Şimdi Ara

Victor Dragunsky - Dennis'in maceraları

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
900
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • EDİT: Devam etmemeye karar verdim. Yavaşlatıyor bayağı. Değmez uğraşmaya.


    Arkadaşlar bildiğiniz / bilmediğiniz üzere Rusça öğreniyorum. Duolingo bitince çocuk kitabı okumaya başladım. Okudukça çevireyim dedim. Her birkaç sayfada bir yeni başlık geliyor. Her gün bir başlık okurum, okudukça da çevirir buraya da yazarım.


    Orijinaline ulaşmak isteyen Google'da "Виктор Драгунский.Денискины рассказы. pdf" aratsın çıkıyor zaten.


    Yaşıyor ve parıldıyor...


    Spoiler,

    mesajı görmek için tıklayın.
    Bir akşam avluda oturuyordum, kuma yakın, annemi bekliyordum. Muhtemelen enstitüde veya mağazada oyalandı. Belki de otobüs durağında çok durdu. Bilmem. Avlumuzdaki tüm ebeveynler halihazırda gelmişti ve tüm çocuklar ebeveynleriyle evlerine gitmişti bile ve belki de çay içip simit veya peynir yemişlerdi. Ama benim annem hala yoktu.
    Pencerelerde ışıklar parıldamaya, radyolarda müzik çalmaya başladı. Gökyüzünde kara bulutlar toplanmaya başladı, sakallı yaşlı adamlara benziyorlardı.
    Yemek yemek istedim ama annem hala yoktu. Ve düşündüm, eğer annemin yemek yemek istediğini bilseydim, ve annem dünyanın ucunda bir yerde beni bekleseydi, hiç beklemeden ona koşardım ve hiç geç kalmazdım. Ve onun kumda oturup sıkılmasına sebep olmazdım.
    Bu arada avluya Mişka geldi. Dedi ki:- HarikaCevap verdim:- HarikaMişka yanıma oturdu ve oyuncak kamyonu eline aldı.- Vay! - Dedi Mişka. - Nereden aldın? Kendi başına kum alıyor mu? Almıyor mu? Kendi başına boşaltıyor mu? Evet? Peki ya kalem? O ne için? Dönüyor mu bu? Evet? Vay! Bunu eve götürebilir miyim?Dedim ki:- Hayır, veremem. Hediye. Babam gitmeden önce verdi.Mişka suratını astı ve benden uzaklaştı. Avlu daha da karardı.Annem geldiğinde kaçırmamak için kapıya baktım. Ama hala gelmemişti. (sıradaki cümleyi çevirmedim düzgünce) Gördüm ki teyze Rose ve onlar karşılaştı ve konuştular ama benim hiç düşünmediler bile. Kumlara uzandım.Mişka dedi ki:— Vermiyor musun kamyonu?— Geri çekil, Mişka.Sonra Mişka dedi ki:- Sana onun için bir Guatemala ve iki Barbados verebilirim!Dedim ki:— Barbarosla kamyonu karşılaştır.Mişka:- Peki, istersen, sana deniz simidi verebilirim?Dedim ki:— Simidin üstünde delik var.Mişka:- Sen yama yaparsın!Sinirlendim:— А плавать где? В ванной? По вторникам?- Ve yüzeyim mi? Nerede? Küvette mi? Salı günü?Mişka yeniden somurttu. Sonra dedi ki:- Peki, madem öyle! İyiliğimi bil! (evt biraz garip oldu, çeviremedim :/)Bana bir kibrit kutusu uzattı. Elime aldım.- Aç - dedi Mişka - O zaman görüceksin!Kutuyu açtım ama başta hiçbir şey görmedim, fakat sonra parlak yeşil bir ışık gördüm, sanki benden çok çok uzak bir yerde küçük yıldız yanıyordu. Ve aynı zamanda onu şu anda ellerimde tutuyordum.- Bu, Mişka - Diye fısıldadım - Bu ne?- Bir ateş böceği - dedi Mişka. - Nasıl, güzel mi? Yaşıyor, endişelenme.- Mişka, - dedim, - Kamyonumu al, eğer istersen? Kalıcı olarak, tamamen! Ve bana yıldızı geri ver, onu eve götüreceğim...Mişka kamyonumu kaptı ve eve koştu. Ben de ateş böceğime kaldım, ona baktım, baktım ama doyamadım: Ne kadar yeşil, peri masalı gibi. Ve yakında, avucumda olsa da, sanki çok uzaktaymış gibi parlıyordu... Zorla nefes alıyordum, kalp atışlarımı duyuyordum, ve burnumda ağlamak istermişçesine bir kaşıntı vardı.Ve öylece oturdum uzun, çok uzun bir süre. Etrafta kimse yoktu. Ve beyaz ışıktaki herkesi unuttum (bu ne anlama geliyor ben de anlamadım)Sonra annem geldi, çok mutlu oldum. Birlikte eve gittik. Ve çay içip bagel ve peynir yerken, annem sordu:- Ee, kamyonun nasıl?Dedim ki:- Ben, anne, onu takas ettim.Annem dedi ki:- İlginç! Peki ne ile?Cevap verdim:- Ateş böceğiyle! Burada, kutucukta yaşıyor. Işıkları kapat!Ve annem ışıkları kapattı, oda karardı. Ve birlikte soluk-yeşil ışığı seyrettik.Sonra annem ışıkları yaktı.- Evet, - Dedi, - Büyüleyici! Ama yine de, nasıl kamyon gibi değerli bir şeyi bu solucan için vermeye karar verdin?- Seni çok bekledim, - Dedim, - ve canım çok sıkıldı, ve gördüm ki bu ateş böceği, dünyadaki her kamyondan daha değerliymiş.Annem bana dikkatlice baktı ve sordu:- Peki neden, tam olarak neden daha değerli?Dedim ki:- Nasıl anlamıyorsun? Sonuçta yaşıyor! Ve parlıyor!..


    Mizah Anlayışına Sahip Olmalı


    Spoiler,

    mesajı görmek için tıklayın.
    Bir keresinde Mişka ile ben ödev yapıyorduk. Önümüzde kitapları koyduk ve baka baka yazdık. Bu sırada, Mişka'ya lemurlar hakkında konuşuyordum. Onların çay tabağına benzer, büyük gözleri olduğundan ve küçücük, çok tatlı, kalem tutan bir lemurun fotoğrafını gördüğümden bahsediyorum.Sonra Mişka dedi ki:- Yazdın mı?Dedim ki:- Çoktan- Sen benim defterimi kontrol et, ben de seninkini.Ve defterleri değiştirdik.Mişka'nın ne yazdığını gördüğümde, aniden kahkaha atmaya başladım.Bir baktım ki Mişka da aynı şekilde kahkadan yuvarlanıyor.Dedim ki:- Mişka, sen neye gülüyorsun?O:Gülüyorum çünkü, yanlış yazmışsın! Ya sen?Dedim ki:- Bende aynı sebepten gülüyorum, ama sana. Bak, yazmışsın ki "Kış geliş". Geliş de ne?Mişka kızardı:- "Geliş", muhtemelen "geldi" olacaktı. Sen de şunu yazdın "Kış Başlangıç". Başlangıç da ne?- Evet, dedim. - "Başlangıç" değil, "başladı" olacak. Hiçbir şey yazamamışsın. Yeniden yazman lazım. Bunların hepsi lemurların suçu.Ve yeniden yazmaya başladık. Ve bitirdiğimizde dedim ki:- Hadi soru soralım!- Tamam, hadi - Dedi Mişka.Bu sırada Babam geldi. Dedi ki:- Selam, öğrenci arkadaşlarım (tam arkadaşlarım değil ama Türkçe'ye çevirisi yok ingilizcedeki "fellow şeyinin sanırım)Ve masaya oturdu.Dedim ki:- Bak baba, dinle; Mişka'ya vereceğim görev şöyle: Burada iki elma var, ve üç kişiyiz, bu elmaları nasıl eşit olarak paylaştırırız?Mişka hemen somurtup düşünmeye başladı. Babam somurtmadı ama o da düşünmeye başladı. Uzun zaman düşündüler.O zaman dedim ki:- Pes mi, Mişka?Mişka dedi ki:- Pes ediyorum!Dedim ki:- Hepimizin eşit alabilmesi için, elmalardan komposto yapmalıyız. - Ve kahkaha atmaya başladım. Bunu bana Mila teyze öğretti.Mişka daha da somurttu. Sonra babam gözlerini kısıp dedi ki:- Yine çok düzenbazsın, Denis, ben de sana bir soru sorayım.- Hadi sor - dedim.Babam odada yürümeye başladı.- Peki dinle, dedi babam - Bir çocuk ilk "B" sınıfında okuyor. Çocuğun ailesinde beş kişi var. Anne saat yedide kalkıyor ve on dakika giyinmeye vakit harcıyor. Baba ise beş dakika diş fırçalıyor. Babaanne, annenin giyinmeye harcadığı süre artı babanın dişlerini fırçalamaya harcadığı süre boyunca mağazaya gidiyor. Ve dede, babannenin mağazaya giderken harcadığı süre eksi annenin kalktığı zaman boyunca gazete okuyor.Hepsi birlikte olduğunda, bu ilk "B" sınıfından çocuğu uyandırmaya başlıyorlar. Çocuğu uyandırmak, dedenin gazete okuduğu süre artı babannenin mağazadan dönüşü kadar süre alıyor.İlk "B" sınıfından çocuk uyandığında, annenin giyinmeye harcadığı süre artı babanın dişlerini fırçalamaya harcadığı süre kadar esnemeye vakit harcıyor. Ve dedenin kitap okuduğu süre eksi bölü babaannenin süresi (mağaza gidiş süresi) kendini yıkamaya vakit harcıyor. Dersine, esneme artı yıkanma eksi annenin kalkış saati çarpı babanın diş fırçalaması kadar geç kalıyor.Soru: Kim bu ilk "B" sınıfındaki çocuk, ve eğer bunlar devam ederse çocuğa kim kızacak? Herkes!Babam odanın ortasında durdu ve bana bakmaya başladı. Mişka var gücüyle kahkaha atmaya başladı ve o da bana bakmaya başladı. İkisi de bana bakıyor ve kahkaha atıyorlardı.Dedim ki:- Bu soruyu hemen çözemem, çünkü henüz bu konuya gelmedik.Başka tek kelime etmeden odadan çıktım çünkü direkt düşündüm ki bu sorunun cevabı çok uzundu ve çözene kadar okul biterdi. Odadan koridora çıktım ve merdivene çıkıp oturdum ve düşünmeye başladım. Ya bu soru benim hakkımdaysa, diye ama olamazdı çünkü ben her zaman yeterince hızlı kalkar ve oldukça kısa süre esnerim, yalnızca gerektiği kadar.Ve düşünmeye devam ettim, babam belki de benden öyle bir şey yapmamı istiyor ki hemen evden ayrılabileyim. Dışarda her zaman iş var, insanlara ihtiyaç var, özellikle genç insanlara. Dışarda dağlara çıkacağım. Ve babam bir delege ile Altay'a gelecek, beni görecek, bir dakikalığına durup diyeceğim ki:- Merhaba baba, - ve yürümeye devam edeceğim.Ve o diyecek ki:- Annenden selam getirdimVe ben diyeceğim:- Teşekkür ederim. O napıyor?O diyecek ki:- HiçDiyeceğim ki:- Belki, o tek çocuğunu unuttu?Ve o diyecek ki:- Neyden bahsediyorsun, Tam otuz yedi kilo verdi! O kadar üzgün işte!Sonra ne desem? Düşünmeye vakit kalmadı çünkü üzerime bir palto düştü ve babam hıphızlıca merdivenleri tırmandı. Beni gördü ve dedi ki:- Ah, işte buradasın! Gözlerinin hali ne? Gerçekten soruyu üstüne mi alındın?Paltoyu alıp yerine astı ve konuşmaya devam etti:- Ben tamamını kafamdan uydurdum. Dünyada ya da sınıfında böyle bir çocuk yok!(şimdi fark ettim, bunlar güya merdivendeler de ya o kıyafet dolabı olacaktı. yanlış çevirmişim ama aynı şey zaten xd)Babam beni kollarına aldı ve dolaptan çıkardı.Sonra bir kere daha bana dikkatlice baktı ve gülümsedi:- Mizah anlayışına sahip olmak gerek, - Dedi bana. Ve gözleri gülümsemeye başladı (çeviremedim) - Ama, çok saçma bir soru değil mi? E hadi, Gülsene!Ben de gülmeye başladım.O da başladı.Beraber odaya gittik.


    Şanlı İvan Kozlovski


    Spoiler,

    mesajı görmek için tıklayın.
    Karnemde hepsi beşti. Yalnızca Türkçe'm 4'tü, mürekkep yüzünden. Ne yapacağımı hiç bilmiyorum! Kalemden her zaman mürekkep akıyor. Mürekkebe kalemin yalnızca en ucunu batırıyorum ama kalemden yine hep aynı mürekkep yayılıyor. Bir çeşit mucize! Bir keresinde kağıdı öptüm, temiz temiz beş sayfa yazdım. Oldukça uğraştırıcı ama zevkliydi. Sabahleyin Raysa İvanovna'ya gösterdim ve tam ortada bir leke vardı! Nereden geldi ki? Akşamleyin yoktu! Belki, başka bir sayfadan bulaşmıştır? Bilmiyorum...
    Neyse, yalnızca beş vardı karnemde. Bir tek şarkı söyleme üçtü. O da şöyle geldi. Şarkı dersimiz vardı. Başta hepimiz nakaratı söyledik <- Sesli harfleri uzatın, arkadaşlar, sesli harfleri uzatın!..Biz de sesli harfleri uzattık ama Boris Sergeyviç ellerini çırptı ve dedi ki:- Gerçek bir kedi konseri! Hadi hepimiz tek tek yapalım.Bu demek oluyor ki hepimiz ayrı ayrı söyleyeceğiz.Boris Sergeyviç Mişka'yı çağırdı.Mişka piyanoya geldi ve Boris Sergeyviç'e bir şeyler fısıldadı.Sonra Boris Sergeyviç çalmaya başladı, Mişka da sessizce söylemeye başladı:
    Bir kartopu düştü,İnce bir buza...
    Fakat Mişka çok komik söylüyordu! Kedimiz Murizk gibi. Gerçekten öyle! Neredeyse hiçbir şey anlaşılmıyordu. Tutamadım kendimi ve gülmeye başladım.Ve Boris Sergeyviç Mişka'ya beş verdi bana baktı, dedi ki:- Peki bakalım, gel arkadaşım!Hızlıca piyanoya koştum.- Peki, ne söyleyeceksin? - Diye sordu Boris Sergeyviç kibarca.Dedim ki:- İç savaş şarkısı << Bizi savaşın göbeğine götür Budyonni >>Boris Sergeyviç kafasını salladı ve çalmaya başladı. Ama ama hemen durdu:- Çal, lütfen, daha güçlü - DedimBrois Sergeyviç dedi ki:- Sesin duyulmayacak.Ama dedim ki:- Duyulacak. Böyle!Boris Sergeyviç çalmaya başladı, ben de büyük bir nefes çekip söylemeye başladım:
    Bu şarkıyı çok seviyorum.Mas mavi gökyüzüne bakıyorum, sıcak, atlar nallarını takırdatıyor, güzel mor gözleri var, kızıl bayrak gökte dalgalanıyor.Burada mutluluktan gözlerimi bile kapattım ve var gücümle bağırdım:
    Atlarımızı sürüyoruz,Düşmanı gördüğümüz yere!Ve hava zehirleyici...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Old Mac New Clip -- 18 Haziran 2022; 11:36:2 >



  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.