üniversiteye yeni başlamıştım ve istanbul'a geleli henüz 1 ay bile olmamıştı. cerrahpaşa tıptan bir arkadaşla beşiktaş'tan bebek'e doğru uzun bir yürüyüşe çıkmıştık. boğaza bakan villaların otellerin arasında uzun bir merdivenin aşağısında köprü manzaralı, cami avlusu/ minyatür liman melezi garip bir yer vardı. orada otururken merdivenlerin tepesinden bir dayıyla bir genç belirdi. bu gizli mekanı tek keşfeden biz değildik anlaşılan. kendilerini biraz gözlemledim ve baba oğul olduklarına kanaat getirdim. biz fotoğraf çekerken kendileri bize yaklaştılar ve fotoğraflarını çekmemizi istediler. bir kaç fotoğraf çektikten sonra dayı fotoğraflara bakmak için seri adımlarla bize doğru yürüdü. fotoğraflara baktı, teşekkür etti ve bir dayı olmanın gerekliliğini yerine getirerek bize sorular sormaya başladı. sorduğu soruların arasında tabii ki nerede okuduğumuz vardı. arkadaşım büyük bir gururla öne atıldı ve "cerrahpaşa tıp!" dedi. genç başını yukarı aşağı doğrultuda hareket ettirerek tebessüm ederken dayının da gözleri parlıyordu. arkadaşımı tebrik ettikten sonra sıra bana geldi. kafalar bana çevrildi. ben de benzer bir tepki bekleyerek "itü!" dedim ama karşılaştığım tablo karşısında eğlencesine memleketteki taşra üniversitesini tercih listesine yazan ve önüne yazdığı bütün cenglerin ileri atması sonucu yazdığı taşra üniversitesine yerleşen öğrencinin sabah tercih sonuçlarına bakarken sahip olduğu ruh haline büründüm. gencin suratı nötrdü, ama asıl sorun dayıdaydı. dayı, teselli eder gibi bir yüz ifadesiyle "hııı, o da iyi okul, iyi" diyerek beni hor görmüştü. hangi bölüm olduğunu bile merak etmemişti, heralde cevher hazırlama mühendisliği okuduğumu falan düşünmüş olmalı. özgüvenimin o gün aldığı darbe sonucu artık okuduğum üniversiteyi ve bölümü söylerken utanıyorum. (gerçek bir hikayeden esinlenilmiştir.) |
Bildirim