Şimdi Ara

••••TÜRK ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ •••• (7. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1.818
Cevap
16
Favori
434.052
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • paylaşımlar için teşekkürler
  • 1.KOSOVA SAVAŞI

    15 Haziran 1389) Sultan I. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir savaştır.

    Osmanlılar'ın Balkanlar'daki ilerlemeleri ve Sofya , Niş, Manastır gibi önemli yerleri ele geçirmeleri Haçlı Seferi'nin düzenlenmesine sebep olmuştu. Vezir Çandarlı Ali Paşa komutasındaki Osmanlı Ordusu, önce Bulgarları etkisiz hale getirdi. Osmanlı Ordusu ilerlerken Kosova'da Haçlılar ile karşılaştı.Haçlı ordusu Sultan Murat Hüdavendigar'ın okçu piyadeleri ile Sırp atlı süvarileri arasında ki savaşta, sırp öncü süvarilerinin önce oklanarak kendilerinin ya da atlarının vurulması ile başlamış, daha sonra Osmanlı Piyadelerinin kılıçlarını çekerek bozulan Sırpları gün batımına kadar süren bir meydan savaşından sonra bölgede tarih sayfalarından silerek yüzyıllar sürecek olan Osmanlı Hakimiyetini yerleştirmiştir. Savaş bazı kaynaklarca iddia edildiği gibi top kullanılarak kazanılmamıştır.Çünkü o tarihlerde Osmanlı Devletinde kurulmuş bir topçu ocağı bulunmuyordu. İki tarafın da büyük kayıp verdiği bu savaş sonrasında I. Murat "Allah bana bir daha böyle zafer göstermesin" demiştir.

    Savaş sonunda Milos Obilic adlı bir Sırp soylusu Sultanın elini öpüp müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat'a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiştir. Şehadetinden sonra hüdavendigar lakabının verildiği sultanın iç organları orada gömülmüş, geriye kalan naaşı Bursa'ya götürülerek orada defnedilmiştir. Bunun da etkisiyle I. Kosova Savaşı tarihte Sırp milliyetçiliğinin ilk yeşerdiği ve bugün Sırpların çok önem verdiği bir savaştır.





    Tarih 15 Haziran 1389

    Bölge Kosova, Sırbistan



    Taraflar:

    Sırbistan

    Haçlı Kuvvetleri

    --------------------------------------

    Osmanlı Devleti




    Sonuç Osmanlı Zaferi



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Toyota SUPRA -- 6 Nisan 2008; 2:11:45 >
  • Beni de ekleyin lütfen.
  • Beni de ekleyebilirsin.

    Yavuz Sultan Selim' in meşhur şiirini ekleyeyim ben de.

    Sanma sakın / herkesi sen / sadıkâne / yâr olur.

    Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur.

    Sadıkâne / belki ol / alemde bir / serdâr olur.

    Yâr olur / ağyar olur / serdâr olur / didar olur.



    Ağyar: Yabancı
    Didar: Yüz, çehre



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi agemennon -- 6 Nisan 2008; 4:27:53 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: agemennon

    Beni de ekleyebilirsin.

    Yavuz Sultan Selim' in meşhur şiirini ekleyeyim ben de.

    Sanma sakın / herkesi sen / sadıkâne / yâr olur.

    Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol / ağyar olur.

    Sadıkâne / belki ol / alemde bir / serdâr olur.

    Yâr olur / ağyar olur / serdâr olur / didar olur.



    Ağyar: Yabancı
    Didar: Yüz, çehre

    Kardeş biraz üst sayfaları okursan vermiştim zaten ben bunu
  • Çok güzel bilgiler var.

    "halk icinde muteber bir nesne yok devlet gibi
    olmaya devlet cihanda bir nefes sihhat gibi"
    Sultan Süleyman.
  • Ben de kendim bir kıssa yazacağım.

    Kanuni döneminin şeyülislamı, çok büyük ve riyasız bir zat imiş. Zenbilli Ali Efendi derler imiş. "Cinlerin ve insanların şeyhülislamı" ünvanına sahip biriymiş! Padişahtan asla sözünü esirgemeyen, istisnai biriymiş. Buna neden zenbilli demişler?

    Zenbilli Ali efendi ikamet ettiği yerden her gün bir sepet sarkıtırmış. İnsanlar müşküllerini buraya yazarmış. Zenbilli efendi kağıdın arkasına cevapları yazıp yollarmış. Böyle bir sual sistemi varmış.

    Birgün cihan padişahı Kanuni hz. de bir sual yazmış. Kaynaklara göre metin aynen şöyle:

    Dirahtı(ağacı) sarmış olsa karınca,
    Zarar var mıdır karıncayı kırınca?


    Bunlar latif zatlar olduğu için güzel bir dille suali dile getirirler. Zenbilli efendinin cevabı ise şöyle:

    Yarın Huzurullah'a varınca,
    Alır hakkını Süleyman'dan karınca.


    Bunun açıklaması: ağacı sarsa bir sürü karınca, eğer karıncalara müdahale edeceksen, karıncalara vereceğin haseneler ağacı kurtarıncaki haseneden küçükse tamam, yap, demektir.

    Bu dialoğun Kanuni ile Ebusuud Efendi arasında geçtiği de söylenir. Aslını bilemeyiz, fakat hikaye budur.

    Ne latif ama değil mi?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Jansay -- 6 Nisan 2008; 14:32:57 >
  • bence tabiki tarihimizi bilmeliyiz ama onla övünmek yetmez.madem yurdunuzu halkınızı çok seviyosunuz bişeyler yapın.oturarak tarihle övünerek olmuyor bu işler.emperylist güçler yurdunuzu yağmalarken osmanlılar gelip kurtarmicak. tabiki her türk genci tarihini bilmeli ama yakın tarihini de bilmeli şimdiyi de.açıkçası yurdumuz sömürülürken emperyalistlerin bir maşasıyken, tam bağımısız değilken ben atalarımı anmaya utanıyorum.onların mirasını koruduk mu sizce ? gerek bundan 30 yıl önce gerekse şimdi? önce bunlara karar verelim.beni tarihi öğrenmeyin der gibi düşünmeyin ben sadece şu anın da farkında olun isterim.kurtla murtla olmaz bu işler onu da belirteyim.atla matla da olmaz.seçin kurtları fln da emperyalistler sömürsün liberal.zm adı altında sömürülün ezilin gidin.bakalım o zaman övüncek tarih kalıcakmı, yüce osmanlının adı bi daha anılcak mı en önemlisi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ün adı anılcak mı.bırakın osmanlıyı da gerçekten müthiş devrimler yapmış , yoktan bir ülke varedip onu bize bırakan ATATÜRK' ümüzü öğrenin derim size.tüm bağımsızlık açbalarını ekonamik bağımsızlığı herşeyi atatürkün 6 ilkesinde bulacaksınız emin olun!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi IcanFaint -- 6 Nisan 2008; 19:34:14 >
  • İstanbul 1453




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Çöl Gezer -- 6 Nisan 2008; 21:25:16 >
  • hurmacı süper vidyo teşekkürler
  • OSMANLI DA KADIN


    Osmanlı Devletinin klâsik dönemine bugünden bakarak kadınların siyasî, ekonomik, askerî, kültürel haklarının olmadığını belirtmek mümkün değildir.

    Kadınlar, ekonomik hakları bakımından tıpkı erkekler gibi eşit haklara sahipti. Kazandığı para kendisine aitti ve dilediği gibi kullanabilirdi. Kadınların gelirlerinin başında, evlenirken nikah akdi sırasında belirlenen mehir, miras payı ve diğer yollardan elde edilenler bulunuyordu. İslâm hukukuna göre mal ayrılığı prensibine bağlı olarak kadınlar bu gelirlerini istedikleri gibi çeşitli yatırımlarla değerlendirmişlerdir.

    Yoksul kızlara çeyiz verilmesi ve düğün yapılması, okul çocuklarına gıda, elbise, yakacak yardımı, yoksullara yemek verilmesi, borçluların borçlarının ödenmesi, mahallelerden köylere kadar su ihtiyacının sağlanması gibi farklı sahalarda faaliyette bulunan hizmet amaçlı vakıflar kurulmuştur. Böylece sadece aile kadınlarını değil yetim, yoksul, mahkumları da içine alan kadınlara imkanlar sağlanmakta idi.

    Sosyal yardımlaşma ve dayanışma anlayışının ilk örneğini bulduğumuz, “çıplak milleti giydirmek, aç milleti doyurmak” ifadesi Türk-İslâm devletlerine vakıflar yoluyla toplumun ihtiyaçlarının karşılanması şeklinde devam etmiştir. Toplumda karşılıklı sevgi ve saygı anlayışı ile hiçbir zorlama olmadan sahip olduğu imkanlardan diğer insanların da yararlanmasını isteyen kadınlar, vakıflar yolu ile kurdukları cami, mescid, han, hamam, medrese, kütüphane, hastahane, köprü, sebillerin Anadolu’nun hemen hemen her köşesine nakşedilmesinde de büyük rol oynamışlardır. Özellikle kadınların bu konuda en az erkekler kadar istekli olmaları da ayrı bir önem taşımaktadır.

    Saray çeşitli yönleri ile halka önderlik etmiştir ki, bunların başında valide sultanların başını çektiği hayır müesseseleri olan vakıflar da gelir. Osmanlının ilk zamanlarında kadınlar tarafından yaptırılan önemli bir vakıf kuruluşu Manisa’da Hafsa Sultan tarafından yaptırılan külliyedir. Külliye içinde bulunan hastahanede ruh hastaları musıki ile tedavi ediliyordu. Bu aynı zamanda kadınların ekonomik haklarını dilediklerince kullanmalarına bir örnektir.

    Harem hiyerarşisi içinde eğitim süresi Enderunda olduğu gibi yedi sekiz yıllık bir eğitimden oluşuyordu, her kademede başarılı olanlar bir üst eğitime geçerlerdi. Bu sistem içinde yükselen kadınlar farklı bilgi ve becerilere sahip oluyorlardı. Padişah eşlerinin hemen hemen hepsinin odasında bir kitaplığı vardı. Kitap demek bilgi demek bugünün kadını ne kadar kitap okuyor?sorgulamamız lazım kendimizi.
  • Beni de ekler misiniz?
  • BİRİNCİ KILIÇ ARSLAN
    Türkiye Selçuklu Devleti' nin kurucusu, Kutalmışoğlu Süleyman Şah' ın oğlu ve İkinci Türkiye Selçuklu Sultanı.

    Babası Süleyman Şah' ın 1086' da Suriye seferinde Melik tutuş' a yenilmesi ve ölümü üzerine, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah onun oğulları Kılıç Arslan ve Davud Arslan' ı İsfehan' a götürdü. Kılıç Arslan burada altı sene iyi bir eğitim ve öğretim görerek, Türk-İslam terbiyesi ile yetiştirildi.

    Kılıç Arslan, 1092' de Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk' un izni ile Anadolu' ya gelerek İznik' te altı yıldır boş duran Türkiye Selçukluları tahtına çıktı. Yanındaki Türkmen ailelerini İznik' e yerleştirerek, Anadolu' da dağılmış olan birliği yeniden te'sis etti.

    Bu sırada Bizanslıların fırsattan istifade ile Marmara sahillerini işgale başlamaları üzerine Kılıç Arslan İzmir Bey'İ Çaka ile ittifak ederek mücadeleye girişti. İmparator Alexios' un Türk kuvvetlerine karşı denizden gönderdiği büyük bir ordubozguna uğratıldı. İznik' e saldırıları bertaraf edilen Bizanslılar, Balıkesir ve Kapıdağı bölgelerinden de geri püskürtüldüler.

    1095' de Malatya üzerine sefere çıkan Kılıç Arslan kaleyi tam düşürmek üzere iken, yüzbinlerce kişilik haçlı kuvvetlerinin Türkiye topraklarına girdiğini haber aldı. Bunun üzerine, muhasarayı kaldırarak süratle memleketini müdafaaya döndü. İznik' i muhasara eden haçlılara karşı hisar önün de ordusunu savaşa soktu. Şiddetli çarpışmalar sonun da iki taraf da ağır zayiat verdi. Birçok haçlı kumandanı öldürüldü. Ancak düşman devamlı takviye alıyordu. Kalabalık düşman kuvvetlerine karşı meydan savaşı vermenin tehlikeli olacağını anlayan Kılıç Arslan ordusunu geri çekmek zorunda kaldı. Böylece 22 yıllık Selçuklu payitahtı olan İznik şehri 29 Haziran 1097' de Haçlı kuvvetlerinin eline geçti.

    Kılıç Arslan bundan sonra Danişmend Gazi ve Kayseri emiri Hasan ile birşleşerek Eskişehir' e doğru harekete geçen haçlılara dağ, geçit ve vadiler de sürekli baskınlar düzenleyerek ağır zayiat verdirdi. Öyle ki, Kayseri ve Toroslar üzerinden Kudüs' e doğru yol alan haçlı ordusu Kılıç Arslan' ın ve kumandanlarının yıtpratma savaşları neticesin de altı yüz binden yüz bine düştü. Neticede Kudüs' e ulaşan haçlılar bu bölgedeki büyük Selçuklu emirlerinin rekabetinden de faydalanarak Antakya, Urfa ve Kudüs' de hıristiyan idareler kurdular.

    İznik' in kaybından ve Birinci Haçlı seferinden sonra Kılıç Arslan, Anadolu Türklerini toplamaya başlayarak, Konya' yı başkent yaptı. Büyük Selçuklu İmparatorluğu' nun parçalanmasından faydalanarak bütün İslam alemine hakim olmak teşebbüsüne girişti. Ancak Musul emiri Çavlı, Artukoğlu İlgazi ve Suriye meliki Rıdvan ile 1107 senesi Temmuz ayında Habur ırmağı kıyısında yaptığı savaşı kaybetti. Yaralı olarak Habur ırmağını geçerken boğularak şehid oldu. Naşı Meyyafarikin' e götürülerek kendisi için yapılan Türbeye defn edildi.

    Türkiye Selçuklu Devleti' nin en buhranlı devrelerinde hükümdar olan Birinci Kılıç Arslan, teşkilatçı bir devlet adamıydı. Üstün kumandanlık kabiliyetine sahip, hayatı mücadele içinde geçen büyük bir kahraman ve gazidir. Mutaassıp haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirerek, Türklerin Anadolu topraklarından atılamayacağını isbat etti. Çok hayır işleyip ahalisinin sevgisini kazandı. Hıristiyan halka da adalet ve şefkatle davrandı. Bu yüzden devrin tarihçileri "Kılıç Arslan' ın ölümü hıristiyanlar için de bit matem oldu." demişlerdir.
  • İşte Fatih Sultan Mehmedin sözleri ve şiirleri:
    * İmparatorunuza Söyleyin. Şimdi ki Osmanlı Padişahı Öncekilere Benzemez. Benim Gücümün Ulaştığı Yerlere, Sizin İmparatorunuzun Hayalleri Bile Ulaşamaz.

    * Ya Ben Bizans'ı Alırım; Ya da Bizans Beni.

    * Fatih Olmasaydım Ulubatlı Hasan Olmak İsterdim

    * Yapmak İstediğimi Sakalımın Bir Teli Bile Bilseydi, Sakalımın O Telini Hemen Koparır ve Yakardım

    * Bu Dünya Ölümlüdür. Her Fani Gibi Bende Ölümü Tadacağım.

    * Dünya Devleti Ebedi Değildir. Fani Cihanda Hiç Kimse de Ölümsüz Değildir. İnsanların Dünyada Nefesleri Sayılıdır ve Ölümsüzlük Kapısı Kapalıdır.

    * Hayatım Boyunca ALLAH'ın Emirlerinden Dışarı Çıkmadım. ALLAH'ın Rızasını Kazanmak İçin Uğraştım. Tek Gayem Bu İdi.

    * Şeyhim Akşemseddin Hazretleri İle Beraber Yaptığım Zikrin Lezzetine Dünyaları Bile Değişmem. Eğer Şeyhim İzin Verseydi Zikir Yolunu Tercih Eder, Saltanatı Terk Ederdim

    Fatih Sultan Mehmed'in Yazdığı Gazellerden Bir Örnek :

    " İmtisal-i Cahidü fi'llah olubdur niyyetüm
    Din-i İslam'un Mücerred Gayretidür Gayretüm

    Fazl-ı Hakk u Himmet-i Cünd-i Ricaullah İle
    Ehl-i Küfri Serteser Kahreylemekdür Niyyetüm

    Enbiya Vü Evliyaya İstinadum Var Benüm
    Lütf-i Hakk'dandur Heman Ümmid-i Feth ü Nusretüm

    Nefs ü Mal İle N'ola Kılsam Cihanda İctihad
    Hamdülillah Var Gazaya Sadhezaran Rağbetüm

    Ey Muhammed Mücizat-ı Ahmed-i Muhtar İle
    Umarum Galib Ola A'da-yı Dine Devletüm "

    Gazelin Günümüz Türkçesine Çevrilmiş Şekli :

    " ALLAH Yolunda Şavaşmaktır Niyetim
    İslam Dininin Yanlızca Yücelmesidir Gayretim

    ALLAH'ın ve Evliya Ordusunun Yardımıyla
    Küfür Ehlini Baştan Başa Kahreylemek Niyetim

    Peygamberlere ve Velilere Dayanmışlığım Var Benim
    ALLAH'ın Lütfundandır Fetih Ümidim ve Kuvvetim

    Benliğimi ve Malımı Dünyada Feda Etsem Ne Olur ?
    ALLAH'a Hamd Olsun, Var ALLAH Yolunda Savaşmaya Yüzbin Rağbetim

    Ey Mehmed ! Ahmed-i Muhtar'ın Mucizeleriyle
    Umarım Galip Olur Din Düşmanlarına Devletim "
  • Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.

    Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzan; Beni bir gözler-i âhûya zebun etti felek.

    Kutsal sayılan Kahire camisine girdiğinde Kahireliler ona Hakim-i Hamedeyn (kutsal yerlerin hakimi ) sıfatını verirler ama o bu sıfatı kabul etmez ve
    Ben olsam olsam Hademe-i Hamedeyn (kutsal yerlerin hademesi) olabilirim
    der.
    Bunlarda Yavuz Sultan Selimin sözleri...
  • benide yazzz kardes burdaki en güzel club bu
  • Geçen cuma namazında hoca hütbede söyledi bu sözü çok hoşuma gitti bende yazacaktım ama sen benden daha hızlı davrandın.
    quote:

    Orjinalden alıntı: Fetih

    Çok güzel bilgiler var.

    "halk icinde muteber bir nesne yok devlet gibi
    olmaya devlet cihanda bir nefes sihhat gibi"
    Sultan Süleyman.

  • benide ekler misiniz?

    bütün yazılanları vaktim olduğunda inşallah okuyacağım. çok güzel olmuş. emeği geçen herkese çok teşekkür ederim...
  • ÇİÇİ Yabgu

    --------------------------------------------------------------------------------

    MÖ 60 yılında Hun tahtına Hohanyeh Han çıktı. Ağabeyi Çİ-Çİ de Sol Bilge hanı oldu. Fakat o, büyük olduğu için hakan olmak istiyor ve kardeşi ile mücadele ediyordu.

    O yıllarda devlet, bazı topraklarını kaybetmiş; gelir kaynakları iyice azalmıştı. Memlekette sıkıntı vardı. Bu darlıktan kurtulmak için bazı Hun beyleri hakana, Çin sarayına giderek, yardım istemesini, Hunların ancak böylece rahata kavuşabileceklerini söyledi.
    Bunun üzerine Hohanyeh Han, devletin ileri gelenlerini topladı ve onların görüşünü öğrenmek istedi. Devlet büyükleri şöyle dediler:

    – Bu olamaz! Hunlar cesareti ve güçlülüğü temel bir üstünlük ve şeref meselesi olarak kabul eder. Başkasına bağlanıp, ona hizmet etmek ise aşağılıktır! Hunlar, at üzerinde savaşarak devleti derlemiş ve kurmuşlardır. Hunlar, Çin’in dışında kalan yüzlerce kavim arasında, ünlerini böyle yaparak kazanmışlardır. Savaşmak ve ölmek, cesur yiğitlere göre bir iş ve bir vazifedir! Şimdi nasıl böyle yapabiliriz? Ölünceye kadar savaşmaya hazır yiğitler, bizde her zaman bulunur. Şimdi, büyük ve küçük kardeşler, devleti ele geçirmek için uğraşıyorlar. Devleti büyük kardeş ele geçirirse işleri o düzeltir. O olmazsa küçük kardeş başarabilir. O öldükten sonra ise bize, onun şerefi ve ünü kalır. Onun torunları ise, daima devletin başında kalarak, halkı idare ederler. Çin gerçi bugün bizden güçlüdür. Fakat Hunları kendisine bağlayıp, diz çöktüremez. Buna rağmen siz, atalarımızın eski devlet ve idare prensiplerini unutarak ve Çin’e bağlanarak onlara hizmet edelim, diyorsunuz! Bize ta atalarımızdan gelen devlet idaresi ile yol ve usullerini niçin bozalım? Çin’e bağlanarak, ona niçin hizmet edelim? Biz, dirlik ve düzenimizi belki bu yolla bir süre düzeltebiliriz. Fakat yüzlerce kavim üzerindeki üstünlüğümüzü yeniden nasıl kuracağız?”

    Bunun üzerine Çin’e bağlanmayı öğütleyen Hun beyi ise şöyle konuştu:



    – Bu doğru değildir! Bir devletin güçlü veya güçsüz olması, zamanla değişir. Çin şimdi, en güçlü çağındadır. Türkistan’daki Wusunlar ile şehir devletlerinin hepsi, Çin’e bağlanmışlardır. Onlar âdeta, Çin’in bir cariyesi gibi oldular. MÖ. 101 yılından beri Hunlar, her gün bir yurt parçasını kaybediyor. Bunları yeniden elde edemeyiz. Bu durumda, kuvvete boyun eğmek zorundayız. Yoksa bir gün bile rahat yüzü göremeyiz. Eğer şimdi Çin’e bağlanıp, hizmet edersek, dirlik ve barış buluruz. Yoksa tehlike içinde kalır ve yok oluruz. Bundan daha iyi bir şey yapabilir miyiz?”.

    Bütün devlet büyükleri bu meseleyi uzun uzun tartışırlar. Fakat Hohanyeh Han kendisi, bu öğüdü kabul ederek halkını alıp güneye yürüdü. Çin seddine kadar gitti ve oğlunu Çin sarayında hizmete girmesi için gönderdi.

    Hohanyeh Han, Çin’e gidince yerine geçen Çi-Çi, halkın içinde sonsuz bir “Hun olma gururu” ile mücadeleye başladı. İlk anda Orta Asya’daki üç büyük kavmi yenerek kendine bağladı. O, Mete Han’ın başkentinde oturarak gerçek ve büyük bir Hun imparatoru olduğunu göstermiştir. Ancak Çin ile anlaşan kardeşi gittikçe güçlenmeye başlamış ve kendisi için büyük bir tehlike hâline gelmişti. Esasen bu sıralarda Çi-Çi de güçlüydü. Batı Türkistan sınırına kadar birkaç kez akın yapmıştı; asıl ilgilendiği saha da burası idi. M.Ö. 49 yılından sonra Çi-Çi âdeta ikinci bir Mete gibi davranmış ve onun gibi hareket etmeye başlamıştı. Kuzeyde Kırgızları hâkimiyeti altına aldıktan sonra, Çin’den destek gören kardeşinden gelebilecek bir saldırı karşısında çekilebileceği, “otağ yeri” yaptırmıştır.

    Hun Hakanının güçlenmesi üzerine “Türkü Türke kırdırmak” şeklinde özetlenebilen eski Çin siyaseti işlemeye başladı:
    Çi-Çi Han’a karşı Hohanyeh Han’a yardım etmeye başladı. Nihayet MÖ 44 yılında Çin imparatoru Ho-han-yeh ile bir anlaşma yaptı, iki taraftan hangisi bir saldırıya uğrarsa diğeri ona yardım edecekti. Bu sırada Çin’e sığınmış olan Hun kütleleri de kuzeye dönmek istiyorlardı.

    Çi-Çİ Han Çinlilerin, üzerine ordu göndereceklerine inanıyordu. Halbuki Çinliler kendilerini tehlikeye atmadan bu işi Hohanyeh Han’a yaptırdılar. Onu kuvvetleriyle destekleyerek Orhun bölgesini yeniden ele geçirmesini sağladılar. Bunun üzerine Çi-Çi Han daha önce otağ yeri kurmuş olduğu Kırgız ülkesine çekildi. Bu arada Batı Türkistan hükümdarı ile, Wusun beyi arasında bir anlaşmazlık çıkmıştı. Batı Türkistan hükümdarı elçi göndererek, Çi-Çi Han’dan yardım istedi. Bu istek üzerine o da ordusunu alarak Orhun’dan Batı Türkistan’a doğru yola çıktı. Fakat yolda çok büyük bir soğuk oldu. Askerlerin çoğu öldü ve Batı Türkistan sınırlarına ancak üç bin kişi ile ulaşabildi ve taarruz ederek Wusunları yendi. Böylece Batı Türkistan’ı da eline geçirdi. O, bu bölgeden başka İran, Afganistan ve Hindistan’ı da almak istiyordu.

    Bu sırada Çin sarayında bir pilân yapıldı. Çinliler, Hunlardan da kırk bin kişilik bir ordu alarak Çi-Çi Han’ın surlarla çevirttiği başkentine kadar ilerlediler. Türk hakanı kaleyi savunmaya girişti. Teslim olması istendi. Durum ümitsizdi. Çi-Çi Han askerlerine şöyle dedi:



    “Boyun eğmeyeceğiz. Çünkü bu, şan ve şerefle yaşamış olan ecdadımıza karşı büyük bir ihanet olur. Atalarımız, bizlere geniş ülkelerle birlikte hürriyet ve istiklâli de emanet ettiler. Savaşçı ve süvari hayatımız sayesinde yabancıları titreten bir millet olduk. Korumakla vazifeli bulunduğumuz bütün bu emanetleri, adi bir ömür uğruna fedâ edemeyiz. Hepimizin bildiği gibi savaşta erlerin kaderi ölümdür. Biz ölsek de kahramanlığımızın şanı yaşayacak. Çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır”.



    Çi-Çİ Han’ın yanında 1518 kişi kalmıştı. Kale savunmasına alışık olmayan Hunlar yenildi. Hakan, veilaht, hatunlar ve saray memurlarının hepsi uçmağa vardılar.

    Başta Çi-Çi Yabgu olmak üzere burada uçmağa varan 1518 kişinin ruhları Şad, mekanları Tanrı Dağı olsun.

    **********
    Çi-Çi Han’ın gayesi batıda bir “Hun Devleti” kurmak değil, güçlendikten sonra Orhun’a hücum ederek “Orhun’dan başlayıp, İran’ı ve Volga kıyılarını da içene alan büyük bir Hun imparatorluğu kurmaktı. (Bu düşüncesini kendi neslinden gelen Göktürkler gerçekleştirdi.) MÖ 36 yılında batının bereketli vadileri arasında geçen bu hadiseye rağmen dâvâ, bitmiş sayılmazdı. Bilâkis Çi-Çi Han, batı yolunu açmış ve öğretmiş olması ile, kendi kavmine örnek olmuş ve onlara yol göstermiştir. Türklük âlemi Attila’yı, Selçuk Bey’i ve hattâ Anadolu’nun Türk vatanı olmasını Çi-Çi Hunlarına borçludur. Çi-Çi Han, Mete Han’dan aldığı yüksek ülkü ile, dünya tarihinde milliyetçiliği devlet siyasetinin temel sayan ilk devlet adamıdır. Bu, biz torunlarına gurur vermektedir. “Hakanlar ölür, fakat torunları, onların bıraktıkları ün ve hizmetin izi üzerinde yeni devletler kurup devam ettirirler.”

    ***************

    Hun büyüklerinin Hohanyeh Han’a verdikleri cevap, yalnızca Hun tarihinin değil, bütün Türk tarihi ile dünya tarihinin de, en büyük ibret vesikasıdır. Vesika Hun Türklerinin devlet ve millet anlayışlarını gösteren çok önemli bir metindir. Hohanyeh Han’ınaldığı cevap çok sert olmuştur. Bu cevap bugünkü Türk âlemi için de büyük bir değer taşımaktadır. Kurultayda konuşulan sözler, Türk kavmi ile Türk tarihini yücelten, ana prensipler ve düşüncelerdir.
  • Çaka Bey

    --------------------------------------------------------------------------------

    Çaka Bey ( .... - 1097 )
    Alpaslan, Anadolu’yu fethettikten sonra, birçok Türkmen beyleri iç Anadolu’ya doğru fetihlerine devam ettiler. Bunlardan Afşin, Orta Anadolu’da, Kutulmuş oğlu Süleyman Bey de İznik taraflarında savaşırken yine bir Türkmen Beyi olan Çaka Bey de İzmir ve yöresini fethederek burada bir Türk Beyliği kurmuştu.

    Çaka Bey, İzmir Beyliği(1081-1097)’nin kurucusudur. İzmir Beyliği’nin Türk tarihindeki önemi, bu beyliğin kurucusu Çaka Beyin ilk Türk Derya Kaptanı oluşundan, bir donanma meydana getirerek Ege Denizi’nde hâkimiyet kurmasından ileri gelir.

    Çaka Bey, Oğuzların Çavuldur boyundan idi. Anadolu’nun fethi sırasında, Danişmend Gazi’nin kumandanlarından biri olarak Malatya dolaylarında başarılı çalışmalar gösterdi.

    Fakat katıldığı akınlardan birinde Bizans Kumandanı Aleksandros’a esir düştü ve İstanbul’a götürüldü. Burada, üstün yetenekleriyle imparatorun dikkatini çekti ve saraya alındı. Soyluluk unvanı ile bazı imtiyazlar da elde etti. Yunanca öğrendi. Ayrıca Bizans’ın güçlü ve zayıf taraflarını öğrenmiş oldu.

    1081 yılında Bizans tahtına I. Aleksios Komnenos çıkınca saraydan uzaklaştırıldı. Kutulmuşoğlu Süleyman Şah ile Bizans arasındaki anlaşmaya göre Türklere bırakılan İzmir bölgesine gitti. Bizans’taki kargaşalıktan yararlanarak beyliğini ilân etti.

    Türk tarihlerinin adından pek az bahsettiği Çaka Bey’in maceralarını, Bizans İmparatoru Aleksi Komnen’in kızı Anna’nın yazdığı bir eserden öğrenmekteyiz.

    Çaka Bey, Anadolu’ya akın eden gazilerin en genci idi. O da silah arkadaşları gibi nam kazanmak üzere akınlara karışmış; önce Kastamonu ve Bolu taraflarında savaştıktan sonra İzmir taraflarına gitmişti. Bu havalideki savaşlarda gösterdiği cesaret dolayısıyla şan almıştı.

    Bizans İmparatoru, İzmir’den Türkleri atmak üzere bu bölgeye bir kuvvet göndermişti. 1081 tarihinde İzmir’e gelen meşhur Bizans komutanlarından Kabalika Alexander Türklerle muharebe ederken eline yiğit bir delikanlı esir düştü.

    Bu ele avuca sığmayan delikanlı, komutanın dikkatini çekti. Bu genç çok yakışıklı ve pek de sevimli idi. Adı Çaka idi. Bizanslıların yaptığı araştırma sonunda onun Türkmen Beylerine mensup olduğu anlaşıldı. Bizans komutanı zaferinin bir nişanesi olmak üzere Çaka’yı o zaman İmparator bulunan Nikaforos’a gönderdi. Çaka Bey, Türkmen kıyafetiyle Bizans sarayına getirildi. İmparator, gence:

    Adın ne ?
    Dediği zaman, O, vakur ve yiğit bir tavırla:
    Çaka! Dedi.
    Çaka’nın erkek tavırları İmparatorun çok hoşuna gitti. Gülümseyerek:

    Bu sarayda senin unvanın “Protonolilismus” olsun! diye iltifatta bulundu. Çaka, diğer esirler gibi ağır işlerde kullanılmayıp, sarayda alıkonulmasından memnun olmuştu. Burada Homeros’un İlyada adlı meşhur eserini okuyacak kadar Yunanca öğrendi.

    Asil bir soydan gelen Çaka, Bizans sarayında bir şehzade muamelesi görmekte idi. Fakat Bizans tahtına Aleksi Kommen’in geçmesi üzerine Çaka’nın hayatında yeni bir devir açıldı. Yeni imparator, Çaka’dan hoşlanmamıştı. Onu sarayda kazandığı bütün imtiyazlardan mahrum etti. Saraydan da çıkardı. Esasen kabına sığmayan Çaka için bu zaten çoktan beri arzu edilmekte idi. Bir fırsatını bularak İstanbul’dan İzmir’e kaçmaya muvaffak oldu. Bu maceradan sonra onu, müstakil bir Türk Beyi olarak görmekteyiz.

    Çaka Bey, İzmir’e gelir gelmez, Türkmen oymaklarından birçok yiğitleri başına topladı. Bu kuvvetlerle İzmir şehrine taarruz ederek burayı Rumların elinden almaya muvaffak oldu. Bu suretle İzmir’in ilk fatihi Türkmen beylerinden Çaka Bey’dir.

    Çaka Bey fethettiği İzmir şehrinde bir Türk Beyliği kurarak hükümdarlığını ilan etti. O tarihlerde Efes şehrini de yine Türkmen Beylerinden olan Tanrıvermiş Bey zaptetmişti. Çaka Bey, İzmir’de evlendi. Bir müddet sonra bir kız çocuğu dünyaya geldi. Çaka Bey’in, Yalvaç adında bir erkek kardeşi vardı. Çaka Bey, İzmir’e ve Ege Denizi adalarına sahip olmak için bir donanmaya ihtiyaç olduğunu hissetti. Bu sebeple İzmir limanında elde ettiği ustalar vasıtasıyla bir donanma meydana getirmeye muvaffak oldu.

    Akdeniz’de Türklerin ilk denizcisi Çaka Bey’dir. Meydana getirdiği bu Türk donanması ile Ege Denizi’ne açıldı. İlk defa Türk Bayrağını Akdeniz’de dalgalandıran deniz kahramanımız olmak vasfını kazandı. Onun donanması kırk gemiden ibaretti. Bu gemilerin üstü kapalı yapılmıştı.

    Çaka Bey, bu donanması sayesinde ilk defa Foça şehrini zaptetti. Bundan sonra gemileriyle Midilli adası önüne gelerek onları harp düzeninde dizdi. Midilli Valisi Alpos’a, adanın teslimi için haber gönderdi. Kan dökülmeden bu adanın tesliminin kendisi için hayırlı olacağını bildirdi. Midilli Valisi, Türk donanmasından korkarak bir gemi ile İstanbul’a kaçtı. Türk askerleri Midilli Adasına girerek şehrin kalelerine Türk bayrakları çektiler.

    Çaka Bey Midilli’yi fethettikten sonra Sakız Adasına da asker çıkararak bu adayı da elde etti. Bir yıl sonra da Sisam ve Rodos adalarına asker çıkararak bu iki adayı da mülküne kattı. Bu suretle Ege Denizi’nin irili ufaklı adaları İzmir Türk Beyliği’ne geçmişti.

    Çaka Bey’in adaları birer birer zaptetmesi üzerine Bizans İmparatoru Aleksi Kommen, iki kumandan idaresinde bir Bizans donanmasını Akdeniz’e gönderdi. Çaka Bey’in kaptanlık yaptığı donanma, Bizans gemileriyle harbe tutuşarak birçoğunu batırdı. Diğerleri de Boğazı geçerek Marmara’ya kaçtılar. Birkaç gemileri de Türklerin eline geçti. Türklerin, Akdeniz’de Bizanslılara karşı ilk zaferleri bu deniz savaşı olmuştur. Karalarda her zaman muzaffer olan Türkler, kısa bir zamanda denizci olmuşlardı.

    Çaka Bey’in bu başarısını gören Bizans İmparatoru, bu defa meşhur kaptanlarından Konstantin adında bir amiral tayin ederek Türklerin üzerine ikinci bir donanma daha gönderdi. Bu gemilerin içinde 500 kadar da Flandr’lı şövalye vardı. Donanma, Sakız Adasına yanaşarak asker çıkardı, kaleyi muhasara etti. Kaleyi müdafaa eden Türk askerleri, düşmanı içeri sokmadılar. Bu esnada Çaka Bey, İzmir’de bulunuyordu. Düşmanın geldiğini duyar duymaz, donanmasıyla Sakız Adasına hareket etti. Gemilerin birbirine zincirlerle bağlayarak hilal şeklinde düşmana doğru ilerledi. Bunu gören Bizans komutanı, bilmediği bu yeni harp usulünden adeta ürktü. Türkler geminin içinde davul ve zurnalar çalıyorlar, kılıçlarını havada döndürüyorlardı.

    Türkler harbe gitmiyor, sanki bir bayram şenliği içinde bulunuyorlardı. Türklerin bu neşesi ve galeyanı Bizanslıların maneviyatı üzerinde tesir yaptı. Bu gemiler bir kale gibi yanaşık nizamda Bizans gemilerine yaklaşınca düşmanı bir ok yağmuruna tuttular. Sonra da yelkenlerini tutuşturmak için yağlı paçavralar atmaya başladılar. Bu hali gören Bizans, gemilerini geriye çekerek başka bir limana çekildi.

    Bunun üzerine Çaka Bey Sakız Adasına çıktı. Türklerin karşısına atlı ve zırhlı şövalyeler uzun mızraklarıyla çıkıverdiler. Türkler bunları görünce derhal kılıçlarını bellerine takarak üç sıra olmak üzere yere diz çöktüler, şövalyelerin atlarına nişan alarak teker teker vurmaya başladılar. Hepsi yaya bırakılmışlardı. Durumu gören Türk askerleri Allah! Allah! diyerek yalın kılıç şövalyelerin üzerine yıldırım gibi atıldılar. İki kuvvet birbirine girmiş, kavga şiddetlenmişti. Düşman askerleri, Türkün kuvvetle salladığı kılıçlarla üçer beşer yere devriliyorlardı. Düşman askeri paniğe uğradı.

    Çaka Bey, Sakız Harbinden de muzaffer olarak çıkmıştı.

    Çaka Bey, bu zaferleri kazandıktan sonra kafasında büyük bir plan hazırladı. Çanakkale Boğazını geçerek Trakya’yı elde edecekti. Balkanlarda yaşayan Peçenek ve Hıristiyan Oğuzlardan bir ordu vücuda getirerek İstanbul’u zaptetmeğe karar verdi. Bu planını yerine getirmek için Balkanlardaki Peçeneklerle anlaştı. Peçenekler büyük bir ordu hazırlayıp İstanbul üzerine yürüyecekleri sırada Bizans İmparatoru bu tehlikeyi önlemek üzere aslı Türk olan Kumanlarla anlaştı. Onlara büyük vaadlerde bulundu.

    Bu iki Türk kuvveti, 29 Nisan 1091 tarihinde birbirlerine insafsızca saldırdılar. Kumanlar, Peçenek Türklerini katlettiler. Evlerini yaktılar. Çocuklarına varıncaya kadar binlercesini kılıçtan geçirdiler. Çaka Bey Peçeneklere yardıma gelememişti.

    1092 yılında Çaka Bey, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçaslan’la bir dostluk kurdu. O zamanlar Anadolu’nun en kuvvetli orduları Kılıçaslan’ın kumandasında bulunmakta idi. İznik şehrini hükümet merkezi yapan I. Kılıçaslan, durmadan Bizanslıların şehirlerini zaptetmekte idi. Çaka Bey, Selçuklu Türkleriyle dostluğunu kuvvetlendirmek için kız kardeşini I. Kılıçaslan’a vermek suretiyle akraba olmuştu.

    Çaka Bey, Çanakkale taraflarını da ele geçirdikten sonra, Edremit şehrini mülküne kattı. Onun, Balkanlardaki Peçenekleri teşkilatlandırması, Çanakkale’yi alarak Marmara’ya doğru ilerlemesi, Bizans İmparatorunu fena halde ürkütüyordu. Çaka Bey’i, kuvvetle değil de hile ile yok etmeyi tasarladı. Bunu gerçekleştirmek için de Kılıçaslan’la bir anlaşma yaptı. Anlaşmaya göre Selçuklular, Çaka Bey’in Marmara’ya doğru ilerlemesine mani olacaklardı.

    Çevrilen dolaptan haberi olmayan Çaka Bey, kuvvetleriyle durmadan Marmara sahillerinde ilerliyordu. Hatta Aydos’a kadar gelmişti. Halbuki bu bölgeler Selçuklu Sultanlığı hakimiyetinde bulunuyordu. Çaka Bey, birden bire karşısında Selçuklu ordularını gördü. Çaka Bey, I. Kılıcaslan’la boy ölçüşemezdi. Bunun için Kılıçaslan’la bir müzakereye girişti. Çaka Bey’in, Selçukluların Bizanslılarla gizli bir anlaşma yaptıklarından haberi yoktu Serbestçe, akrabasının karargahına gitti. Çaka Bey, aynı zamanda Selçuklular için de artık bir tehlike olmuştu. Kendisine, Kılıçaslan’ın karargahında mükellef bir ziyafet verildi. Bu ziyafette yenilip içildiği esnada I. Kılıçaslan, birden bire kılıcını çekerek Çaka Bey’e hücum etti ve onu öldürdü.

    Bizans ve Selçuklular için bir tehlike olan Çaka Bey, bu surette ortadan kaldırılmış bulunuyordu.

    Ege bölgesinin ilk fatihlerinden olan Çaka Bey, böyle bir hilenin kurbanı olup öldüğü sırada tarih 1097 idi. Böylece, İzmir Beyliği kuruluşundan sadece 16 yıl sonra yıkılmış oldu.
  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.