Şimdi Ara

Okko (Ya Da Samuraylar İblislere Karşı)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
395
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • “Hür adamlar hiçbir şeyi dert etmez. Onuru bile. Her şeyin ötesinde, ben basit bir roninim.”-Okko

     Okko (Ya Da Samuraylar İblislere Karşı)


    1100’lerin başı…

    Yapı Kredi Yayınları kaliteli yayın çizgisine bir de yetişkinlere hitap eden çizgi romanları katarak türün hayranlarının saygısını topladı. Tetikçi, Samuray ve Okko gibi yetişkin içerikli çizgi romanları ciltleyip dilimize kazandırarak bu alanda da kaliteye ne kadar önem verdiklerinin altını çizdi. Samuray’ı da okumuş biri olarak iyi iş çıkardıklarını söylemem gerekir. Bu noktada YKY’ye şapka çıkardıktan sonra Okko ile devam ediyorum.Japon İmparatorluğu Pajan Hanedanı ve rakiplerinin elinde kanlı bir oyuncak olup elden ele geçirilirken savaşlar sayısız can almakta. Samurayların öğretileri dillerde, çekilen katanaların keskin tarafıysa rakiplerin bedenlerinde. Savaş dalgaları kabarıp alçarak tüm Japonya’yı sarsıyor. Bu dalgalar tsunamiye doğru kayıp tüm ülkeyi yutmaya hazırlanırken kiraz çiçeklerinin ülkesinin en büyük derdi bu değil. Çünkü su uyur, insan uyur, ama iblisler uyumaz. Şeytanlar geceleri dolaşmaya çıkıp birilerinin çocuklarına dadanır. Vampirimsi kötücül varlıklar kadınları kaçırıp bedenlerini ister. Kargalar, ülkeyi kara büyüleriyle tehdit eder. İşte böyle zamanlarda Japon topraklarında bir adam gezer. Yanında ayyaş bir keşiş ve asla çıkarmadığı kızıl maskesinin ardından ölümcül yaraların vız geldiği bir devle. Onun adı Okko. O hür adam Okko. Pek çok kişi tarafından bir ronin[1] olduğu için hor görülen, katanası sabah güneşini getirip iblisleri geldikleri dehlizlere süren avcı Okko…

    Yine tıpkı Samuray serisi gibi Fransız bir yazar ve çizere sahip olan Okko, Humbert Chabuel (ya da bilinen adıyla HUB) tarafından yazılıp çiziliyor. Aslında durum bir hayli garip. Bir Fransız Japon kültürünü eline alarak bir efsane yaratıyor. Ancak HUB’un hakkını vermek gerekir. Bu yolda ilerlerken korktuğum kadar tökezlemeyerek eşsiz çizimleri, harika renklendirmeleri ve sıradışı konusuyla kendisinden çok uzak bir kültürde neler yapabileceğini ortaya koymuş.

    Bir iblis ve karanlık güçlerin avcısı olan ronin Okko’nun hikâyesini işleyen seri, aynı zamanda yol arkadaşları ayyaş keşiş Noşin ve bir türlü maskenin ardını göremediğimiz Noburo ile iyice eğlenceli bir hal almış durumda. Çekilen katanalar kötücül varlıklara saplanırken Noşin’in duaları doğa ruhlarına ve Japon kamilerine[2] yönelip, işin içine Japon mitolojisini bir güzel serpiştiriyor. Bir köşede sayısız ok darbesi alıp denize düşen Noburo’yu görüyorsunuz. Tam “tüh! Maskenin ardını bile göremedik!” derken birkaç saat sonra denizin dibinden fırlayıp iskeleye çıkarak saplanan okları kıymıklarmış gibi çekip çıkarışını görüyoruz. Bu noktada durup şunu söylemek isterim ki Noburo’nun, Naruto’daki Jiraiya’ya benzeyen upuzun, beyaz saçları ona duyduğum sempatiyi bir hayli artırdı.

    Çizgi romanın türü yetişkin kategorisinde olunca akan kanda ve bazen görünen cinsellikte de pek bir kısıtlama yok. Aslında cinsellik bakımından o kadar da yetişkin konseptine girmediğini söylemem gerekir. Ancak yaratılan iblislerin orijinalliği ya da ölüm sahnelerinde acımasızlık için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Söz konusu acımasızlıktan açılmışken serinin bir başka takdir ettiğim yanı da kimsenin o kadar da “iyi” olmaması. Örneğin karizmatikliğini her daim koruyan Noburo’nun kadınlar tarafından pek bir sevilmesi söz konusu. Eh, o da onlara hayır demiyor. Diğer tarafta zaten adı üzerinde olan ayyaş keşiş Noşin’in sakeyle olan aşkı dillere destan. Peki ya Okko? İşte onun da klasik bir iyi olmadığını gördüğümüz iki önemli sahne var.

    Tikku karakterine son bir bakış atmak da gerekir. Çünkü kendisi ekibe girdikten sonra tüm seri boyunca anlatıcımız olarak karşımıza çıkacaktır. Kendisini yıllar yıllar sonra yaşlı bir keşiş olarak görüyoruz. O da bize, daha doğrusu genç müritlerine, geçmişte yaşadığı maceraları ve bu akıl almaz ekibini aktarıyor.Aslında tam burada ekibin dördüncü üyesinden de bahsetmek lazım. “Bu üçlü nasıl bir araya geldi, amaçları ne, neden buradalar?” gibi soruların yanıtını alamazken ilk kitapta küçük öksüz Tikku ekibe dâhil oluyor. Birinci kitabın ana senaryosunda başrol oynayan kız kardeşi ve fahişe Küçük Sazan’ın tuhaf biçimde alıkonulmasıyla ortaya çıkıyor. Kendisini Okko’ya onu kurtarması için yalvarırken görüyoruz. Okko ne yapıyor dersiniz? İyi olan için hemen kabul mü ediyor? Cevap, koca bir hayır. Ronin, verecek parası olmadığı için ona hizmet etmesi amacıyla ekibe dâhil ediyor ve ona görevler yüklüyor. Ömrü boyunca çocuğun efendisi olacağını ilan ederek ücreti böylece belirliyor. Bir diğer durumsa yine Tikku ve Okko arasında geçiyor. Buradaysa Tikku suçsuz olduğu halde (ve durum Okko tarafından bilinmesine rağmen) nasıl alnına ölene kadar taşıyacağı hırsız damgasının basılmasına göz yumuşunu görüyoruz. Her ne kadar çocuk onu bir ömür severek hatırlayacak olsa da efendisi merhametin timsali olmaktan çok uzak.

    “Su, ruhun aynasıdır.
    Bilgeler için dağ gölleri kadar sakin, duru ve saf. Yalancılar için vazodaki su gibi donuk. Deliler için bir tsunami dalgasının en üstüne tırmanmış köpük gibi kaynaşık ve şiddetli…
    Uzun çıraklığım süresince, keşiş Noşin bu hikmeti hatırlattı durdu!”

    Okko serisinde her cilt aynı isimli iki bölümü içeriyor. Ciltlerin her biri bir devri anlatırken aynı zamanda bambaşka hikâyeleri içeriyor. Her devirde bizlere farklı yan karakterler eşlik ediyor ki, bu da seriye ayrı bir lezzet katıyor. Şuna da dikkat çekmek gerekir, Okko’nun ekibinde herkesin geniş yeri var. Seri sadece avcı roninimize saplanıp kalmıyor. Ayrıca diğer karakterlerin kahramanlıklarına da şahit oluyoruz. Kimin, ne zaman günü kurtaracağı daima bir muamma. Hatta kahramanların başına klasik eserlerde olmayacak şeyler geldiği de bir gerçek… HUB gerektiğinde karakterlere acımıyor. Bu da serinin bir başka güzelliği.

    İsimlerden bahsetmişken her ismin belli bir özelliği olduğuna da değinmek gerekir. İlk cilt olan Sular Devri, su ruhlarının yer aldığı ve hikâyenin çoğunun denizlerde geçtiği bir kurguya sahip. İkinci ciltTopraklar Devri, karlı dağlarla çevrili bir atmosferde geçiyor. Yayınlanan üçüncü cilt Hava Devri ise hava ruhları, kasırgalar ve uçurtmalar üzerine hüzünlü bir hikâyeye sahip.

    Serinin devamında Ateş, Rüzgar ve Boşluk devirleri var. Şu anda Ateş Devri’nin ilk bölümü Fransızca olarak yayınlanmış ve ikinci bölüm beklenirken, henüz İngilizce’ye bile çevrilmemiş. Hemen hatırlatalım, YKY bu diziyi asıl dili olan Fransızca’dan çevirmekte.
    Eğer Japon kültürünü seviyor, mitolojisine ilgi duyuyorsanız ve dahası, Amerikan kültüründen gelen avcıların “dostum, adamım” gibi söylemlerinden bıktıysanız işte size yepyeni bir seçenek! Çizimleriyle insanı mest ederken kurgusuyla merakınızı kabartıyor. İmparatorluk devri Japonya’sında birbirinden farklı ve hayalgücü yüklü canavarın ortasında üç sıradışı kişilikle bu maceraya atılmak isterseniz, yatağın altına eğilin ve katananızı olduğu yerden çekin. Unutmayın; dualarınız kamilerle, aklınız buşido’da[3] ve sağduyunuz haklının yanında olsun.Bir başka durumsa Okko ve ekibine dair hiçbir şey bilmezken ancak üçüncü ciltte Okko’ya dair bir şeyler öğrenmeye başlamamız. Zaten en son üçüncü cilt yayınlandığı için de devamını göremiyoruz. Ne olduğunu bir türlü çözemediğimiz kızıl maskeli Noburo’nun aslında ne olduğunu da bu ciltte öğreniyor olsak da bu ekip nasıl bir araya geldi, Okko neden bir ronin gibi sorular cevapsız. Serinin 2006’da başladığı ve Türkçe’ye ilk defa 2010’da çevrildiği düşünülürse pek de hızlı ilerlediği söylenemez. Zira daha önce dediğim gibi, dördüncü cilt Ateş Devri’nin ilk bölümü 2011 sonunda yayınlanmış.

    Okko üzerine bunca övgüden bulunduk. Peki, hiç mi eksik ya da yanlış tarafı yok? Elbette var. Özellikle yabancı yazarların sıkça yaptığı bir hatayı HUB da kendi Japon kökenli eserinde yapmış. Dünyaca yanlış bilinen ifadeleri HUB da bu eserde halk dilinde kullanarak bazı yanılgılara düşüyor. Mesela, kelime anlamı “sanatçı” olan “geyşa” terimini sıradan fahişeler için kullanıyor. Oysa “geyşa” denilen kadınların enstrüman çalma, dans etme, tiyatro ve daha birçok alanda ne kadar ciddi eğitimler aldıklarından muhtemelen bihaber. Herhangi bir fahişeye geyşa diye hitap etmek dünyanın genel yanılgısı olsa da ben böyle güzel bir esere veren yazar-çizerden daha dikkatli olmasını beklerdim. Yine aynı şekilde Japon terimleri bolca kullanılıp (dipnotlarla birlikte) o dönemin Japonya’sındaymışız gibi hissetmemizi sağlarken arada bir “senyör” gibi tamamen Fransızca terimlerin ortaya çıkışı insanda tokat yemiş etkisi uyandırıyor. Neyse ki bu durum pek az.

    [1] Ronin: efendisiz samuray.
    [2] Kami: Japon tanrısı. Doğaüstü güçler.
    [3] Buşido: samuray öğretileri

    ***
    Hazal Çamur



  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.