Şimdi Ara

Celal Şengör'ün Black Live Matter ile ilgili Fatih Altaylı'ya gönderdiği mektup

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
7
Cevap
0
Favori
381
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Celal Şengör'ün Fatih Altaylı'ya gönderdiği mektup.



    “Sevgili Fatih,



    Başından beri dünya basınından ‘Black Lives Matter’ (BLM), yani ‘Zenci yaşamlar önemlidir’ hareketini ve bunun sonuçlarını takip etmeye çalışıyorum.

    Kölecilik insanlığın en büyük utançlarından biridir ve savunulacak hiçbir yanı yoktur. Tarihi insanlık tarihinin ilk dönemlerine kadar uzanan bu tiksindirici ticaret günümüzde dahî tam olarak ortadan kaldırılabilmiş değildir ve onunla mücadele etmek kendine uygar diyen her insanın görevleri arasındadır.

    Düşün ki, ben kendi ailem içinde dahî, bir zamanlar Habeşistan’dan köle olarak getirilmiş Nayleka (Naile) isimli zenci bir kadını tanımıştım. Gerçi ben tanıdığımda, Nayleka elbette artık köle değildi, ama yaşamına Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında köle olarak başlamıştı (köleyken Yavuz zırhlısında aşçı yamağı olarak çalışmış!); âzâd edildikten sonra (veya az önce) Preveze’de anneannemin bakıcılığını yapmış ve sonra aile içinde kalmış. Yani kendi toplumumuzda bile kölelik kurumu 20. yüzyıla kadar uzanır!



    Ancak, BLM hareketinin yol açtığı şiddet, vandalizm ve tarihi, bazı belgeleri, anıtları yok ederek baştan yazma çabaları, giderek tamiri mümkün olmayacak zararlara sebep olmaktadır. Bu cümleden beni en çok üzen, hattâ hiddetlendiren olay geçenlerde ABD’nin Virginia eyaletinde Kolomb’un bir heykelinin tahrip edilmesi olmuştur. Bunu Chicago’da iki Kolomb heykelinin indirilmesi izledi. Bu barbarca harekete sebep olarak gösterilen şey de Kolomb’un katliam yapmış olmasıdır.

    Bir kere Kolomb’un herhangi bir katliamdan sorumlu olmadığı gerçeği ile başlayayım. Tabiî Kızılderililerle ortaya çıkan bazı anlaşmazlıklar nedeniyle her iki taraftan da insanlar öldürülmüştür. Ancak Kolomb’un Kızılderililere fena muamele ettikleri için beş İspanyol asilzadesini astırdığını unutmayalım. Ama şu da unutulmasın ki Kolomb ilk seferinden döndükten sonra, (hangi ada olduğundan hâlâ emin olmadığımız) Gunahani’de bıraktığı bir grup Avrupalının tamamı Kızılderililer tarafından katledilmiştir.



    Orta Amerika’da daha sonra yapılan korkunç katliamın haberlerini de bunu şiddetle tenkid eden Bartolomé de las Casas (1484-1566) ve Alvar Nuñez Cabeza de Vaca (?1488/1492-?1557-1560) gibi insancıl İspanyol yazarlardan almışızdır.

    Katliamın sebebi ise Katolik papazlarının ‘Kızılderililer Kutsal Kitap’ta yok, dolayısıyla bunlar insan olamazlar’ iddiasıdır. Bilhassa Yucatan psikoposu Diego de Landa’nın (1524-1579) tüm bir Maya kütüphanesini yaktırması ve Kızılderililere Avrupa’da engizisyonu bile aratacak derecede işkence etmesi benzer felâketlerin tetiğini çekmiştir. Din adamlarının sebep olduğu bu tür fecî davranışları Kolomb’a mâl etmek tarihi kökünden tahrif etmek demektir. Kaldı ki Kolomb sadece Amerika kıt’asını keşfetmekle kalmamış (Voltaire onun için ‘Yaradılışın ürünlerini ikiye katladı’ dememiş miydi?) manyetik deklinasyon veya Sargasso Denizi gibi bazı önemli coğrafî keşifleri de yapmıştır.

    Kolomb’un bir coğrafyacı olarak büyüklüğünü anlamak için Alexander von Humboldt’un Examen Critique de l'Histoire de la Géographie du Nouveau Continent et des Progrès de l'Astronomie Nautique au XVe et XVe siècles (1814-1834 : Yeni Kıt’anın Coğrafyasının Tarihi ve 15. ve 16. Yüzyıllarda Seyrüsefer Astronomisinin Gelişmesinin Eleştirel İncelemesi) adlı beş ciltlik eserini okumak gerekir. Bu kitap daha sonra üç cilt olarak Almanca’ya çevrilmiştir. Bu tercüme 2004 senesinde de tek bir cilt olarak bir atlas ile birlikte tekrar basılmıştır.



    Amerika Kızılderililerinin insan hakları ise ilk defa yukarıda isimlerini andığım iki İspanyol tarafından ele alınmıştır. Daha sonra bugünkü ABD’nin güneybatısını ve bu arada Büyük Kanyonu keşfeden Francisco Vázquez de Coronado (1510-1554) ve Garcia López de Cárdenas (doğumu yaklaşık 1500; ölümü bilinmiyor) isimli kâşifler haksız yere kızılderililere kötü davrandılar diye vatanları İspanya’da mahkeme edilerek mahkûm edilmişlerdir.



    Burada Kızılderililer için kendilerinin kullandığı ‘yerli’ (indigenous) kelimesini kullanmadığıma dikkat etmeni istirham ederim. Bunun nedeni Amerikan Kızılderililerin Amerika’nın yerlisi olmamalarıdır. İnsanlar Amerika’ya ilk defa Buzul Çağı döneminde Bering kara köprüsünün oluşması esnasında geçmişlerdir. Yani Avrupalılar ne kadar Amerika kıt’asının ‘yabancısı’ iseler, Asyalı olan Kızılderililer de o kadar yabancısıdırlar. Onun için Amerika kıt’asındaki pek çok ülkede kutlanan Kolomb Günü’nü (Jüliyen takviminde 12 Ekim 1492; Gregoryen takviminde bu 21 Ekim’e tekabül eder) ‘indigenous people’s day’ (=yerli insanlar günü) olarak değiştirmeye kalkmak abesle iştigalden ve tarihe ihanet etmekten başka bir şey değildir. Hele hele Kızılderililerin beyazlar gelene kadar doğa ile uyum içinde yaşadıkları iddiaları, Kuzey Amerika’daki büyük memeli faunasının soyunun tüketilmesinde oynadıkları rol veya Orta Amerika’da toprağı tamamen verimsizleştirdikleri gerçeği düşünülürse acı bir şakadan başka bir şey olarak algılanamaz (Meksika’da yüzlerce Mamutun öldürüldüğü tuzaklardan bir tanesi daha yeni bulundu). Sukuamiş ve Duvamiş kabilelerinin reisi Seattle’ın (1786-1866) 1854’te Washington Arazisi Genel Valisi Isaac Ingalls Stevens’in (1818-1862) önünde yaptığı ve günümüzdeki tüm çevrecilerin en önemli reklam araçlarından biri olan meşhur konuşmasının ise 20. yüzyılda uydurulmuş bir metin olup, reisin esas konuşmasından çok farklı bir belge olduğu isbat edilmiştir (bilhassa Denise Low’un 1995 yılında American Indian Quarterly dergisinde yayımlanmış olan makalesine bkz. cilt 19, ss. 407-421 doi:10.2307/1185598)



    Bu mektubumu genç yaşında vefat eden William A. Henry, III’ün tamamen katıldığım şu sözleriyle bitirmek istiyorum:



    ‘ Tarihsel mirasımızı emanet ettiğimiz üniversiteler ‘tek taraflı savunma’ diyebileceğimiz sıkı bir dogmanın etkisine teslim olmuşlardır. Bu sözümona bilimsel çalışmalar aslında tarihi yakınmaları ortadan kaldırmak amacıyla bazen geçmişi kasıtlı olarak tahrif edip onu baştan yaratmaya yöneliktir.’ (Henry, In Defense of Elitism, 1994, s. 4).



    Cehalet ve onun yönetimindeki hissî dogmaların bu şekilde yayılması ve toplumların yönetimine etki etmesi insan uygarlığının sonu demektir. Bunu bilerek BLM hareketinin bazı barbarca tezahürlerine dikkatle, eleştirel olarak bakmalıyız. Yoksa sonumuz mağaralara dönüş olur.



    Sevgilerle, arkadaşım,



    Celâl"


    https://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/2762455-colombun-heykelini-devirmek-ne-kadar-dogru?fbclid=IwAR3c-fGNPXOFeyx5sMO9PL1fbVBp-Gtxd_xIGL09vIziHg4X0yqFwS8oewM







  • "Tarihi insanlık tarihinin ilk dönemlerine kadar uzanan bu tiksindirici ticaret günümüzde dahî tam olarak ortadan kaldırılabilmiş değildir ve onunla mücadele etmek kendine uygar diyen her insanın görevleri arasındadır." diyerek olayı nereden ele aldığını açıkça belli etmiş ve yanılmış. Şu anki konu bu "ticaretin" ne kadar ilkel olduğunu söyleyip ha bire bunu kınayacak bir hümanizm mastürbasyonunu çoktan aştı. Bir devletin hafızasına kazınmış, bu devletin bilhassa Güney eyaletlerinde yıllar boyunca zenci köle kullanımıyla gerçekleştirilen üretim faaliyetini teşkil etmiş ırkçılığın 21. asırdaki tezahürü olarak bakmak lazım bu olaya. Bu açıdan düşünürsek ABD devlet aygıtlarının hafızasına kazınmış kurumsal bir ırkçılığa 21. asırda hala rastlıyoruz. Türkiye'de dahi çeşitli mecralarda "Siz siyahilerin suç oranını biliyor musunuz?" diye polis eliyle gerçekleşen o ölüm olayı meşru gösterilmeye çalışıldı. Bahsettiğim o hafıza ve ön yargı da da tam olarak bu işte.

    Dolayısıyla bu olayın tetikleyicisini ve olayın bizzat kendisini bu bağlamdan koparmak, olayın yalnızca olmuş bitmiş "ticaret" unsuruna vurgu yapmak ve devrilen Kolomb heykeli üzerinden bir dizi kaynak gösterip retorik yapmak yetersiz ve yersiz. Kolomb'un seyir defterini okusanız dahi anlarsınız zihniyetini. O dönemde bütün kaşiflerde görülen Hristiyan kibriyle katliam yapan konjonktürden kendini pek de ayırmamıştır Kolomb. Bu bir kaşif olarak değerini düşürmez fakat tutup da adamı aziz ilan edip yerli dostu göstermek komik. Kimse demiyor ki vandalizme destek olalım, mağazalar yağmalansın, heykeller yıkılsın. Bunlar cahilce işler. Fakat ülke içerisinde eğitimsiz kalmış, gettolaşmış ve dolayısıyla suça meyilli hale gelmiş ciddi bir güruhun da katıldığı bu eylemlerde Kolomb heykellerine zarar veririlirken "Arkadaşlar durun, entelektüel mirasla buradaki sosyal olayları ayırın! Üstelik Kolomb'un direkt olarak yaptığı bir katliam da yok." falan denmesi bekleniyorsa zaten olayların neden çıktığı, niçin bu insanların sokakta olduğu hiç ama hiç anlaşılmamış demektir.

    İnsanlar orada bir kimlik siyaseti yapıyor. Bir "biz" varız diyorlar: ezilmiş, hor görülmüş, topraklarından koparılmış, topraklarına el konmuş, köle edilmiş bütün insanlar. Bir de "siz" varsınız: beyaz, varlıklı, gelişkin, eli silah tutan, kan akıtan, köle eden ki Kolomb kendilerine göre bunu sembolize ettiği için bu heykel yıkma olayına falan girişiyorlar. Kimlik siyaseti zaten başlı başına çok tehlikeli bir olay. Grupları rahatlıkla polarize edip terörist eylemlere dahi yol açabiliyor. Bu olay da bunun bir tezahürüydü.

    Edit: Kızılderililer Amerikan yerlisi değildi, Asyalıydı olayına değinmiyorum bile Bütün bir tarihi oradan oraya göçmek olan insanlığa kendi kafamıza göre bir ana vatan tayin edip herkese oraya sonradan gelmiş muamelesi yapacaksak ne diye uğraşıyoruz? Açalım sınırları gitsin, ulus tasniflerini bırakalım, burası bizim vatanımız, memleketimiz laflarını bırakalım. Nasıl olsa Türkler de Asya'dan geldi Anadolu'ya, Cermenler aslında Roma düşmanları, Normanlar aslında İskandinav. Ne demek istiyor o dahi belli değil.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-1AB9A40D5 -- 3 Ağustos 2020; 23:7:54 >




  • Sjwler mağara adamıdır sahilde taliban bayrağı açanlardan bir farkı yoktur nokta



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Zodion -- 4 Ağustos 2020; 2:41:40 >
  • quote:

    Bir devletin hafızasına kazınmış, bu devletin bilhassa Güney eyaletlerinde yıllar boyunca zenci köle kullanımıyla gerçekleştirilen üretim faaliyetini teşkil etmiş ırkçılığın 21. asırdaki tezahürü olarak bakmak lazım bu olaya. Bu açıdan düşünürsek ABD devlet aygıtlarının hafızasına kazınmış kurumsal bir ırkçılığa 21. asırda hala rastlıyoruz. Türkiye'de dahi çeşitli mecralarda "Siz siyahilerin suç oranını biliyor musunuz?" diye polis eliyle gerçekleşen o ölüm olayı meşru gösterilmeye çalışıldı. Bahsettiğim o hafıza ve ön yargı da da tam olarak bu işte.


    quote:

    Düşün ki, ben kendi ailem içinde dahî, bir zamanlar Habeşistan’dan köle olarak getirilmiş Nayleka (Naile) isimli zenci bir kadını tanımıştım. Gerçi ben tanıdığımda, Nayleka elbette artık köle değildi, ama yaşamına Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında köle olarak başlamıştı (köleyken Yavuz zırhlısında aşçı yamağı olarak çalışmış!); âzâd edildikten sonra (veya az önce) Preveze’de anneannemin bakıcılığını yapmış ve sonra aile içinde kalmış. Yani kendi toplumumuzda bile kölelik kurumu 20. yüzyıla kadar uzanır!


    Türkiye'de yalnız Amerika'daki gibi zencilere karşı önyargı ya da kurumsal ırkçılık pek bulunamıyor bir Türkün polis lehinde konuşması, ölen siyahi adam Floyd'un sicilinden, siyahilerin suç oranından dem vurması bir Türkün polise / devlete sahip çıkan, ten rengi veya ırka odaklanmaktan ziyade adalet ve toplumsal nizam düşüncelerine çok hatta gereğinden fazla önem veren mantalitesinden ötürü olabilir zaten siyahilere karşı ırkçılık, hatta genel olaraktan ten rengi ve fenotip bazlı bir ırkçılık Türklere oldukça yabancıdır bu sebeple Türkler bu konuda bir Amerikalı'dan çok daha objektif de konuşabilir ve davranabilir. Buna ek olarak yukarıda dediklerimi daha da temellendirecek şekilde konuşacak olursam Türkler Devlet-i Aliyyelerinden ya da Cumhuriyetlerinden ekmek yediklerine ve yüce devletlerine sahip çıktıklarına inandıkları için asayişte görevli insanlarına adeta onları kutsallaştırarak sahip çıkar ve Amerikalı muadillerine de ne yaparlarsa yapsınlar aynı düşünceyle yaklaşma eğilimi gösterirler; zaten geleneksel olaraktan İslam dini ve Türk İslam devlet anlayışları çerçevesinde geleneksel kafa Türkler için bir noktada hemen hemen herkes kul ya da köle statüsündedir ve Amerika'daki beyaz supremacisti bir ırkçı köleliğin Türkiye'de esamesi okunmaz. Osmanlı'nın köleleri ırksal bazda değildi, Osmanlı'nın köleleri Amerika'dakilere nazaran gerçekten binbir çeşitti; Osmanlı'nın uhrevî anlayışında sosyal olaraktan köle statüsünde olmayanlar da Allah'ın ve Allah'ın yeryüzündeki gölgesi alem penah (tüm alemin kendisine sığındığı) padişahın kullarıydı. Laik Cumhuriyetle birlikte padişahlık askıya alınıyor ancak bu yerleşik anlayışa ilaveten Atatürk ve Cumhuriyet değerlerinin askerleri veya bekçileri olmak ekleniyor. Kısacası Türkiye'deki kurumsal mantalite ve Türklerin kulluk mefhumu içine gizlenmiş kölelik algısı Amerika'dakiyle tamamen kel alaka, ırkçı ve şekli değil, daha uhrevî (metafiziki) ve klasik bir Ortaçağ modeline daha yakın. Amerikalılar ve Türkler bu konuda esasında birbirlerini tamamen anlayamazlar ve birbirlerini gerçekten tanıyabilseler de birbirlerini komple deli bulabilirlerdi bile diyebilirim. Bir Türk olarak sorun kendinize, tüm esmer tenliler zorbalık ve ten renginin hedef alınmasına geçit yok diye sokaklara dökülse ne hissederdiniz? Delirdiniz mi siz ne yapıyorsunuz arkadaşlar derdiniz. Sizin esmerliğinizden bize ne derdiniz. Irkçılık sorununa o yüzden literatürde haklı olarak bir sosyal inşa (social construct) da deniyor. Irkçılık bu sınıfa koyuluyor, çok doğrudur.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt
    Doğru söylüyorsunuz fakat zaten demek istediğim Türkiye'de benzer bir tarihsel ve sosyolojik alt yapı olduğu için bizde de bu olayda polis kayırıldı değildi. Sadece yapılan savunmanın benzerliğine dikkat çekmek istedim. Genelde olayın Amerika'da yapılan savunması polisin müdahalesinin yerinde olduğu çünkü siyahilerin yüksek bir suç oranı taşıdığı ve polis memurunun kendini tehlikeye atmamak namına "sert" müdahale ettiği yönündeydi. Bizde de benzeri bir refleks oldu birkaç yerde.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-1AB9A40D5

    Doğru söylüyorsunuz fakat zaten demek istediğim Türkiye'de benzer bir tarihsel ve sosyolojik alt yapı olduğu için bizde de bu olayda polis kayırıldı değildi. Sadece yapılan savunmanın benzerliğine dikkat çekmek istedim. Genelde olayın Amerika'da yapılan savunması polisin müdahalesinin yerinde olduğu çünkü siyahilerin yüksek bir suç oranı taşıdığı ve polis memurunun kendini tehlikeye atmamak namına "sert" müdahale ettiği yönündeydi. Bizde de benzeri bir refleks oldu birkaç yerde.
    Bizdeki refleksler devleti zaafa uğratıyorsunuz, devlet ve vatan düşmanlığına geçit veriyorsunuza kadar gidebilir, ülkedeki hem sağın hem de solun sağ tavır kınamasını alabilirdi. Türkiye'de bu sebeple ten rengi için sokağa çıkılamaz ve Amerika'daki gibi ten rengi bazlı bir ırkçılığa karşı ülke çapında gösteriler yapılamaz; Türkler ilk başta idrak bile edemezler esmerlerin neden sokağa çıktıklarını. ABD'dekine de "sağ refleks", Türkiye'dekine de bir "sağ refleks" diyebiliriz ama esasında vurgulamak istediğim ne kadar kel alaka ve bambaşka olan referansların görüntüde benzer ama işin özünde bambaşka yorumlarından söz ediyor oluşumuz.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.