Şimdi Ara

Birinci Dünya Savaşı Sonunda Yıkılan Hanedanlar

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
7
Cevap
0
Favori
3.344
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Bu benim üniversite de tarih dersi projemdi. Referanslar, giriş ve sonuç bölümlerini eklemedim. Özellikle diğer hanedanların başlarına neler geldiği ilgi çekebilir.

    OSMANLI HANEDANI

    Osmanlıların kökeni, zamanında Orta Asya’dan Anadoluya yerleşmiş Oğuz Türklerine dayanır. Batı Andolu’da Anadolu Selçuklu Devletine bağlı bir uç beylik iken, bu devletin zayıflamasıyla beraber 13.yy’da bağımsızlığını ilan etti. İzlediği başarılı politika ile diğer küçük devletlerden sıyrıldı ve çok uluslu bir imparatorluğa dönüştü. 18.yy’a doğru üstünlüğünü kaybetmeye başlayan devlet, Birinci Dünya Savaşı’nada kaybettiği bu üstülüğü geri kazanmak amacıyla yüzden girdi .

    Birinci Dünya Savaşından çok ağır bir yenilgiyle ayrılan imparatorluk tam bir karışıklığa sürükleniyordu. Gerçi her ne kadar İttihat ve Terakki, devletin savaşa girmesinde ve hayalci politikalar izlemesinde sorumlu olsa bile hanedanlığın bu durumdan zarar görmeden çıkması kaçınılmazdı. Zaten İttihatçılar İtilaf devletleri tarafından yargılanmaktan korktukları için yurt dışına kaçtılar. Yeni ve hanedanlığın son padişahı olacak VI. Mehmet tahta geçti ve İngiltere yanlısı bir politika izlemeye başladı. İşte belki de bu politika Osmanlının sonu demekti. “Sultan Vahdettin, İttihatçıların kuklası olmuş selefinin aksine, İttihatçı aleyhtarı, milliyetçi aleyhtarı ve İngiliz taraftarı çizgiyi yerleştirmek için siyasete etkin şekilde müdahalede bulundu.” Mustafa Kemal’in bağımsızlık hareketine karşı çıkan, Ankara hükümetine karşı düşmanca tutum sergileyen padişah her ne kadar Kurtuluş Savaşının amaçlarından biri Osmanlı başkentini düşman işgalinden çıkarmak ve Padişah’ı kurtarmak olsa da savaş sırasında Mustafa Kemal’in Osmanlı saltanatını ve hanedanlığın siyasi gücünü kafasından sildiği açıktır. Olaya bir de Sultan Vahdettin’in bakış açısından bakarsak aslında Padişah’ın çok fazla seçeneğe sahip olmadığını, 650 yıllık bir geleneğin sürdürücüsü konumunda olduğu ve İttihatçıların bu devletin başına açtığı sorunlardan dolayı Ankara hükümetini destekleyen bir maceracı politika izleyemeyeceğini görebiliriz.

    Kurtuluş Savaşı sonunda kazanan taraf Ankara hükümeti olunca Vahdettin ülkeyi anında terk etti. Daha sonra Barış Konferansına hem İstanbul hem de Ankara hükümetleri çağrılınca TBMM, iki taraf arasında oluşabilecek sorunların milli çıkarlara zarar verebileceği düşüncesiyle 1 Kasım 1922’de aldığı bir kararla Osmanlı saltanatı resmen kaldırdı. Fakat halifelik statüsü hala devam ettiği için halife hanedanın en yaşlı erkeği olan Abdülmecid Efendi’ye bırakıldı ve hanedan sarayda yaşamaya devam etti.

    Halifelik kökeni çok eskilere dayanan, neredeyse İslam’la yaşıt olan bir pozisyondu. Osmanlı İmparatorluğuna 16.yüzyılda geçmiş ve her padişah aynı zamanda halife olmuştur. Yıllar geçtikçe önemini kaybeden ve içi boşalan halifeliğin pek bir işe yaramadığını herkes 1. Dünya Savaşında dönemin Osmanlı Padişah’ı tarafından yapılan Cihat çağırısının diğer ülke Müslümanlarını neredeyse hiç etkilemediğini görerek anlamıştı. Ama sonuçta ne olursa olsun halifelik Osmanlıda bir gelenek haline dönüşmüştü ve saltanat gidince halifelik hanedanın tutunacağı bir dal haline gelmişti.

    Murat Bardakçı kitabı, “Son Osmanlılar: Osmanlı Hanedanı’nın Sürgün ve Miras Öyküsü”nde Halife Abdülmecid Efendi’nin Ankara’nın gönderdiği talimatlara uymadığını, saltanat günlerini anımsatan cuma selamlıklarına çıkmasını, mecliste halife ve saltanat yanlı bir grubun oluşmasını ve hilafetin mi yoksa Meclis’in mi daha fazla güce sahip olduğunun tartışılmasını, genç hükümetin halifeliğe ve dolayısıyla Osmanlı hanedanlığına son noktayı koymasının nedenleri arasında sıralıyor. Jakoben bir yaklaşımla devrimleri gerçekleştiren ve yeni devletin İslami kökenleri azaltmak isteyen genç hükümet için halifelik ne olursa olsun bir gün kaldırılacaktı.
    İşte meclis bu durumda 3 Mart 1924’te halifeliği lağvetti ve hanedanın yurt dışına gönderilmesini isteyen yasayı kabul etti. Hanedanın erkeklerine 1 gün, kadınlarına ise 10 gün tanınmıştı ülkeyi terk etmeleri için. Kuşkusuz bu karar bu toprakları 650 yıl boyunca iyisiyle kötüsüyle yönetmiş bir aile için çok ağır bir karardı. Daha henüz 1 yaşını bile doldurmamış yeni cumhuriyet yeni bir sayfa açmakla kalmıyor adeta geçmişte yazılanları defterden siliyordu. Sonuç olarak toplam 155 kişi, yurt dışına sürgün ediliyor, az bir miktar para verilip bu ülkeye geri dönüşleri yasaklanıyordu.

    Sürgün özellikle ilk kuşak için çok zor geçti. Kimisi Fransa’ya kimisi daha önce ülkeden Vahdettin gibi İtalya’ya, kimisi İngiltere’ye kimisi de Lübnan’a gitti. Geçim sıkıntısı en büyük problemlerinden birisiydi. Sultan Abdülhamid’in torunu Osman Nami Osmanoğlu şöyle diyor : “Her işi denedim… Hamallık yaptım, yağlı boya sattım.” Orhan Osmanoğlu ise durumu nedeniyle açıklıyor: “O zamanlar hanedan üyelerinin para kazanma, ticaret yapma, geçim sağlama gibi bilgileri yoktu. Herkesin bildiği gibi saraylarda din, dil, edebiyat ve ney çalmayı öğrenmişlerdi. Gittikleri ülkelerde çok sıkıntı çektiler ve turizmcilik, taksicilik gibi basit işler yaptılar.” Şu an çeşitli ülkelerde yaşayan üçüncü ve ikinci nesil, dedelerinin, babalarının ve annelerinin evde ne olursa olsun Türkçe konuştuklarını bunun nedeninin de yakın bir zamanda af çıkacağını umdukları için olduğunu söylüyorlar. Fakat bu af hanedanın erkek üyeleri için tam 50 yıl boyunca sürdü. Hanedanın kadın mensupları için ise bu süre 28 yıldı. Bu süre zarfında doğan yeni nesil yaşadıkları ülkeye adapte oldu ve kısmen Osmanlı kimliğinden çıktılar. Kimisi 2. Dünya Savaşında Amerikan ordusu için savaştı, kimileri de Avrupa’da ki diğer soylu ailelerle evlendi.

    Şu bir gerçek ki sürgün edilen Osmanlı hanedanlığının hiçbir üyesi saltanat lehinde bir davranışta bulunmadı. Üstelik muhafazakârlığın yüksek olduğu bir ülkede bu konu çok kolay bir biçimde suistimal edilebilirdi. Fakat bunu akıllarının ucundan bile geçirmediler. Hatta içlerinde sürgünü anlayışla karşılayanlar bile var. Mesela, 2.Abdülhamid’in torunu Cemil Adra biraz kırgın olsa bile bu kararın alınmasının kolay olmadığını ve ülkede bir karışıklığın çıkmadığı için mutlu olduğunu belirtiyor. Aynı şekilde hanedan üyesi Bülent Osman şöyle düşünüyor: “Hanedan ailesinin yurtdışına çıkarılması kararı doğruydu. Yapmalılardı, mecburlardı. Mustafa Kemal bunu yapmasaydı, Türkiye bugün Arabistan gibi bir şey olacaktı” Hanedanlığın bu duruşu saltanat ve hilafet meselesini cumhuriyetin büyük bir problemi haline gelmesini engellemiştir denebilir.

    ROMANOV HANEDANI

    Rusya’yı 1613’den 1917’ye kadar yöneten Romanov hanedanı, Rusya İmparatorluğunu kurmuştur. Toprak büyüklüğü olarak dünya’nın en büyük imparatorluğu olan Rusya , Birinci Dünya Savaşı’na katılırken içinde büyük politik sorunlarla boğuşuyordu.

    Birinci Dünya Savaşına bakıldığı zaman savaşı itilaf devletlerinin kazandığı görülür. Ama Rusya İmparatorluğu da kaybedenler tarafına yazılabilir. Henüz savaş sürerken geri çekilmek zorunda kalmış ve Ekim Devrimi ile Rusya İmparatorluğundan Sovyet Rusya’ya doğru dönüşüm başlamıştır. Rusya İmparatorluğunun en son hanedanı olacak kişi ise Çar 2.Nikolay’dan başkası değildi.

    Pierre Lorrain, Romanovlar: Bir Hanedanın Sonu adlı kitabında çarı, zeki, sağduyu sahibi, ailesine fazlasıyla düşkün ama gösteriş ve kendine güven eksikliği olan bir kişi olarak tanımlar. Bunun dışında 2.Nikolay Almanya İmparatoru olan 2.Wilhelm ile kuzendi. Kayserin Nikola’dan 9 yaş büyük olması onu kolay bir şekilde etkisi almasını sağlamıştı. Hatta bu durum kayserin siyasi yönlendirmeleri doğrultusunda Rusya’nın o sırada batı dünyasına yeni açılan ve genişlemekten olan Japon İmparatorluğu ile savaşmasına yol açacak ve bu savaş sonunda gelen yenilgi çarlığı tehlikeye atacaktır.

    Rusya’da gerçekleşen devrimin kökeninde şüphesiz pek çok sebep yatar: işçi ve köylü sınıfının kötü şartlar altında yaşaması, otokrasinin aşırı güç kullanması ve savaşlar sonucunda yılmış bir halk. Bunlara ilaven yoksulluk, askeri başarısızlıklar, çarlığın itibarını kaybetmesi… Tüm bu nedenler Rusya’da bir devrime yol açar ve Lenin önderliğindeki Bolşevikler yönetimi devirerek çarı ve ailesini esir alır.

    Yaklaşık 1 yıl boyunca Bolşevikler tarafından esir tutulan aile 16 Temmuz akşamı vahşi bir şekilde katledildi. Bolşeviklerin amacı kral yanlısı Menşeviklerin Romanovları ele geçirip sahiplenmesini önlemekti. İnfazcılar ilk önce ailenin tüm fertlerini ve onların yanında duran gönüllü kişileri uykularında kaldırmış, fotoğraf çekme amacıyla bir duvarın önüne getirmiş ve daha sonra hepsini tarayarak öldürmüşlerdir. Bunların içinde çarın beş çocuğu da vardır. Bolşeviklerin çocukları bile öldürmesinin amacı tahta hiçbir varis bırakmamaktır ama bu olayın iğrençliğini örtbas etmez.

    Sovyet Rusya’nın yıkılmasıyla ve belgelerin açığa çıkmasıyla aydınlanabilen olay Rusya’da tekrar tartışılmaya başlandı ve ilk olarak 2000 yılında Rus Ortodoks Kilisesi, hayatını o gece hayatını kaybeden çarın ailesine aziz ünvanını verdi. Daha sonra açılan davada mahkeme, son Rus Çarı 2. Nikolay ve ailesinin Sovyet rejiminin siyasi kurbanı olduğuna ve itibarlarının iade edilmesi gerektiğine karar verdi.

    HOHENZOLLERN HANEDANI

    Almanya İmparatorluğu, tarih sahnesinde 19.yüzyıla kadar adının rastlanılmayacağı bir imparatorluktur. Bazı yönlerden Kutsal Roma Germen İmparatorluğunun mirasçısı sayılabilir. Bunun yanında, milli birliğini geç tamamlamış ve hatta ömrü 100 yılı bile bulmamıştır fakat direk veya dolaylı yoldan tüm dünyayı etkilemiştir. Bu imparatorluğun kurucusu ve yöneticisi olan hanedanlık ise Hohenzollern hanedanıdır. Hohenzollern hanedanı ilk olarak 1400’lerde Prusya’yı yönetmeye başlamıştır. Prusya’nın küçük bir krallıktan güçlü ve modern bir devlet halini alması ise 17.yüzyıla rastlar. Daha sonraki yüzyılda devletin Avusturya’yı ve Fransa’yı yenmesi birliği pekiştirir ve Prusya Krallığını büyütür. 18 Ocak 1871’de de resmi olarak Almanya İmparatorluğu Hohenzollern hanedanlığının altında birleşir ve ilk imparatoru I. Wilhelm olur. Ek olarak, dünya siyasetinde ayrı bir yere sahip olan Otto van Bismarck bu devletin ilk başbakanı olur.

    Hızlı bir şekilde sömürge arayışına giren ve çıkarları gereği Britanya ile ters düşen Almanya, Birinci Dünya Savaşında istediğini elde edemedi ve savaştan yenik çıktı. “Savaş tüm işçi ve köylü yığınları açlık ve sefalete sürüklemişti. Ücretler düşmüş, temel ihtiyaç maddeleri temin edilemez olmuş, ısınma ve barınma en büyük çile haline gelmişti. Bunun yanında, savaşa şenliklerle uğurlanan on binlerce asker, cephelerde sapır sapır ölüyordu. Köylüler sefalete sürüklenmiş, bununla birlikte bir umutsuzluk dalgası tüm yığınları kaplamıştı.” Yenilgi ve yenilginin neden olduğu tüm olumsuzluklar, aynı diğer hanedanlıkların başına geldiği yada geleceği gibi Hohenzollern hanedanlığınında sonunu getirecekti.

    Alman Devrimi pek çok kişi için daha önce hiç duyulmamış bir ifadedir. “ 1918/19 Alman Devrimi, dünya tarihinin büyük ya da klasik devrimleri arasında sayılamaz: 1789 Fransız Devrimi ya da 1917 Rus Ekim Devrimi tarzında olduğu gibi kökten bir siyasi ve toplumsal kırılma için, 1918 dolaylarındaki Almanya fazla “modern” sayılırdı. ” Devrimin başlangıcından sonra Almanya imparatoru II. Wilhelm baskılar yüzünden tahtı bıraktı ve imparatorluktan feragat etti. Onun düşüncesi, kendisinin hala Prusya kralı olduğu yönündeydi. Fakat bu durum 9 Kasım 1918’de şansölye tarafından yapılan açıklamayla ortadan kaldırıldı. Kısacası bir günde hem Prusya hem de Hohenzollern hanedanı tarihe karıştı. Özellikle monarşiye en fazla desteği veren kişi olan ve askeri gücü elinde bulunduran mareşal Paul von Hindenburg bile Kayzer’e krallığı bıramasını ve hanedanlığa son noktayı koymasını istemiştir. Anılarında kayzer, askerlerin kendisine destek çıkmamasına oldukça üzüldüğünü beliritir. Sonuç olarak, devrim Almanya’nın toplumsal dinamiklerini fazla değiştirmemiş ama İmparatorluğun ve monarşinin sonunu getirmiştir. Demokrasiye geçilip, imparatorluk yerini tarihte Weimar Cumhuriyeti olarak bilinen devlete bırakmıştır.

    Kayzer’in görevini bıraktıktan sonra hala Almanya’da kalması zordu ve 10 Kasım’da savaş boyunca tarafsız kalan Hollanda’ya sürgüne gitti. Bu bir nevi adalettende kaçış demekti çünkü gelecek yıl imzalanan Versay antlaşması sonucunda mahkemeye çıkarılması isteniyor, Britanya kralı V George (ki aynı zamanda kuzeni ), onu “dünya tarihinin en suçlusu” ilan ediyor ve Britanya başbakanı onu asma önerisi getiriyordu. Bu durumda Almanya’da kalsa kendisine pek sempati beslemeyen yeni hükümet tarafından rahatlıkla galip devletlere teslim edilebilirdi. İşte bu durumda Hollanda kraliçesi, Wilhelmina, kayzer’i teslim etmeyi reddetti. Nisan 1921’de eşi, imparotoriçe hayatını kaybetti ve cenazesinin Almanya’ya gömülmesine izin verildi. Fakat II. Wilhelm’in cenaze töreni için Almanya’ya girmesine izin verilmedi. Kayzer 1941 yılında, Hollanda’da öldü.

    Naziler ve Hohenzollern Hanedanı arasındaki ilişkilerde bir dönem Alman iç siyasetinde önemli yer tuttu. Monarşiyi Almanya’ya tekrar getirme fikri bir kaç kez ortaya atılsa da çeşitli engellere takıldı. Örneğin Hitler 30’lu yıllarda bu yönde bir tutum izlemiş ama sözünü tutmamıştır. Burada ki amacı büyük ihtimalle kral yanlısı kişilerin desteğini almaktı. Hitler’in iktidara gelmesi Wilhelm’i umutlandırsada onun için bir anlam ifade etmiyeceğini anlayacaktı. Hatta Naziler sürgündeki kral’ı kendileri hakkında olumsuz konuşmamaları konusunda uyarmış ve buna uymazsada çocuklarının ve kendisinin bir takım haklarını kaybedeceğini söylemişlerdir. Bunun dışında 1940’da Almanlar Hollanda’yı işgal ettiğinde komutanlar askerlerine II.Wilhelm’in yanına gitmemeleri konusunda uyarmış ve askerlerin Kayzer’le görüşmesini engellemeye çalışmışlardır. Kısacası Naziler ve hanedan arasındaki ilişkiler gergin olup, Nazilerin iç siyaset politikasına göre şekillenmiştir.

    Bugün baktığımızda, Hohenzoller hanedanının başında II.Wilhelm‘in torunun torunu olan Georg Friedrich bulunuyor. Şu an Almanya’da şirket danışmanlığı yapan Friedrich, Almanyada ki siyasi yönetim ve monarşi hakkında soru sorulduğunda, sistemin değişmesi için bir sebep göremediğini ve bundan son derece mutlu olduğunu söylüyor. Ayrıca hanedanın herhangi bir siyasi görüşünün bulunmadığını ekliyor.

    HABSBURG HANEDANLIĞI

    Kökeni İsviçre’ye dayanan hanedan, Avrupa’nın en ünlü hanedanlarından biridir. Tarih sahnesine ilk olarak 13.yüzyılda Avusturya’nın yöneticisi olarak çıkan hanedanlık, daha sonra gücünü arttırarak Avrupa’nın en önemli krallıklarının yönetiminde söz sahibi olmuştur. İspanya Krallığı, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu ve nice diğer devletler bir dönem bu hanedanın buyunduruğu altına girmiştir. Gerek akraba evlilikleri, gerekse diğer faktörler hanedanın gücünü kaybetmesine neden olmuştur. Habsburgların siyasi gücünü tamamen kaybettiği dönem ise Avrupa’da monarşilerin artık rafa kaldırıldığı döneme rastlar. Avusturya- Macaristan imparatorluğunun I.Dünya Savaşı sonunda savaşı kaybetmesiyle Habsburg hanedanı siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalır.

    Avusturya- Macaritsan İmparatorluğu savaş sırasında liderini değiştirmek zorunda kalır. Franz Joseph’in 1916’da gelen ölümüyle beraber, I. Charles amcasının yerine liderliği devralır. Yeni kral tahta çıktığında 29 yaşındadır ve deneyimsiz olması imparatorluğun çöküşünü hızlandıracaktır. Habsburgların halkın önünde düşüşünü hızlandıran en önemli olay ise Sixtus Skandalıdır. “... 1917 yılında uzayan savaş nedeniyle kaynakları tükenme ve imparatorluğu dağılma noktasına gelen Avusturya-Macaristan'ın yeni kralı Karl I, bu çöküşü önlemek için çoktan savaşı bitirme düşüncesine gark olmuş ve çabalarına girişmiştir. Bu çabalarına bir sonuç verdirmeye çalışan Karl, Belçika ordusunda subay olarak görev yapan Bourbon-Parma sülalesinden uzak akrabası Prens Sixtus'u arabulucu olarak kullanarak Almanya'dan habersiz olarak İtilaf devletleriyle barış anlaşmasına varmaya girişiminde bulunmuştur. İki tarafın istediği şartların uyuşmaması nedeniyle bu görüşmeler başarıya ulaşmamış, daha sonra ise Fransız başbakanı Georges Clemenceau'nun yönetiminde Fransız diplomasisi akıllı bir hamleyle teklifin ve görüşmelerin tutanaklarını uluslararası düzeyde sızdırınca skandal, Almanya ve Avusturya-Macaristan ilişkilerinin gerilmesine ve ittifak yönetimleri içinde güvensizliğe yol açmıştır.” Kısacası I.Charles’in tecrübesizliği yada barışçıl yapısı ittifağın içerden çökmesine yol açmıştır.

    Savaşın sonunda Amerikan başkanı Wilson’un yayınladığı ilkelerine uyarak parlementoda reform yapılmasına izin veren kralın amacı aynen Osmanlı gibi pek çok farklı etnik kökenden gelen halkını bir arada tutmaktı. Fakat milliyetçilik düşüncesi her topluma kendi devletini kurma düşüncesi aşıladığından reformlar kontrolden çıktı ve bütün uluslar kendi bağımsızlığını ilan etti. Yeni kurulan Avusturya Cumhuriyetide monarşiyi kaldırdı ve kral’dan haklarından feragat etmesini istedi. Diğer tüm hanedanlarda olduğu gibi baskılara dayanamayan I.Charles 11 Kasım 1918’de , ki aynı zamanda savaşın bitiş tarihidir, devlet yönetiminden tamamen çekildiğini belirtir. Bu aynı zamanda Habsburg hanedanın politika sahnesindeki resmi olarak son günüdür.

    I.Charles yönetimden çekildikten sonra ailesi ile beraber, Habsburgların kökeninin geldiği yere, İsviçe’ye gitti. Buna bir nevi sürgün gözüyle bakılabilir. Her ne kadar devlet yönetiminden çekilsede kendisini bir kral olarak görmekten vazgeçmedi. 1921’de Macaristan’da tekrar krallığını kurmak için girişimde bulundu fakat gerekli desteği göremedi.

    Charles’in bu girişiminden sonra onun daha farklı bir yere sürgün edilmesine karar verildi. Sürgündeki kral’ın yeni adresi Portekiz’e ait bir ada olucaktı. Bu sürgün zamanında Napolyon’a verilen sürgün cezasını anımsatıyor. Konuya dönmek gerekirse, eşiyle birlikte burada yaşayan I. Charles hastalığa yakalanarak yaşamını adada kaybetti. Cenazesinin Viyana’ya sokulmasına izin verilmediğinden adada bir kiliseye gömüldü.

    Avusturya hükümeti, aynen Türkiye Cumhuriyetinin adlığı karar gibi, Habsburg ailesine bağlı kişilerin Avusturya’da yaşamasına izin vermedi ve onları sürgüne yolladı. Örneğin, I.Charles’in oğlu, hanedanın başı konumunda bulunan Otto von Habsburg, 1935 ve 1938 yıllarında geri dönmek istesede başarılı olamadı. Fakat herşeye rağmen faşizim ve Hitlerle mücadelesini sürdüren Otto von Habsburg, aldığı idam cezasına rağmen, hem müttefik güçleriyle iletişime geçerek o dönem Alman işagli altında bulunan Avusturya şehirlerinin bombalanmasını önledi hem de 15,000 Avusturya vatandaşını(bunların içinde Yahudilerde vardı) kaçırarak Hitler’den ve belki de ölümden kurtardı. Tüm bu olaylardan anlaşıldığı üzere kendisinin bir vatansever olduğu açıktır. Sonuç olarak Otto von Habsburg ancak 1966’da anavatanına geri dönebilme hakkını kazandı.Günümüzde de Habsburg hanedanının zamanında önüne konulan engeller kaldırılıyor. Daha önce Habsburg hanedanı üyelerinin Avusturya’da cumhurbaşkanı olması yasakken artık bu yasak yapılan düzenlemeyle kaldırıldı.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kırmızı Pervane -- 14 Kasım 2013; 22:33:10 >







  • En kanlısı Rusya'daki hanedanlığın çöküşü galiba,devrimden sonra direk taramışlar tüm aileyi...

    Bizde ise neredeyse çoğu yaşıyor hanedan üyelerinin,hatta zaman zaman tvlere çıkıyorlar,bazılarına zamanında İsmet İnönu tarafından maaş bağlandığını söylemişti Murat Bardakçı,
  • Kırmızı Pervane kullanıcısına yanıt
    Arastirmaya usendim simdi ve bu nedenle de konuyu acan arkadasa sorma ihtiyaci duyuyorum.

    Tam tarihini simdi hatirlamiyorum ama Romanov Hanedani Birinci Dunya Savasi'ndan sonra degil, savas surerken yikilmisti sanirim.
    Yikilma nedeni ise savas ile ilgili degil Bolsevik Ihtilali'dir.

    Tarihi tam hatirlayamadigim icin size sorayim dedim.

    Ayrica Romanov ailesinin yonetim suresinin bitisini 1973 olarak vermissiniz. Onu da duzeltebilir misiniz lutfen.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    Arastirmaya usendim simdi ve bu nedenle de konuyu acan arkadasa sorma ihtiyaci duyuyorum.

    Tam tarihini simdi hatirlamiyorum ama Romanov Hanedani Birinci Dunya Savasi'ndan sonra degil, savas surerken yikilmisti sanirim.
    Yikilma nedeni ise savas ile ilgili degil Bolsevik Ihtilali'dir.

    Tarihi tam hatirlayamadigim icin size sorayim dedim.

    Ayrica Romanov ailesinin yonetim suresinin bitisini 1973 olarak vermissiniz. Onu da duzeltebilir misiniz lutfen.

    Aynen dediğiniz gibi, savaş sürerken öldürüldüler. Savaşın ise dolaylı yoldan da olsa nedenlerden biri olduğu açıktır.

    Bu konuda kaynak olarak kullandığım kitabı hatırlıyorum, Romanovlar: Bir Hanedanın Sonu (Pierre Lorrain)

    O dönemin Rusya'sına, Japon İmparatorluğu yenilgisinden çarın karakteristik özeliklerine kadar her şeyi detayıyla anlatıyordu. Meraklısına öneririm.

    Tarih konusunda ise nasıl öyle bir hata yapmışım anlamadım :D




  • Romanovlar ve Osmanlılar aşağı yukarı aynı zamanlarda alaşağı edilmiştir. Romanovlar kurşuna dizilirken, Osmanlılar sürgün edilmiştir. Umarım ilerde hak iddia edip ayağımıza dolanmazlar.
  • Osmanli Hanedanina hic acimadilar...

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.