Şimdi Ara

DÖRT ÖNCÜDEN BİRİ SUHEYB-İ RÛMİ

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
4
Cevap
1
Favori
431
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • DÖRT ÖNCÜDEN BİRİ SUHEYB-İ RÛMİ  

    صهيب بن سنان 


    ومن الناس من يشرى نفسه ابتغاء 

    مرضات الله والله رؤف بالعباد 

    ٢٠٧ 


    İnsanlardan öylesi de vardır ki, kendisini Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya adamıştır. Allah kullarına çok şefkatlidir. 

     Bakara Sûresi 207 

     

    • İnsanlardan öyle yiğitler var ki, onlar Allah’a canlarını ve mallarını kurban etmişlerdir. Onlar Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın yeryüzünde koymuş olduğu düzeni korumak, Allah’ın sistemini tesis etmek ve bozguncuları yok etmek için canlarını seve seve veren yiğitlerdir. Onlar canlarını ve mallarını çekinmeden feda eden Allah’ın hoşnutluğunu kendi hoşnutluklarına, rahatlıklarına, menfaatlerine tercih etmiş, Allah’ın hatırını, rızasını herşeyden üstün tutmuşlardır. Onlar Allah’ın istediği gibi yaşamış, böylece kendilerini satın almışlar, yani ebedi olarak kendilerini cehennemden kurtarmışlardır. Onlar mallarında ve canlarında Allah’ı söz sahibi kabul etmişler, Allah’tan razı olmuşlardır. yani Allah’ın gönderdiklerine razı olmuşlar, ve iradelerini Allah’ın iradesine teslim etmişlerdir. Allah ile ticaret yapmış ve ticaretlerinde kâr etmiş kimselerdir. İşte o yiğitlerden biri de Suheyb-i Rûmi(r.a). Öyle bir hayat ki bu dava uğrunda nasıl bedel ödenir, Allah ile nasıl ticaret yapılır, gerçek Peygamber sevgisi nasıl olur, ticarette nasıl kâr edilir? Bunu bize hayatıyla gösteren bir sahabe. Neden dört öncüden biri dedik Suheyb-i Rûmi için? Çünkü: Efendimizin(s.a.v) bir hadis-i şerifinde: “ Önde gidenler dört kişidir. Ben arapların ilk müslüman olanıyım, Suheyb Rumların ilki, Selman Farsların ilki, Bilal Habeşlilerin ilki.” Buyruğundan dolayı bu başlığı verdik. 

      

    Suheyb-i Rûmi Kimdir? 

    • Nübüvetten 24 yıl önce Irak'ın Musul şehri yakınlarında Fırat veya Dicle Nehri kıyısındaki bir köyde doğdu. Nemir kabilesine mensuptur. 
    • Asıl adı Ümeyre'dir. Küçükken Rumlara esir düştü ve Rumlar kendisini arap kabilelerinden kelb kabilesine sattı. Satın alan arap kabilesi Suheyb kırmızı saçlı sakallı olduğundan ismini Suheyb olarak değiştirdi. Suheyb -kırmızıcık- demek. 
    • Babası Sinan b. Malik’tir. Babası veya amcası Basra'ya yakın Übülle valisiydi. 
    • Annesi Selmâ bint. Ka’îd 
    • Küçükken Rumlar'a esir düştüğü için arapçaya dili iyi dönmezdi. 
    • Yüzü ve teni çok kırmızı olan bir adamdı. Boyu ne uzun ne de kısaydı ama kısaya daha yakındı. 
    • Bedir, uhud, hendek başta olmak üzere bütün seferlere Hz. Peygamber(s.a.v) ile birlikte katıldı. 
    • Müslüman olduğunu açıklayan ilk 7 kişiden biri. 
    • Tüccar, iyi okçu misafirperver, takvalı, güzel ahlaklı, çok da şakacı bir sahabedir. 
    • Hicretten sonra Ümmü Seleme annemizin kız kardeşi, Rayta bint Ebi Ümeyye ile evlenmiş Efendimiz(s.a.v) ile bacanak olmuştur. 
    • Habib, Hamza, Sad, Salih, Sayfi, Abbad, Osman, Muhammed adlarında 8 tane oğlu olmuştur. 
    • 30 Tane hadis rivayet etmiştir. Aynılarını çıkartırsak 27 tane hadis rivayet etmiştir. Bunlardan üçünü İmam Müslim sahihine almıştır. Rivayet ettiği hadisler Kutubu sittede de yer almış. 
    • Allah Rasulü'nün(s.a.v) hicretten sonra ev hediye ettiği iki kişiden biridir. Diğeri ise Erkam b. Ebil Erkam. 
    • İki amcası, kız kardeşi ve bir de hz. Osman'ın kölesi olan amcasının oğlu Hurman b. Elman dışında Mekkede kimsesi yoktu. 
    • Şevval 38'de(Mart 659) Medine'de vefat etti. Cenaze namazını Sa'd b. Ebi Vakkas kıldırdı. Bakî mezarlığına defnedildi. 

     

    -İslam Öncesi Hayatı- 

    İslam tarihi kaynaklarında Suheyb b. Sinan, halk arasında ise Suheyb-i Rûmi olarak bilinen Suheyb(r.a)  nübüvetten 24 yıl önce Irak'ın Musul şehrinde Fırat veya Dicle kıyılarında bir köyde doğdu. Nemir kabilesine mensuptur . Çok küçük yaşlardayken Rumların o bölgeye yaptıkları saldırıda esir edildi. Rum kültürüyle büyüyen Suheyb-i Rûmi(r.a) gençlik çağında arap kabilelerinden Kelb kabilesi tüccarlarına satıldı. Kelb kabilesi, Suheyb-i Rûmiyi Mekke’ye götürdü. Burada Hz. Ebubekir’in babasının amcasının oğlu, aynı zamanda hılfu'l fudûla ev sahipliği yapmış olan Abdullah b. Cud'ân et-Teymî onu satın aldı. Tüccar olan Abdullah b. Cüd'an, Suheyb-i Rûmi’de ki ticari zekayı fark edip onu kölelikten azad etti. Daha sonra ise onu kendi ticaretine ortak yaptı. 

    Allah Resulü ile nübüvetten önce tanışmış ve arkadaşlık etmişler. Zaman zaman da Allah Rasûlü ile sohbetleri olmuştur. 

     

    -İslam ile Şereflenmesi- 

    Hz. Peygamberin(s.a.v) özel davet yıllarında, özel davetler yapıyordu. Yani işin başlangıcı olduğu için yük olacak olanları değil, yük alacak adamları davet ediyor, aynı zamanda toplumda etkili olan kişileri seçiyordu. Her kabile ile ayrı ayrı ilgileneceğine her kabileden birini kazanıp  onun kendi kabilesi içerisinde davet çalışması yapmasını sağlıyordu. Benî Teym'den Hz. Ebubekir, benî Ümeyye'den Hz. Osman, benî Hâris’ten Ebû Ubeyde b. Cerrah, benî Zühre'den Abdurrahman b. Avf, benî Adî’den Sâid b. Zeyd... gibi.  

    Daha nübüvvetin ilk günlerindeyken Efendimiz’in(s.a.v) peygamberliği Mekke sokaklarında ki tek gündem olmuştu. O günlerde henüz 24 yaşında bir genç olan Suheyb-i Rûmi(r.a) sağdan soldan duyduğu sözler ile değil bilakis bizzat olayı sahibinden duymak ister. Ancak burada birşeye dikkat çekmek isterim. Suheyb-i Rûmi toplumun dediği doğrudur, toplum öyle diyorsa öyledir, bu kadar kişi yanlış da bir Muhammed(a.s) mi doğru? Gibi söylemler asla söylemiyor, bizzat olayın sahibinden meseleyi dinlemek istiyor. Bugün maalesef birçok müslüman özellikle internetin yaygınlaşmasıyla sosyal medya da hemen bir haber görünce, bir hoca hakkında, bir gazeteci hakkında, bir siyasetçi hakkında veya bir fikir adamı hakkında hiç araştırmadan bizzat olayı yaşayan kişiden dinlemeden ön yargıyla yaklaşıyor. Halbuki Hz. Suheyb (r.a) bize bu konuda çok güzel bir örneklik sergiliyor ve meseleyi bizzat sözün sahibinden dinliyor. Bu şekilde Suheyb-i Rûmi(r.a) Efendimiz’in(s.a.v) safa tepesindeki, Erkam'ın evi olan darul erkamda olduğunu öğrenip gizlice oraya gitti. Evin kapısına vardığında Ammar b. Yasir ile karşılaştı. Ammar kendisine ne amaçla geldiğini sordu. Bunun üzerine Suheyb-i Rûmi aynı soruyu Ammar b. Yasir'e sordu sen ne için geldin diye. Ben Muhammed’in(s.a.v) huzuruna girip onun sözünü dinlemek istiyorum Suheyb(r.a) dedi ki: Ben de öyle yapmak istiyorum dedi ve Allah Rasûlü’nün (s.a.v) huzuruna girdiler. Ama dikkat ederseniz, iman etmek için geldik demiyor, sözünü dinlemek için geldik diyor. Yani tâsup da(körü körüne kabul etmek) yapmıyorlar. Sahabe, sözünü dinleyelim diyor. Bugün şeyhim ne derse doğrudur, falanca siyasetçi ne derse doğrudur diyenlerin kulağı çınlasın!  Sahabe ne mekkeli müşrikler ne derse doğrudur, ne de Muhammed(a.s) ne derse doğrudur. Demiyor. Bizzat dinleyelim diyorlar. Çünkü: Her ikisi de tâsuptur. Ve İslam tâsuba karşıdır. Allah(a.c) böyle bir inanç da istemiyor bizden. Usul çerçevesinde işin hikmetini sorgulamamızı istiyor. Nitekim alim ile cahil de orada ortaya çıkıyor. Âlim de biliyor namaz farz, oruç farz; zina haram, içki haram cahil de ama aralarındaki fark âlim hikmetini biliyor, cahil bilmiyor. İşte bu düşünce içerisinde Allah Rasûlü’nün(s.a.v) huzuruna girdiler, Efndimiz’i (a.s) dinlediler ve ikisi birden o gün o evde iman ettiler. Suheyb-i Rûmi (r.a) o gün darul erkam’da Müslüman oldu. Ve içeride henüz 30 civarında sahabe vardı. O gün orada akşamladılar ve gizlice akşam oradan ayrıldılar.  

     

    -Suheyb (r.a) İşkence Görüyor- 

    Şimdi asıl olay başlıyor. Çünkü: Müslüman olmak demek “müslüman oldum, işim bitti”. Demek değil. Müslüman olmak demek, sorumluluk almaktır ve teslim olmaktır. Nitekim Müslüman kelimesi, teslimiyet kelimesi ile aynı kökten gelir. "س-ل-م(S-L-M)” yani müslüman olmak teslim olmak demek. Bir insan hem teslim oldum hem özgürüm diyebilir mi? Elbetteki diyemez. Aynı şekilde müslümanlık da böyle. İman ettiğin zaman Allah’ın hükümlerine, emir ve yasaklarına teslim olacaksın Allah’tan başka hiçbir otorite, hiçbir ideoloji, hiçbir sistem kabul etmeyeceksin, yalnızca Allah’ın istediği gibi bir kul olacaksın. Bu da haliyle ekabir takımlarının, mazlumlar üzerinden kazanç sağlayan kan emicilerin işine gelmez. Nitekim Mekke’nin ekabir takımılarının, kara yüzlü adamlarının da işine gelmiyordu. Bundan dolayı bazı Suheyb-i Rûmi'yi (r.a) seven iyi niyetli kimseler dediler ki:” Ey Suheyb senin Mekke’de kimsen yok kavmin yok, güçlü değilsin. Bu yüzden imanını gizle.” Gerçekten de Suheyb’in(r.a) iki amcası, kız kardeşi ve Hz. Osman’ın kölesi olan Hurman b. Elman dışında Mekke’de kimsesi yoktu. Bundan dolayı bazı iyi niyetli dostları onu uyardı. Mekke'nin kara yüzlü adamları bunu duyarsa sana zulmederler dediler. Ama buna rağmen Suheyb-i Rûmi(r.a) herşeye rağmen imanını açıkladı ve imanını açıklayan ilk yedi kişiden biri oldu. Kendisine zulmedileciğini bile bile imanını açıkça haykırıyordu. Zaten sahabe bunları ve daha bunların misli mislini göze alıyordu. İman kendisinde bir hale dönüşmüştü, yerinde duramıyordu. Zaten iman insanı yerinde durduramaz, harekete geçirir, mesuliyet(sorumluluk) duygusu kazandırır. 

    Mekke’nin müşrikleri, ne zaman zayıf, akrabası olmayan birinin iman ettiğini duysalar, hemen ona zulmederlerdi. Aynı şekilde Mekke’de çok fazla akrabası olmayan, hâmisi olmayan zayıf durumda olan Suheyb-i Rûmi’nin(r.a) müslüman olduğunu duyan Mekke liderleri çılgına döndü ve işkencelere başladılar. Güneşin tepede olduğu vakitlerde, Suheyb’e(r.a) demirden zırhlarlar giydirerek kızgın güneşin altında bekletiyorlar, bayılıp yere yığılıncaya kadar kendisine işkence ediyorlardı. Ama buna rağmen geri adım atmıyordu Hz. Suheyb(r.a). Daha öncede söylediğimiz gibi zaten Suheyb-i Rûmi(r.a) bu ve bunun gibi nice şeyleri daha işin başında göze almıştı, hatta canını bile bu yolda hiç çekinmeden verebilirdi. 

     

    -Hakkında Ayetler İniyor- 

    Suheyb-i Rûmi(r.a) hakkında sadece en çok bilinen, hicret sırasında nazil olan Bakara sûresi 207. ayeti değil, birçok ayet nazil olmuştur. Mesela: Hucurat sûresi 11.ayet, Nahl sûresi 41. ve 42. ayetler, Nahl sûresi 110. Ayet ve şimdi sebebi nuzulunu zikredeceğimiz En'am sûresi 52-54. ayetler... 

    Hz. Peygamber'in Suheyb-i Rûmi, Ammâr b. Yâsir, Abdullah b. Mes'ûd, Bilâl-i Habeşî (r.anhum) gibi bazı yoksul ve kimsesiz kimseler ile birlikte bulunduğu bir vakitte, Mekke’nin ileri gelenleri, Mekke’nin ekabir takımı Efndimiz’e(s.a.v) gelip dediler ki: Ey Muhammed(a.s) biz seni dinleyeceğiz ama yanındakileri kov! Zira biz köle ve fakirlerle aynı ortamda bulunmayız. Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v), “ben müminleri kovamam” cevabını verince, bari biz geldiğimizde ayakta dursunlar dediler. Yani kibir insanı böyle iğrenç bir hale getiriyor. Yeter ki aralarında bir fark olsun. Bunun üzerine Efendimiz(s.a.v) islamı bu vesile ile belki Mekke’nin ileri gelenlerine anlatabilirim, acaba yanımdan uzaklaştırsam mı? Diye henüz aklından geçirmişti ki Allah(a.c) En'am sûresi 52-54. Ayetleri gönderdi. “Rablerinin rızâsını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesaplarından sana sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara sorumluluk yoktur ki onları uzaklaştırıp da zalimlerden olasın.”(En'am Sûresi, 52. Ayet). Allah(a.c) Resulü’nü(s.a.v) uyarıyor. Aslında bu olay üzerinden bizlere çok önemli mesajlar veriyor. Denilmek isteniyor ki: İslam dininde insanın, mevkisine, zenginliğine veya soyuna göre değil, iman zenginliğine yani Allah’a(a.c) saygı ve ruh yüceliğine göre değer taşır. Aynı zamanda “Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin.”(Kalem Sûresi 4. Ayet) Hz. Peygamber’in(s.a.v) yüce ahlâkının,  Kur'an ilkelerine göre şekillendirdiğini göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. İşte Rabbimiz bu ayet-i kerime ile islamın insana ne denli kıymet verdiğini birkez daha vurgulamış oldu. Hiçbir ideoloji, hiçbir beşeri sistem insana İslam kadar değer vermemiştir. İşte bu şekilde Efendimiz(a.s) hiçbir zaman müminleri yanından kovamadı.  

    Aradan yıllar geçtimişti, medineye hicret edildi, ve daha sonra hicretin 8. yılında Mekke’nin fethi olduğu günlerde, Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî ve Bilal-i Habeşi oturmuş, muhabbet ediyorlardı. Derken yanlarından Ebû Süfyan geçti. Birbirlerine dediler ki: “İçimizden birinin kılıcı, Allah adına bu Allah düşmanının işini bitiremedi...” Onların bu konuşmalarını Hz. Ebûbekir(r.a) duydu ve onlara dönüp dedi ki: “Siz nasıl Kureyş'in büyüğü, efendisi için bu sözü söylersiniz?” Onlar, bu sözü söylediklerine pişman oldular. Burada şöyle birşey akla gelebilir. Hz. Ebûbekir(r.a) neden henüz iman etmemiş olan birine karşı böyle bir savunma yaptı? Çünkü: Onların bu sözleri Ebû Süfyan’ın müslüman olmasına engel olmasın diye. Bunun üzerine Hz. Ebûbekir(r.a) Efendimiz’e(a.s) geldi ve olanları anlattı. Efendimiz(a.s): “ Ne yaptın sen Ebûbekir! Ben bir defasında Mekke'nin büyüklerine İslamın mesajını ulaştırmak için onları yanımdan uzaklaştırmayı sadece içimden geçirdim, Allah bana ayet indirdi ve beni uyardı. Koş git onların gönüllerini al; eğer onlar sana kırılmışlarsa, yani onları gücendirmişsen Rabbini gücendirdin demektir; Allah yine ayetler gönderecektir.” Hz. Ebûbekir bunu duyunca, göz yaşları içerisinde bu üç sahâbînin yanına gidip dedi ki: “ Kardeşlerim! Biraz önce söylediğim sözlerden dolayı sizleri gücendirdim mi? Vallahi benim amacım sadece iman yoluna giren Ebû Süfyan’ın imana yürümesine engel olmasın diye size o sözleri söyledim. Hakkınızı helal edin ve bana gücenmeyin.” der. O üç sahâbî de gücenmediklerini ve haklarını helal ettiklerini söyleyip Hz. Ebûbekir'i teskin ettiler. Yani öyle bir hayat ki âdeta Allah(a.c) tarafından koruma altına alınmış ne yaptı ki? Suheyb-i Rûmi, böyle bir şerefe erişti. Sen Allah için çalışırsan, onun dinini yeryüzünde tesis etmek için uğraşırsan, bu dava uğrunda malından ve canından vazgeçip her türlü bedeli ödemeyi göze alırsan kainatın padişahı olan Allah da(a.c) bizzat ayet indirerek seni korur, sana laf gelmesini engeller.  

    Bu olaylar ışığında Efendimiz’in de (a.s) şu hadis-i şerifini daha iyi anlıyoruz: “ Bir kimse Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa, bir ananın evladını sevdiği gibi Suheyb ‘i sevsin.” “Suheyb'e kızmayınız.” 

    İşte bu şekild Allah Rasulü(s.a.v) Efendimiz Suheyb’e kızılmamasını emrediyor, çünkü: Her an ayet inebilir. 

     

     

    -Hicret Ve Kârlı Ticaret- 

    Allah(a.c): “Ey inanan kullarım! Benim arzım geniştir; o halde yalnız bana kul olmakta sebat edin.”( Ankebût Sûresi 56. Ayet) buyurmaktadır. Yani bulunduğunuz yerler de islamı yaşamanıza engel olan şeyler varsa, Rabbimiz yeryüzünün geniş olduğunu bizlere hatırlatıyor. Hicret, sadece ülkeyi veya bir memleketi terk edip gitmek değil. Mesela bir arkadaş ortamı var, kişi ne zaman onlarla bir araya gelse, onu Allah’tan uzaklaştırıyorlar. boş şeylere, Allah’ın(a.c) razı olmadığı şeylere yönlendiriyorlar. İşte böyle ortamları da terk etmek hicrettir. Nitekim Efendimiz(a.s): “ Muhacir, hatalardan ve günahlardan hicret edendir.” Buyuruyor. Yani hicret kaçış değil, mekteptir. Hicret daha güçlü dönmek için terk etmektir. Cihada hazırlanış, güç-kuvvet toplama evresidir. Bu şekild Suheyb-i Rûmi(r.a), dinini daha iyi yaşamak için, kendisini engelleyen faktörlerden kurtulma ve hicret mektebinde yetişmek için hicret etmeye karar verdi. 

    Ebu Nuâym isimli bir alimimizin aktardığı bir rivayete göre, aslında Suheyb-i Rûmi de(r.a) Efendimiz(a.s) ve hz. Ebûbekir(r.a) ile beraber hicret edecekti. Ama Suheyb-i Rûmi’nin hicret edeceğini anlayan Mekkeli’ler, bir grup genci Suheyb-i Rûmi’nin evinin önüne diktiler. Bundan dolayı Suheyb-i Rûmi(r.a) gecikince, Efendimiz(a.s) ve Hz. Ebûbekir(r.a) hicret etmek durumunda kaldılar.  

    Suheyb-i Rûmi(r.a) Mekkeli’lerin kendisini izlediklerini fark edince, sanki rahatsızmış gibi bir görünüm vermek için , ikide bir lavaboya gidip gidip geliyordu. İçlerinden bir tanesi: “Görmüyor musunuz? Hubel(onların Rab yerine koydukları en büyük putları) onun karnına hastalık vermiş, Suheyb(r.a) bu halde bir yere gidemez.” Dedi. Bunun üzerine dağıldılar. Planını başarıyla uygulayan Suheyb-i Rûmi(r.a) yola çıktı. Bunu fark eden müşriklerden biri, diğerlerine haber verdi ve gelip Suheyb-i Rûmi’nin(r.a) gitmesine engel olmak istediler. Suheyb-i Rûmi(r.a) onlara dedi ki:” Ey Mekkeli'ler! Beni iyi tanırsınız, ben sizin en iyi ok ataıcınızım. Eğer beni bırakmazsanız, oklarım bitinceye kadar size atarım, oklarım bitince de kılıcımı çekip sizinle savaşırım. Bunun üzerine Mekkeli müşrikler dediler ki:” Ey Suheyb! Bizim yanımıza geldiğinde fakir biriydin. Malın bizim yanımızda çoğaldı ve bizim sayemizde zengin oldun. Şimdi de malınla birlikte burdan ayrılacaksın öyle mi? Vallahi böyle olmaz.” Onlarının akıllarının sadece ceplerinde ve midelerinde olduğunu anlayan Suheyb-i Rûmi(r.a) onlara dedi ki: “Bütün malımı size bıraksam yolumu açıp beni serbest bırakır mısınız.” Onlar da: Evet dediler. Bunun üzerine bütün malını-mülkünü onlara bıraktı ve hicret için yola koyuldu. Ama bu nasıl bir bedel ödemek? Bir adam bütün malını mülkünü Muhammed’e(a.s) kavuşmak için veriyor. Zaten inanmak da bu değil miydi? İnandığın dava uğrunda canından ve malından vazgeçmek değil miydi? Bu şekilde Suheyb-i Rûmi(r.a) kuba’ya gitmek üzere yola çıktı. Ama Suheyb(r.a) medine’ye ulaşmadan Allah(a.c), Cebrâil(a.s) ile Bakara Sûresi 207. Ayetini gönderdi ayet diyordu ki: “İnsanlardan öyeleleri de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini ve malını fedâ eder. Allah da kullarına şefkatlidir.”(Bakara Sûresi 207. Ayet) Bu ayet gelince Efendimiz(a.s): “ Müjdeler olsun! Ey Ebû Yahya, Müjdeler olsun! Ey Ebû Yahya, Müjdeler olsun! Ey Ebû Yahya.” (Ebû Yahya, Suheyb-i Rûmi’nin künyesi) Üç defa tekrarladı.  

    Suheyb-i Rûmi(r.a), zoru yolculuktan sonra kuba’ya ulaştı. Kendisini karşılayan Hz. Ebûbekir(r.a), bu müjdeyi kendisine haber verince, bütün yorgunluğu gitti ve çok sevindi. Ama burada birşeye dikkat çekmek isterim. Dikkat ettiyseniz, Suheyb-i Rûmi(r.a) hakkında inmiş olan bu ayette, gerekse de yukarı da zikrettiğimiz ayetlerde Allah(a.c) Suheyb-i Rûmi’nin(r.a) ismini zikretmiyor. Aslında bu Kur’an-ı Kerim’in genel üslubudur. Bunun temel de iki sebebi var. Biri, denilmek isteniyor ki, şahıslara odaklanmayın. Önemli olan olaylar ve mesajlardır. Diğeri ise, eğer sizde Allah yolunda canınızdan ve malınızdan vazgeçerseniz, siz de bu ayetin kapsamına girersiniz. 

     

    -Suheyb(r.a) Efendimiz(s.a.v) İle Şakalaşıyor- 

    İslam tarihi kaynaklarında çok şakacı olduğu söylenen Suheyb-i Rûmi’nin(r.a) zorlu hicret yolculuğunda gözleri rahatsızlanmış, ağrıyordu. Aynı zamanda çok acıkmıştı. O halde iken kuba’ya Hz. Peygamber’in(s.a.v) yanına gelmişti. Efendimiz’in(s.a.v) yanında Hz. Ebûbekir ve Ömer(r.anhume) vardı. Külsûm b. Hidm adındaki bir hanım yaş hurma getirmişti. Hurmaları gören Suheyb-i Rûmi(r.a) hurmalara daldı. Bunu gören Hz. Ömer(r.a) dedi ki:” Ey Allah’ın Resulû Suheyb’i görüyor musun? Gözleri iltihaptan kapanmış olduğu halde hurmaları nasıl da yiyor?” dedi. Allah Resûlü de(s.a.v): “ Gözlerin iltihaptan kapanmış olduğu halde hurma yiyorsun, öyle mi?” deyince Suheyb de(r.a): “ Ancak onları gözümün sağlam tarafı ile görüp yiyorum.” Dedi. Bunun üzerine Allah Resulû(s.a.v) tebessüm etti. Hatta azı dişleri gözükene kadar güldüğü rivayet edilir. Ama burada dikkat edilmesi gereken nokta, Efendimiz'in(s.a.v) üslubu. Allah Resûlü(s.a.v) asla ama asla hiçkimseye aynı muameleyi yapmadı. Kişiye göre muamele yaptı. Ciddi insanlar ile ciddi şakacı insanlar ile de şakalaşarak iletişim kurdu.  

     

    -Hz. Ömer’in(r.a) Suheyb’de(r.a ) Şaşırdığı Üç Şey- 

    Suheyb-i Rûmi(r.a) Rumların yanında yetiştiği içinde dili bozulmuş arapçayı çok iyi konuşamazdı. Bir gün “ya nas ya nas"(ey insanlar)! Diye bağırdı. Bunun üzerine Hz. Ömer de(r.a) Suheyb’in(r.a) yanına geldi. Dedi ki: “Ey Suheyb! Ne oldu? Neden insanları topluyorsun?” diyince, Suheyb(r.a): “Ben hizmetlimi çağırdım.” Dedi Suheyb-i Rûmi’nin(r.a) hizmetlisinin adı Yahnes. Ama aksanı bozuk olduğundan dolayı Yahnes diyeceğine, ya nas diyordu. İşte bu şekilde Suheyb-i Rûmi’nin(r.a) dili biraz sıkıntılıydı. Ama o öyle bir Kur'an öğrenmişti ki, Hz. Ömer(r.a) vefat edeceği zaman; yeni halifenin seçilmesine kadar 3 gün boyunca yani tam 15 vakit namazı kıldırmasını vasiyet etti. Ve Hz. Ömer(r.a) vefat ettiğinde de namazı Suheyb(r.a) kıldırmıştı.  

    Bir gün Hz. Ömer(r.a) dedi ki: “Ey Suheyb! Sen de Şaşırdığım üç şey var.” Suheyb(r.a): “Nedir o üç şey Ey Ömer!” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a): “Dilin yabancı ama sen Arab'ım diyorsun. Yahya diye bir oğlun yok; ama sen Ebû Yahya'yım diyorsun. İsrafın haram olduğunu biliyorsun, ama misafirlerine israf derecesinde ikram ediyorsun.” Bu söze karşılık Suheyb(r.a) şu cevabı verdi: “Ey Ömer! Benim aslım Araptır; ancak ben çocukken Rumların içinde büyüdüğüm için dilim bozuldu. Ebû Yahya künyesine gelince... Vallahi ne için verdiğini bilmiyorum ama Efendimiz(a.s) bana bir gün böyle hitap etti. O kadar hoşuma gitmişti ki o günden sonra kendime başka künye takmayı hoş görmedim. Misafire ikrama gelince, ben Efendimiz’den(a.s) bunu gördüm, bunu işittim. O demişti ki: Ne kadar ikram edersen et onlara; o israf değil; bir ikramdır, bir ihsandır.” 

    İşte böyle bir hayat sahibi. Hayatının her zamanı mücadeleyle, fedakarlıkla geçirmiş olan Suheyb-i Rûmi(r.a); Hicretin 38. Yılı, Şevval ayında( Mart, 659) 73 yaşlarında Medine'de vefat etti. Cenaze namazını Sa'd b. Ebî Vakkas kıldırdı. Ve birçok sahabe efendimizin defnedildiği, Cennetü'l-Bakî'ye defnedildi. 

     

    Yararlanılan Kaynaklar: 

    • İmam Müslim, Fezâilü's Sahâbe, S. 45-46 
    • İbn Hacer El-Askalanî, El İsabe Fi Temyizi's Sahâbe 
    • İbn Abdilberr, El-İstîâb Fi Ma'rifeti'l-Ashâb, 2, S. 728,729,732 
    • Vâhidî, Esbâb-ı Nüzûl S.196 
    • Süyûtî, Lübâbü'n-nukül Fi Esbâbi'n-nüzûl 
    • Kurtubî, El-Câmi'li-Ahkâmi'l-Kur'ân 
    • Ebû Nuaym El-İsfehânî, Hilyetü'l-Evliyâ, 1. S. 148 
    • Ali Küçük, Besâiru'l Kur'ân Tefsiri 
    • Beydvî, Beydavî Tefsiri 
    • Süyûtî, Ed-Dürrü'l-Mensûr Fi’t-Tefsir Bil-Mesur 
    • İbnü'l Esîr, El-Kamîl Fi't-Târîh 
    • TDV İslâm Ansiklopedisi, Suheyb b. Sinân Maddesi 
    • DergiPark, Suheyb Er-Rûmî Maddesi 
    • İbn Sa'd, Tabakātü'l-Kübrâ 
    • Muhammed Emin Yıldırım, Sahabe İklimi, 1. 

     

    HÜSEYİN ATEŞ 








  • 
Sayfa: 1

Benzer içerikler

- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.