Şimdi Ara

AHMET YESEVİ

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
22
Cevap
1
Favori
3.744
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Büyük Türk Mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Kazakistan'ın YESİ şehrinde, yaygın görüşe göre 1093 yılında doğmuş ve 1166 yılında ölmüştür. İlk mürşidi Arslan Baba olmuş, sonra Yusuf-i Hemadanî'ye intisap etmiştir.

    Yesevî, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen TÜRKÇE'yi seçmiştir.

    Yesevî, eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet ile uzlaştırmaya çalışan, İslâm'ı yeni kabul etmiş insanlara bu dinin sıcak, samimi, hoşgörülü, insan ve tanrı sevgisine dayalı gerçek yüzünü tanıtmıştır.

    HİKMET adını verdiği dörtlüklerinde Yesevî;

    Benim hikmetlerim hadîs hazinesidir
    Kişi pay görmese, bil habistir
    Benim hikmetlerim süphanın fermanı
    Okuyup bilsen, hepsi Kur'an'ın anlamı

    demektedir.

    Büyük Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Türk dünyasının yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden ve Türklüğün sembol isimlerinden biridir.

    Ahmet Yesevî'nin Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu olması ve kendisinden sonraki büyük mutasavvıflar, Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğerleri üzerindeki etkisi, böylece Anadolu'nun bir Türk Yurdu haline gelmesindeki manevi rolü, İslamiyet'i dosdoğru anlayan ve anlatan, sade ve temiz üslubu, güzel Türkçe'mizin mimarlarından oluşu, insanlığın ihtiyacı olan yüksek değerleri daha o zamanlar dile getirdiği kardeşliğe, dostluğa, sevgi ve hoşgörüye dayalı düşünceleri bilinmektedir.

    Türk'lerin İslâmiyeti anlama ve algılama noktasında YESEVÎ bir ekoldür. Bu açıdan bakıldığında Yesevî, tüm Türk dünyası için çok önemli bir konuma sahiptir. Kendini tanıma umdesi, kültürünü, dilini, tarihini ve dinini tanımak Yesevî düşüncesinin özüdür.

    Karahan'lı Hükümdarı Saltuk Buğra Kara Han'ın 950 yılında İslâmiyet'i resmî devlet dini olarak kabul etmesi, TÜRK dünyasının önemli bir dönüm noktasıdır. İslâmiyet'i benimseyen Türk'ler, Türk - İslâm sentezine dayanan yeni bir kültür sahibi olmuşlar, sosyal nizamları ile devlet ve dünya görüşlerine bu kültür ile yeni bir şekil vermişlerdir.

    "Pir-i Türkistan" Ahmet Yesevî, Güney Kazakistan'da, Çimkent şehrine 7 km. uzaklıktaki, bugün Türkistan adı ile tanınan YESİ şehrine 157 km. uzaklıktaki Sayram kasabasında doğmuştur. Doğum yılı bilinmemektedir. Ancak 73 yaşında ve 1166 yılında vefat ettiği şeklindeki yaygın görüşe göre 1093 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Doğum yeri olarak YESİ şehri de belirtilmekte ise de anne ve babasının Türbe'lerinin SAYRAM'da olması, O'nun da Sayram'da doğduğunu düşündürmektedir. Babası, Hazret-i Ali soyundan Şeyh İbrahim isimli bir zatdır. Annesi ise Şeyh İbrahim'in halifesi Musa Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur. Rivayetlere göre önce annesini, sonra babasını kaybeden 7 yaşındaki Ahmet, ablasının himayesinde büyümüştür. Yesi'ye gelen Arslan Baba adlı bir mürşit, O'nun tahsil, terbiyesini üstlenir. Bir süre sonra Arslan Baba ölür, Yesevî de o zamanın önemli kültür ve ilim merkezlerinden olan Buhara'ya gider. Burada Hâce Yusuf-i Hemedani'ye intisap eder ve onun irşadı altına girer.

    Yesevî, mürşidi Hemedanî'nin ölümünden sonra bir süre Buhara'da irşad postuna oturursa da, şeyhinin vaktiyle işaret ettiği şekilde YESÎ'ye döner. Ölene kadar da orada aydınlatmaya devam eder.

    Menkıbeye göre tekkesinin bahçesinde bir çilehane kazdırır ve ömrünü burada tamamlar. Daha önce de belirttiğim gibi 1166 yılında vefat ettiği sanılmaktadır.

    Ahmet Yesevî'nin türbesini Sultan Timur'un yaptırdığı bilinmektedir. Rivayete göre, Hoca, Timur'un rüyasına girip zafer müjdeler. Timur da Türkistan zaferinden sonra Yesi'ye gelir ve Hoca'nın kabrinin üstüne, bir şükran ifadesi olarak, türbe yaptırır. Zamanla harap olan türbe, Şibanî Han tarafından onartılır. Birçok defa tamir gören türbe, Sovyetler Birliği zamanında korumaya alınıp 1978 de ziyarete açılmış, 1989 yılında türbenin bulunduğu bölge "Tarihi Kültür Koruma Mıntıkası" olarak ilân edilmiştir.

    Kazakistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Türkistan şehrindeki bu türbenin restorasyon çalışmaları Türkiye tarafından 1992 yılında başlatılmış ve 2 senede bitirilmesi ön görülmüşse de çalışmalar Temmuz 2000 e kadar sürmüş ve türbenin açılışı Ekim 2000 de Türkistan şehrinin 1500. kuruluş yıldönümünde yapılmıştır.

    Ahmet Yesevî, Anadolu'ya hiç gelmemiş olmasına rağmen Anadolu'da tanınmış ve sevilmiştir. Bektaşî'lik, Mevlevi 'lik, Yunus Emre ekolü Yesevi'den çok etkilenmiştir.

    Anadolu'ya gitmediği bilinmesine rağmen Pülümür'ün Kangallı Köyü'nde Ahmet Yesevî’ye atfedilen bir türbe vardır. Pülümür'deki bu mezar, Yesevî’nin makamı olarak, halkın muhayyilesinde gelişmiş ve türbe O'na atfedilmiştir.

    Bundan başka, Baskil ilçesinin Tabanbükü Köyü'nde Ahmet Yesevî kolundan gelen Hasan Dede'nin mezarının bulunduğu biliniyor. Bu köyün doğusundaki bir mezarın da Ahmet Yesevî'ye ait olduğu rivayet edilmektedir.

    Şimdi, Yesevî ve Türk diline etkisinden söz etmek istiyorum.

    Selçuklular, tarihimizin çok uzun bir dönemini doldurmuş, büyük bir devlettir. Sınırları, Orta Asya ve Anadolu'nun büyük bölümünü kapsamıştır. Devlete adını veren Selçuk Bey ve beraberindekilerin Türkçe adlar taşımalarına rağmen, son hükümdarların isimleri Keykavus , Keykubat gibi Farsça adlardır. En önemlisi, Devletin resmî dili Türkçe değil Farsça'dır. Selçuklu'nun önemli bir şahsiyeti, Alpaslan'ın veziri, Nizam -ül Mülk bir Fars'dır. Adına kurduğu Nizamiye Medreseleri Farsça vermekte idiler. Bütün bu sebeplerle Selçuklu'da Türkçe avam dili, Farsça ise aydın ve bilgin dili olmuştur. Edebiyat ve yazı dili Türkçe değil Farsça alarak kullanılmıştır.

    Bütün bu olumsuzluklar arasında Yesi'de bilinçli bir Türk ortaya çıkmış, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen Türkçe'yi seçmiştir.

    Yesevî, İslâm tasavvufunu esas alan, bilim, edebiyat ve san'ata önem veren bir medrese kurdu. Bu medresenin, konuşma dili, yazışma dili, şiir ve edebiyat dili, eğitim ve öğretim dili Türkçe idi. Buradan yetişen binlerce insan Türk Dünyası'nın her tarafına dağıldılar. Bu yetişenler, gittikleri her yerde Yesevî'nin Türkçe şiirlerini, yani HİKMET'lerini tekrar tekrar seslendirdiler. Bu şekilde yeni bir Türk edebiyatı doğdu. Bu arada, Farsça'yı kullananlar, Yesevî'yi, Türkçe yazdığı için eleştirmişlerdir. Yesevî ise bir hikmetinde şöyle demektedir.

    Sevmiyorlar bilginler sizin Türkçe dilini
    Erenlerden işitsen açar gönül dilini
    Ayet - hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar
    Anlamına erenler başı eğip uyarlar
    Miskin hafız Hoca Ahmet yedi atana rahmet
    Fars dilini bilir de sevip söyler Türkçe'yi

    Daha sonra, Cengiz'ler, Osmanlı'lar dönemlerinde Türkçe egemen olmuştur. Bu konuda büyük şair Yahya Kemal "Ahmet Yesevî kim? bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız. " demektedir.

    Burada, Ahmet Yesevî'nin ilme ve bilgiye verdiği önemi bir, iki Hikmet'i ile dile getirmek istiyorum:

    Ey dostlar, cahil ile yakın olup
    Bağrım yanıp, candan doyup öldüm ben işte.

    Bir başka hikmetinde ise:

    Cahil ile geçen ömrüm nar sakar
    Cahil olsan cehennem ondan çekinir
    Cahil ile cehenneme doğru kılmayın sefer
    Cahiller içinde yaprak gibi soldum ben işte

    demektedir.

    Şimdi de Yesevî'nin din anlayışını irdelemek istiyorum.

    Tarih devirlerinde milletimiz bir çok dini kabul etmiştir. Bunların içinde Şamanizm en önemli yeri kaplasa da Budizm, Musevilik ve Hristiyanlık da Türkler arasında yaygınlık kazanmış dinlerdir. Bin yıldan beri ise gittikçe gelişen boyutlarda İslâm dini Türk'lerin inanç birliğini oluşturan din haline gelmiştir.

    Şamanizm, sadece Türklerin değil, Asya'nın birçok halklarının ortak inanç sistemidir. Dolayısı ile Şamanizm'i Türklerin ulusal dini olarak kabul etmek yanlıştır.

    Göktürk kitabelerinde, Atalarımızın, bir din anlayışı bulunduğu açıklaması vardır. Bu din, yeri, göğü ve insanı yani bütün varlıkları yaratan ve yöneten "Bir Tanrı" anlayışıdır. Belki de çok daha eskilerden, derinlerden gelen Şamanizm inançları "Bir Tanrı" veya "Gök Tanrı" dini ile birlikte yaşamaya devam etmiştir. Oğuz Han'ın "Tanrının Birliği" sözünü temel alan bir anlayışın yayıcısı olduğu görüşü de konuya daha açıklık kazandırır.

    Bilinen bir gerçektir ki, bir toplumun kabul ettiği yeni bir din, eski inançları tümüyle ortadan kaldıramaz. Eski inançlar çok defa yeni inancın kisvesi altında yaşamaya devam ederler. Bu manada Şamanizm'in Türklere ait topluluklarda devam ettiğini görebiliyoruz. Meselâ, ataların ruhlarına evliya kudreti, ağaçlara evliya adı verilerek Şamanizm, İslâmî bir kavramla yeniden ifade edilmiştir.

    Bugün, büyük çoğunluğu Müslüman olan Dünya Türklüğünün İslâmi anlayışında binlerce yıllık geçmişlerini görmekteyiz. Bu hal, İslâm'ın ana ilkelerinden sapma anlamına gelmemektedir. Söylemeliyiz ki, milletimiz, küçük bir kesim hariç, İslâm'ı doğru anlamış ve doğru uygulamıştır. Bugün, Müslüman milletler içinde en samimi dinî hayatın milletimizce yaşandığı bir gerçektir.

    Ahmet Yesevî, eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet ile uzlaştırmaya çalışan ve dolayısı ile kitaplı dinin, yani İslâmın emirlerini tam yerine getiremeyen yeni Müslüman olmuş insanlara, İslâmın sıcak, samimi, hoşgörülü, insan ve Tanrı sevgisine dayalı, gerçek yüzünü tanıttı.

    Ahmet Yesevî, içinde yaşadığı dönemin Türk toplumunun, bozkırlarda at koşturan yarı göçebe insanlar olduklarını, kadın - erkek, genç - ihtiyar, hareketli, kendi gelenek ve göreneklerini diri tutma yolunda başarılı ve mücadele ile geçen bir hayatın içinde olduklarını çok iyi biliyordu. Yesevî, bu insanlara fıkıh kuralları içinde, Arap - Acem kültür etkileri ile boğulmuş karma karışık bir İslâm yerine, samimi ve sarsılmaz bir iman anlayışını telkin eden dinî ve ahlâki kuralları, kendisi Arapça ve Farsça'yı çok iyi bildiği halde, kendi dilleri ile ve daha da önemlisi, onların seviyesinde bir söylem tarzı ile sunmanın, başarının temeli olacağını, görmüş ve uygulamıştır. Onun için de Türk Boyları'nın halk edebiyatından alınmış şekillerle insanlar arasında dostluğu, sevgiyi, dayanışmayı, dünyayı Tanrı ve insan sevgisi ile kucaklamayı öğretmiştir.

    Nitekim, Yesevî

    Benim hikmetlerim hadis hazinesidir
    Kişi pay görmese, bil habistir
    Benim hikmetlerim Süphan'ın fermanı
    Okuyup bilsen, hepsi Kur'an'ın anlamı

    demektedir.

    Hoca da öteki mutasavvuflar gibi, âlemi ve âlemde var olan herşeyi ilâhi aşkın eseri olarak gördüğü içindir ki, her şeyi gönülden sevmektedir. Ancak bu sevgi ile Allah'a ulaşılabileceğini söylemektedir. O'na göre Aşk'sız, Mevlâyı anlamak mümkün değildir.

    Üstelik Aşk'sız kişi gerçek insan değildir.

    Dertsiz insan insan değil, bunu anlayın
    Aşk'sız insan hayvan cinsi, bunu dinleyin
    Gönlünüzde Aşk olursa, bana ağlayın
    Ağlayanlara gerçek Aşk'ımı hediye eğledim.
    Aşk'sızların hem canı yok, hem imânı,
    Resûlullah sözün dedim mânâ hani.

    Diyen Yesevî 140 numaralı hikmetinde, ilâhi aşk hakkındaki görüşlerini,

    insanın samimi inancı ile bağlantılıyarak anlatır.

    Aşk davasını bana kılma, sahte aşık,
    Aşık olsan, bağrın içinde göz kanı yok,
    Muhabbetin şevki ile can vermese,
    Boşa geçer ömrü onun, yalanı yok.

    Aşk bağı sıkıntı çekip yeşertmesen,
    Hor görülse nefsini öldürmesen,
    "Allah" diyerek içe nuru doldurmasan,
    Vallah, billah sende aşkın eseri yok.

    Hak zikrini can içinden çıkarmasan,
    Üçyüz altmış damarlarını kımıldatmasan,
    Dörtyüzkırkdört kemiklerini kul eylemesen,
    Yalancıdır Hakk'a aşık olduğu yok.

    Rahatı bırakıp can sıkıntısını hoşlayanlar
    Seherlerde canını incitip çalışanlar,
    Hay-u heves, ben-benliği terk edenler,
    Gerçek aşıktır, asla onun yalanı yok.

    Kul Hoca Ahmet, candan geçip yola gir,
    Ondan sonra erenlerin yolunu sor,
    Allah diyerek, Hakk'ın yolunda canını ver,
    Bu yollarda can vermesen, imkânı yok.

    "İlâhi Aşk" Allah'dır ve bu Aşk'a düşen kişi, bencillik, gösteriş, iki yüzlülük, kişisel çıkar gibi küçük hesapları düşünmemek gerekir. " diyen Yesevî, bir hikmetinde:

    Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol,
    Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol,
    Mahşer günü dergâhına yakın ol,
    Ben - benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.

    Demektedir. Bütün hikmetlerinde yer alan bir gerçek vardır ki o da insana verilen büyük değerdir. İslâm tasavvufunda insan, kâinatın özü alarak kabul edilir. Herşey insan içindir. O halde insana düşen, "Kamil İnsan" olmaya çalışmaktır. Ahlakın kemaline ulaşmıya gayret etmektir. Bunun da bir yolu yaratılmışları sevmek, incitmemek ve incinmemektir. Alçak gönüllü olan insanlar, her hususta samimi olan kişilerdir.

    Yesevî, asıl kavgasını, sahte şeyhler ve mollalara karşı yapar. Bunlara karşı da

    "Talibim" deyip söylerler vallah, billah insafsız
    Namahreme bakarlar, gözlerinde yok insaf;
    Kişi malını yiyerler, çünkü gönülleri değil saf
    Arslan Baba'nın sözlerini işittiniz teberrük.

    Zâkirim deyip ağlar, Çıkmaz gözünden yaşı;
    Gönüllerinde gamı yok, her an ağrıya başı;
    Oyun-hile kılarlar, malûm Hüda'ya işi,
    Arslan Baba'nın sözlerini işittiniz teberrük.

    Gibi bir çok Hikmet söylemiştir.

    Yesevî, ilim üzerinde çok durmuş, inananların aydın kişiler olduğunu, bunların bilgisizlikten ve bilgisizlerden kısaca cahillikten uzak durduklarını anlatmıştır. Ayrıca bir başka Hikmet'inde: " Bilgisizlik her kötülüğün kaynağıdır. " demiştir. Bir başka Hikmet'inde ise

    İlim, iki inci, beden ve cana rehberdir
    Can âlimi Hazret'ine yakındır
    Muhabbetin şarabından içer
    Öyle âlim, gerçek âlim olur dostlarım,

    demiştir.

    Özetle, Yesevî okulunun ana ilkelerini:

    Allahın varlığına ve tekliğine inanmak,

    Kur'ana uymak,

    İslâm'a dayalı yolda yürümek,

    İnsanın kendisini disipline etmesi,

    Belli zamanlarda benlik muhasebesi yapmak

    olarak özetliyebiliriz.

    Ayrıca, Yesevî'liği kabul eden kişinin de :

    Hakk'ı bilmek,

    Kalbinde Allah ve İnsan sevgisi taşımak,

    Cömert olmak,

    Gerçekleri kabul etmek,

    Geçer ve doğru bilgili olmak,

    Kanaatkar olmak,

    Nefsine hakim olmak,

    Kendini bilmek,

    Gönül gözü ile görmek,

    Felsefeye yatkın olmak gibi hasletleri kendisinde toplaması gerekiyordu.

    Dikkat edilirse, 1000 yıl önce yaşamış bir Türk düşünür, kendini bilmeyi, hurafelerden uzak durmayı, Tanrı'ya inanmayı, kendini geliştirmeye çalışmayı, özellikle hoşgörülü olmayı büyük bir açıklıkla ifade etmiştir.

    Yazımı Ahmet Yesevî'nin büyük takipçisi YUNUS EMRE'nin Pirinden öğrendiğini veciz bir şekilde anlattığı dörtlükle bitirmek istiyorum.

    Çalış, kazan, ye, yedir,
    Bir gönül ele getir
    Bin kâbe'den iyrektir,
    Bir gönül ziyareti.







  • cok güzel .
  • ii adamdır.

    şaka bir yana,,, güzrl iş
  • junayerturk @ eline sağlık
    ben de Hoca Ahmet Yasevi ile Onun Öğrencisi Hacı Bektaşi Velii arasında gelişen bir rivayeti anlatmak istiyorum..
    Hoca Ahmet Yasevi Hacca gitmeye hazırlanır ,evinde bir hanımı birde kızı vardır ve bütün köylüler toplanır hacca gitmek isteyenlerle helallaşılır bu arada Yasevi bektaşa; bak bektaş bu bahçe duvarını ben hac'dan dönesiye kadar bitir der. ve yola çıkılır..
    günlerden bir gün Bektaş rüyasında hocası yasevi Hz.lerini görür. ve Yasevinin hanımına Hocamın canı şu yemeği ve şu tatlıyı istiyor sen hazırlada ben iletivereyim der.. bunun üzerine yasevinin hanımı ve kızı bektaş la dalga geçerler garibin kendi canı çekti de söyleyemiyor diye ..ama dediği şeyleride hazırlarlar .
    ve o gece bektaş ördüğü duvarın üstünde, medinede hac'da Hoca Ahmet Yasevini karşısına dikilir hocam buyur canınızın istediklerini getirdim der.. Hoca Ahmet Yasevi ve etrafındakiler şaşırırlar... neyse yedikten sonra Bektaş al bu kapları ve çıkını götür der hocası Bektaşda hayır hocam onları sen getir ben götürürsem benim buraya geldiğime kimse inanmaz dalga geçer der ve tekrar duvarın üzerine biner yola çıkarve aynı gece köyüne döner hac biter millet dönmeye başlar tabi Hoca Ahmet Yasevide dönmektedir. köylüler gelenleri karşılamak için köyün yoluna çıkarlar hatta giderlerken de Bektaş la dalga geçerler duvarı daha bitiremedi şimdi gelince hocasından azar işitecek diye... Neyse hacılar görünür... yaklaşırlar bir baksalar en önde Bektaş ve Hoca Ahmet Yasevi köylü şaşırır Hocam biz bektaşı köyde bırakmıştık o duvar örüyordu.. Hoca Ahmet Yasevi Elindeki çıkını Hanımına uzatır ve bu çıkını Bektaş bana getirdi içinde kap kacak var der . millet iyice şaşırır..
    ve Hoca Ahmet Yasevi Halkın Önünde şunları söyler... Ben Hacı değilim esas hacı Bektaştır. bundan sonra senin adın Hacı Bektaş olsun der..




  • çok güzel bir yazı olmus senın de ellerıne saglık kara dayı.
  • erdemlı ve zargana begenmenıze sevındım.
    ve bukadar uzun bır yazıyı okumanız benı gercekten mutlu ettı.
  • Yazı için teşekkürler.
    Yalnız bir noktayı merak ettim.Yazıda geçen dörtlükler acaba Ahmet Yesevi'nin kendi orjinal dilimi yoksa günümüz Türkçesine mi uyarlanmış?
    Eğer birebir bin yıl öncesinin dörtlükleri ise gerçekten günümüz Türkçesinden hiçbir farkı yok ve bu çok şaşırıtıcı.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi feylesof -- 16 Eylül 2005, 19:33:06 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: feylesof

    Yazı için teşekkürler.
    Yalnız bir noktayı merak ettim.Yazıda geçen dörtlükler acaba Ahmet Yesevi'nin kendi orjinal dilimi yoksa günümüz Türkçesine mi uyarlanmış?
    Eğer birebir bin yıl öncesinin dörtlükleri ise gerçekten günümüz Türkçesinden hiçbir farkı yok ve bu çok şaşırıtıcı.


    bu konuda kesın ve net bır bılgım yok.
    ama ben gunumuz turkcesıne uyarlandıgını dusunuyorum.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: junayerturk


    Bir başka hikmetinde ise:

    Cahil ile geçen ömrüm nar sakar
    Cahil olsan cehennem ondan çekinir
    Cahil ile cehenneme doğru kılmayın sefer
    Cahiller içinde yaprak gibi soldum ben işte

    demektedir.






  • www.yesevi.edu.tr ve ben ahmet yesevı ogrencısıyım Bole bır ınsan anlata anlata bıtırılmez... gende konuyu actıgınız ıcın sevındım...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: junayerturk

    çok güzel bir yazı olmus senın de ellerıne saglık kara dayı.



    önemli olan bu kıssadan hepimizin ders alması değilmi
  • Eski kültür bakanı divan'ı hikmet'i 10 madde de şöyle özetlemiş;


    1-Allah insanı “Aşk” yolundan yarattı.Allah'a ulaşmak için de yol "Aşk yolu" dur.


    2-Her şey insan içindir.insana yararlı olmak ve yararlı işler yapmak esastır.Allah'a yakın olmanın yolu da budur.


    3-Allah dileseydi herkes Müslüman olurdu.

    iyi bir Müslüman islam'ı iyilikle yaymak çabası içinde olmalıdır.

    Ancak Müslüman olmayanlarıda incitmekten kaçınmalı ve asla onları rahatsız etmemelidir.

    Bu,büyük günahtır.


    4-Dinde gösterişten şiddetle kaçınmak gerekir.

    Gösterişçinin yaptığı her şey boştur ve bundan hiçbir yarar sağlanmaz.

    Dahası,gösterişçi son nefesinde imanını da yitirebilir.


    5-Kadın ve erkek birbirinden bağımsız dünyalarda yaşar gibi bir durum olmamalıdır.

    Üretimde,öğrenimde,ibadette kadın ve erkek birlikte olmalıdır.Kadını dışlayıp ya da eve hapsedip hayatı erkeklerin dünyası haline getirmek islam dışı bir sapmadır.


    6-Emek sömürüsü haramdır.

    Yesevi yoluna girenlerin,işi olacaktır ve işleyerek kazandıklarıyla insanlara aş verecek imkanları olacaktır.


    Hele mürşidlik iddiasında bulunanların taliplerinden yiyecek,giyecek veya başka yararlar sağlamaları büyük günahtır.

    Şeyhler de üretici olacak ve kendi emekleriyle geçineceklerdir.

    Bu arada Ahmet Yesevi'nin tahta kaşık ve kepçe yaparak kendisinin ve ailesinin geçimini sağladığını hatırlatalım.


    7-Dinin temeli bilimdir.

    Eşyanın gerçeklerini anlamak bir anlamda Allah'ı tanımak demektir.

    Öyleyse bir Müslüman,başarabildiği kadar bilim yolunda ilerlemelidir.


    8-Allah'a yakınlaşmaya ve kalbi yumuşatıp iyi insan olmaya vesile olan her şey muteberdir.

    Musiki ve dini raks bu anlamda meşru ve yararlıdır.

    Yeter ki niyet ruhun yücelmesi ve nefsin köreltilmesi olsun.

    Raks ve sema diye adlandırılan bu ibadetin de asla gösteriş için olmaması gerekir.


    9-Namaz,zikir ve bütün ibadetlerin anlayarak yapılması gerekir.

    Anlamadan tekrarlanan ifadelerin ve bilinçsiz olarak yapılan ibadetlerin insanın manevi gelişmesine bir yararı yoktur


    10-Yaşadığımız hayat bundan sonra yaşayacağımız hayatın tarlasıdır.

    Burada Yaratıcıya inanan ve yakınlaşan insan,diğer insanlara da yararlı işler yapıp

    zararlı işlerden kaçındığı takdirde ötede umduğu ve beklediği ve hatta umduğundan da güzel bir hayat sürecektir.





  • quote:

    Şamanizm, sadece Türklerin değil, Asya'nın birçok halklarının ortak inanç sistemidir. Dolayısı ile Şamanizm'i Türklerin ulusal dini olarak kabul etmek yanlıştır.


    Nasıl ki Yunan, Mısır, İskandinav ya da Slav mitolojileri ve inanç sistemleri var; Türk mitolojisi ve inanç sistemi de var. Şamanik Türk mitolojisi Türklerin özgün inancı değil demek oksimoron bir ifade. Ahmet Yesevi'nin İslam inancının Türkler arasında yayılmasındaki rolü ve etkisi, Yesevi'nin Türk-İslam kültüründeki büyük yeri elbette su götürmez ama şüphesiz ki Yesevi Türklerin özgün inancını ve dinini vaaz etmiyordu; Yesevi İslam inancı ile Türk kültürünü uzlaştırmıştı. Bence bu Yesevi'nin varlık aşkı anlayışıyla alakalı bir durum. Bu anlayış Anadolu Türklüğünde Tasavvuf olarak bilinecek ve sık sık heterodoks addedilecek bir İslam ekolünü oluşturacaktır.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Masallar ve mavallar ,cümlenin ilk başını okuyunca belli oluyor

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Habis olduğu belli

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Yesevi aynı zamanda 63 yaşında yerin altında çilehaneye girmiştir. Orta Asya- Türk tasavvufunun kurucusudur.

  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-ED4010EAB

    Yesevi aynı zamanda 63 yaşında yerin altında çilehaneye girmiştir. Orta Asya- Türk tasavvufunun kurucusudur.

    Neden 63 yaşında diye sorulacaksa Hz. Mustafa'nın öldüğü yaş olduğuna inanıldığı için Ahmet Yesevi peygamberin öldüğü yaştan sonra kendisine gökyüzünü ve yaşamsal zevkleri çok görmüştür. Bu esasında tarihte popüler olmuş bir Tasavvuf - Sufi geleneği, yani 63 yaşında bir çilehaneye çekilmek.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nat Alianovna

    Neden 63 yaşında diye sorulacaksa Hz. Mustafa'nın öldüğü yaş olduğuna inanıldığı için Ahmet Yesevi peygamberin öldüğü yaştan sonra kendisine gökyüzünü ve yaşamsal zevkleri çok görmüştür. Bu esasında tarihte popüler olmuş bir Tasavvuf - Sufi geleneği, yani 63 yaşında bir çilehaneye çekilmek.



    Alıntıları Göster

    Onu bilmeyeni dövüyorlar hocam.  





  • Olsun biz söyleyelim, dayak yiyen çıkmasın.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.