre sonra evine dönmüş olmaktan mutluydu. Ailesinden özellikle de çocuklarından uzak kalmak zor gelse de Vicino hep önce gelmişti onun için. Hüma ise bunu bilerek Selim ile ömrünü paylaşmayı kabul etmişti. Selim bazı zamanlar yanlış yaptığını düşünse de eşi ve çocukları olduğu için mutluydu.

    Evine geldiğinde biraz dinlendikten sonra konuyu nasıl açacağını bilemedi. Ancak bir şekilde konuşulması gerekiyordu bu konunun ve en iyisi direk söylemek diye düşündü. Hüma başta ne diyeceğini bilemedi, Selim ise onu ikna etmeye çalışıyordu.

    “Biliyorum burası bizim evimiz oldu Hüma en azından sizin için. Ancak yakında ortalık karışacak.. hatta belki karışmaktan da öte.. Ve ben ne kadar burada kalmak istesem de gitmem gerekiyor..”

    “Yine o görevlerinden biri değil mi? Bilemiyorum.. yani hayatlarımız burada.. Tarık Bengü daha çok küçükler.. “

    “Biliyorum ben de esas onlar için istiyorum. Çünkü burada güvende olacaklarını sanmıyorum.. Bana güvenmelisin Hüma. Hem uzun bir süre aynı yerde olacak görevim. Yani daha çok vakit ayırabilirim hem çocuklara hem sana.”

    Biraz tartışmadan sonra Hüma da Selim’e katılmıştı ve birkaç gün içinde hazırlıkları tamamladılar. Artık yolculuk vakti gelmişti. Hüma tam olarak ne kadar süreliğine gideceklerini sordu, buraya veda etmek zor geliyordu ona.

    “Bir gün buraya döneceğiz Hüma merak etme..”

    Hüma çok uzun süre kalmayacaklarını düşünerek yüzünde birkaç saniyeliğine de olsa bir gülümseme oluşturdu. Selim cümlesini bitirince bu ifade yüzünü düşünceli bakışlara bıraktı.

    “..ama açıkçası ne zaman olur ben de bilemiyorum..”

    ***
    8 Eylül 2011 * İzmir

    “Baba.. emin değilim.. yani kesin konuşmamak lazım ama Bilal’i buldum galiba.”

    Hüma öldüğünden beri Bilal’den iz yoktu. Ve Tarık’ın bir anda böyle bir haberle çıkması Selim’i heyecanlandırmıştı. Her ne kadar istemsiz de olsa bombayı yerleştiren Selim’di. Bu yüzden hem ailesine hem de Bilal’e karşı suçlu hissediyordu kendini. O’nu kendisi gibi görüyor ve yerine geçmesini istiyordu. Ama elindeki Vicino’ya rağmen her şeyi kontrol etmek mümkün olmuyordu. Ne Hüma’nın ölümü ne de Bilal’in gidişine engel olabilmişti.

    “Biliyorsun bir süredir Matyas ve arkadaşlarıyla takılıyorum. Ve gerçekten müthiş istihbarat kaynakları var. Sorduğum kimse Bilal diye birini tanımıyor ama düşmanları hakkında arşivledikleri dosyalar var. Onları araştırırken garip bir şeye rastladım. Yani emin değilim o olup olmadığına, hatta o olsa bile yaşayıp yaşamadığı bile şüpheli. Sen de gör istedim, biraz yaşlanmış haliyle tabi artık 45’ine dayandı.”

    Selim Tarık’ın gösterdiği dosyaya bakıyordu. Gerçekten Bilal’i çok andırıyordu ancak insan emin de olamıyordu. Çünkü Bilal’in dosyasında yazanlarla Bilal’in hayatının hiçbir ortak noktası yoktu. İtalya’da doğup büyüyen ve tüm hayatını orada geçirmiş olan biriydi. Yine de Selim bunun Bilal olduğuna inanmak istiyordu.


    “Demek bunca yıl.. Vay be Bilal.. Edoardo Nestore ha..”

    *9 - Kardeşlik

    20 Ekim 2011 * Verona

    "Güzel bir yermiş. Olabildiğince sakin ve tüm bu yeşillik.. İnsanın içi huzur doluyor resmen."

    "Evet, şehirden uzak biraz ama sakinliği beni mutlu ediyor. Kalabalığa alışamadım hiçbir zaman."

    Tarık ses tonunu biraz daha ciddileştirerek cevap verdi. Artık sorması gereken sorular vardı.

    "Abi biliyorsun 20 yıldır senden haber alamıyoruz. Ve sonunda seni buldum, doğruyu söylemeni istiyorum bana. Neden yaptın bunu? Ve ayrıca.."

    Bilal de biraz sinirli karşılık verdi ama sakinliğini de korumaya çalışıyordu.

    "Ayrıca ne Tarık! Ayrıca ne!? Hepiniz delirmiş durumdaydınız. Saçma sapan bir kitabın peşinde harcıyorsunuz hayatınızı. Bunun yüzünden öldürdüğünüz insanları veya ölen insanları hatırlatmama gerek yok."

    Sonra derin bir nefes aldı Bilal, ve daha sessiz konuşmaya başladı.

    "Artık yeni bir hayatım var Tarık ve burada mutluyum tamam mı? Size de hiçbir kin gütmüyorum. Sadece benden uzak durun.. tek isteğim bu."

    Tarık Irreligioso konusunu açmak istiyordu ama abisinin hiç haberi yok gibiydi. O yüzden biraz daha dolaylı sormak istedi.

    "Abi doğru söylüyorsun değil mi? Çünkü.."

    "Çünkü ne? Arkanızdan plan mı çevirdim sizce? İntikam mı? Komik olma Tarık.. Sizinle işim yok."

    Tarık artık dayanamamıştı, "Peki girdiğin Irreligioso’ya ne demeli! Seni onların arşivi sayesinde buldum!"

    Bilal şaşırmıştı ve durumu da şimdi anlamıştı.

    "Demek bu yüzden geldin ha. Ben de sanıyorum ki gerçekten beni arıyorsunuz. Babam gelemedi bile değil mi korkusundan? Kim bilir hangi saçma görevin peşinde hala. Tehdit miyim diye kontrol için mi geldin? Şu halime bak 45 yaşındayım Tarık, yaşlanıyorum ve eskisi gibi fit de değilim. O işleri bırakalı çok oldu."

    "Abi saçmalıyorsun şu an, sinirden böyle söylüyorsun. Seni özledik ve merak ediyoruz hepsi bu. Babam artık çok yaşlı ve o olaydan sonra zaten bıraktı her şeyi. Şimdi tek yaptığı kahvede hikayeler anlatmak."

    "Aslına bakarsan Tarık, evet ilk başta çok sinirliydim. Gerçekten intikam istiyordum ve Vicino'ya bağlı her şeyi bitirmek. Ama sonra.. vazgeçtim. Tüm bu kavga saçma. Sadece hayatımı yaşamak istiyorum her şey için daha geç olmadan. Sonu gelmeyecek bir şey için kendimi yıpratmak istemedim. Ve sadece attım bir kenara. Hepsi bu. Sonrasında da burada yaşamaya başladım."

    "Demek o yüzden arşivlerindesin hala. Ama güncel resmin var, yani şu an ki halin."

    "Ne var bundan kolay, internette bulamayacağın şey mi var? Gizlendiğim yok kimseden. Sadece kendi hayatımı yaşamak istiyorum, artık bir eşim var ve çocuklarım. Onlarla mutluyum ve onlarla yaşamak istiyorum. Amaçlar peşinde koşmak istemiyorum. Yani.. sadece.. hepsi yorucu tamam mı?"

    "Anlıyorum abi. Dediğim gibi sadece seni merak ettik hepimiz."

    Bilal biraz daha sakinleşmişti.

    "Az önce babam hakkında söylediklerim için kusura bakma. Sadece.. bir türlü affedemiyorum ve anlayamıyorum. Neden yaptı bunu?"

    "Açık olmak gerekirse abi ben olsam ben de yapardım. Bunu anlayabilmen için kitabı okuyabilmen lazım. Sanki sana hükmediyor, gözün başka bir şey görmüyor, tüm duyuların ve hislerinle kitaba uymak istiyorsun."

    "Gerçekten anlamıyorum sizi.. Neyse umrumda değil tamam mı. Unut gitsin. Başka şeylerden konuşalım."

    Bilal'in bunu demesiyle uzun bir sessizlik oluştu. Sadece etrafı izlediler ve iki taraf da herhangi bir şey söyleyemedi. Arada sırada Bilal'i -Edoardo'yu- tanıyan birkaç kişi selam vermişti. Sonunda Tarık ayaklandı.

    "Kardeşini aç mı bırakacaksın? Buraya kadar gelmişim bir yemek ısmarlayıver artık?"

    Bilal Tarık'ın omzuna bir yumruk attı ve ikisi de gülmeye başladılar.

    "Anca aç olunca konuş zaten, işin gücün yemek.. Gel gel birkaç sokak ötede bildiğim güzel bir yer var. Benim çocuklar pizzalarını çok seviyor. Ben daha çok makarnaları tercih ediyorum, lazanyası da güzel tatmak istersen tabi.."

    Omuz omuza yürümeye başladılar restorana doğru iki kardeş, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi.

    "Bu arada yeğenlerimle ne zaman tanıştırıyorsun beni?"

    "Geçeriz yemekten sonra bizim eve, aslında sizleri çok merak ediyorlar biliyor musun? Çok bahsettim sizden onlara..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi armutyus -- 2 Ocak 2018; 10:4:43 >







  • evet
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Vratyas

    evet

    Cevap cevaptır, teşekkürler

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Çok güzel başlamışsın.Diğer yazınıda fırsat bulunca okumak için kaydettim. Kitap çıkarma işleri nasıl oluyor bilgim yok yada düşünüyor musun bilmem ama tarzın çok iyi düşün bence. Üstüne koya koya gidersen raflarda görürüz seni artık
  • quote:

    Orijinalden alıntı: -Mitokondri-

    Çok güzel başlamışsın.Diğer yazınıda fırsat bulunca okumak için kaydettim. Kitap çıkarma işleri nasıl oluyor bilgim yok yada düşünüyor musun bilmem ama tarzın çok iyi düşün bence. Üstüne koya koya gidersen raflarda görürüz seni artık

    Tamamını bitirince bastırmayı düşünüyorum. Ben de tam bilmiyorum süreci ama kitabı bitirmediğim için acele de etmiyorum. Teşekkürler ayrıca, beğenmene sevindim

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • İlk hikayenin linkini rica etsem

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Değişik

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Dostum ilk yazını okumadım fakat bu üstteki yazdığın hoşuma gitti.Bende ilk hikayeyi okumak icin merak uyandırdı.Yazının giriş kısmını beğendim.Beni okutanda o oldu.

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yeteneklisin, girişi beğendim. Anlatım akıcı, betimlemeler dengeli. Merak uyandırmayı başardın. Seviyeyi düşürmeden, hatta yavaş yavaş yükselterek devam et. Devamını takip edeceğim.
  • Teşekkürler yorumlarınız için, tamamen ilkine bağlı kalmadım tabi ki o okunmasa da bu hikaye yine anlaşılabilir ama ilk mesajda da dediğim gibi eğer ilk hikaye okunursa buradaki bazı olaylar ve kurgu çok daha anlamlı ve merak uyandırıcı olacaktır diye düşünüyorum. Beğenilmesine çok sevindim gerçekten

    İlk mesaja da ekledim bu linkleri;

    "Yohan Lorm" isimli ilk hikaye için; forum konusu:http://forum.donanimhaber.com/fb.asp?m=65772351

    GoogleDoc ile daha rahat okumak için:https://drive.google.com/file/d/0B_K_kmBrCCYSQWdfVFRkYWZ5clU/view




  • 2. bölümü ekledim arkadaşlar, keyifli okumalar.
  • 3. bölüm eklendi arkadaşlar.
  • 4. bölüm eklendi, keyifli okumalar.
  • 5. bölüm eklendi, keyifli okumalar.
  • 6. bölüm yayında, keyifli okumalar arkadaşlar.
  • 7. bölüm yayında arkadaşlar. Uzun bir aradan sonra, yarım kalan işimi tamamlamak istedim. Keyifli okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum.
  • 8. bölüm yayında arkadaşlar, aksilik çıkmazsa hızlandırmayı ve bitirmeyi düşünüyorum. Hadi hayırlısı bakalım. İlk hikayeyi okuyup, yorumlarınızı da esirgemezseniz sevinirim. Keyifli okumalar.
  • 9. bölüm yayında arkadaşlar, keyifli okumalar.
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.