Şimdi Ara

Tarımda bizim bir türlü öğrenemediğimiz “şeytanlıklar”

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
347
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Teknolojik gelişmeler ışığında ülke tarımımız için devlet eliyle yapılabilecek sınırsız atılım varken, 16 yıllık iktidarını hamaset ve inşaat üzerine kurmuş “asrın hükümetimiz” yerel seçimlere kadar günü kurtarmak adına kabzımallığa soyunmayı tercih etti. Ülkemizde ters giden hiçbir şeyde sorumluluk üstlenmeyen ve kimseye hesap vermek zorunda olmayan mutlak iktidar sahibi AKP, bu sefer de halcileri, toptancıları, marketleri hedef gösterip alıştığımız akıl dışı sığ siyasetine devam etti.

    Bu esnada, arada parmak sallayıp “Eyy” çekip ayar verdiğimiz; köprülerimizi, tünellerimizi kıskanan “kafir alemi” tarım konusunda ne şeytanlıklar peşinde bir bakalım. 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyara çıkacağını ön gören bilim insanları, bu artışın getireceği problemlerden en önemlisini bu insanları doyurmak olacağını düşünüyor. Geleneksel yöntemlerle bu 2 milyar insana yeterli gıdayı üretebilmek için Brezilya yüzölçümü kadar işlenebilir fazladan toprağa ihtiyaç var. Böyle bir yer bulunmadığı için de aynı bilim insanları sanki başka işleri yokmuş gibi bu sorunu nasıl çözeriz diye kafa patlatıyorlar!!!

    Bunlardan bir tanesi ABD Columbia Üniversitesi mikrobiyoloji ve kamu sağlığı profesörü Dickson Despommier. Öğrencilerine konu olarak New York şehrinin, şehir sınırları içinde yetiştirilebilecek tarım ürünleriyle beslemenin mümkün olup olmadığını araştırmalarını öneriyor. Çocuklar bina damlarında yapılabilecek çiftçilik modelleri üzerinde çalışıyorlar ve yeterli alan olmadığı sonucuna varıp araştırmayı hocalarına sunuyorlar. Öğrencileri teşvik etme ve umutlandırma taraftarı olan profesör onlara alışılmışın dışında düşünmelerini ve ekilecek alanlara kullanılmayan binaları veya binaların içlerindeki boş alanlarıda katmalarını tavsiye ediyor. Bu küçük ama bir o kadar da akılcı öneri sayesinde de işin matematiği tutuyor. Böylece teorik olarak “Dikey Çiftçilik” doğuyor. Üniversitelerin ve nitelikli hocaların önemi…

    FESLEĞENİ İTHAL ETMEK YERİNE SADECE VERİYİ İTHAL ETMEK

    Bu fikir ilk başta elbette silikon vadisi çevrelerinin ve risk sermayedarlarının ilgisini çekiyor ve uygulanabilir iş modelleri üzerinde çalışmalar ve girişimler başlıyor. Bu girişimlerden bir tanesi “Square Roots” isimli New York firması. Şehrin göbeğinde, nakliye konteynerleri içinde, yerel ve dikey çiftçilik yapıyorlar. Bir konteyner, dikey bölümler halinde kullanıldığında 8 dönümlük tarım arazisine denk geliyor. İçeride hava şartlarının, ışığın, suyun tamamıyla dijital olarak kontrol edildiği, toprak yerine su içinde mineral besinler kullanılan kapalı bir sistem bu. Kontrolün boyutuna bir örnek vermek gerekirse; toplanan verilerle (hava durumu, yağış oranı vs.) Türkiye’nin güneyinde 2000 Haziranında yetişmiş bir fesleğen hasadının aynısını bahsi geçen şartları konteyner içinde bire bir taklit ederek elde etmek mümkün. Yani anlayacağınız fesleğeni ithal etmek yerine sadece veriyi ithal etmek yeterli.

    Bir diğer girişim ise New Jersey eyaletinde bulunan “AeroFarms”. Bu şirket, kullanılmayan binalarda, geleneksel tarımdan %95 daha az su harcayarak, mineral değeri yüksek solüsyon içinde, pestisit ve antibiyotik kullanmadan yılda 90 ton yapraklı sebze üretiyor. Çiftçiliği mühendisliğe dönüştüren bir yaklaşımları var. Bazı marketler ise binalarının çatılarında sebze üretip, toplar toplamaz müşterisinin beğenisine sunuyor. Gelişen teknoloji sayesinde, tüketiciler yedikleri içtikleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorlar ve yeni çıkan çok kullanışlı gıda tarayıcıları sayesinde ürünlerin besin değerleri veya katkı oranlarını ölçebiliyorlar. Bazı yatırım fonları ise arsa alıp bunları beş yıllık bir süre içinde toprağın biyolojisini koruyarak organik tarım arazisine dönüştürüyorlar.

    “Plantagon” isimli firma ise dikey çiftçiliğin şehir planlaması içine adapte edildiği daha büyük ölçekli projeler geliştiriyorlar. Yarısı ofis alanı yarısı ise tarım alanı olan, güneş panelleri ile enerji üreten, sürdürülebilir ve kendi kendine yetebilen binalar ve şehirler tasarlıyorlar. Bitmiş bina veya gökdelenleri de bu doğrultuda yenileyip kullanıma sokabiliyorlar. ABD’de bazı liselerde ise “dikey çiftçilik” ve “şehir çiftçiliği” gibi dersler uygulamalı olarak, çatılarında kurulan seralarda okutulmaya başlamış.

    “ŞEYTAN İŞİ” DEĞİL DE NEDİR BU SEVGİLİ OKURLAR?

    Bir de tarım ve teknoloji işbirliğini devlet politikası haline getirmiş ülkeler var. Bunların içinde en çok öne çıkan ise “bataklık” Hollanda. Bizim gibi tarım için geniş ovalara, araziye ve uygun iklime sahip olmayan Hollandalılar ne yapmış? Akıllarını kullanarak ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük gıda ihracatçısı haline nasıl gelmişler? Ellerinde bulunan kısıtlı imkânları teknolojik gelişmeler ile birleştirerek dünyanın en büyük kapalı alan tarım ülkesine dönüşmüşler. Mesela kışın 100 günde yetişen marul baharda 30 günde yetiştiği için, seralarda güneş enerjisi ve LED ışıklar sayesinde 365 gün baharı taklit etmişler. Marula özel bir “ışık menüsü” oluşturmuşlar. Işığı manipüle ederek marulun şekliyle bile oynamaya başlamışlar. “Şeytan işi” değil de nedir bu sevgili okurlar?

    Çıkış noktaları ise iki temel sorun. Üretimi daha verimli hale getirip, bu üretimi insanların yaşadığı yerlere daha yakın, mümkünse şehir içinde yapabilmek. Hollanda bu konuda o kadar uzmanlaşmış ki bu diğer ülkelerin de dikkatini çekmeye başlamış. 2 milyarlık nüfusunu doyurmakta zorlanan Çin bunlardan en önemlisi. Hollanda’yı, kendilerini geleceğe hazırlaması ve yeni tarım programını planlaması için danışman tutmuşlar. Rotterdam ve Haag arasında bulunan tarım bölgesine akın akın giden Çinli yetkililer geleceği tanımaya ve öğrenmeye çalışıyor.

    Hedef kendi kendine yeten simbiyotik ülkeler, şehirler, mahalleler, siteler kurmak, insanların aldıkları gıdalar üzerinde tam kontrol sahibi olmalarını sağlamak. Yakın bir tarihte kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyken, bir çok ülkeden bu konuda öndeyken, Atatürk devrimlerini ve atılımlarını ısrarla sabote eden kukla hükümetler, ucuz siyasi oyunlar ve yandaşa rant olsun diye ithal ürünlere getirilen kolaylıklar sayesinde ithal ürün cenneti ülkemizin geldiği nokta içler acısı…

    Bu tarz bir dönüşümü yapmak için elimizde her türlü imkân varken, başvurduğumuz akıl dışı uygulamalar ile hâlâ vakit kaybediyor olmamız ise cabası…

    Bir ülkenin en büyük kaynağı insanlarıdır. İnsanlarının en doğru ve uygun koşullarda beslenebilmesini sağlamak ise devletlerin temel görevlerinden birisidir. Tarım ve hayvancılık ise bunun can damarlarıdır. Umarız yakın gelecekte, insana ve hayata koşulsuz değer veren, en büyük Türk Atatürk’ün akılcı yoluna geri döneriz. Çok ama çok vakit kaybettik…
    https://odatv.com/tarimda-bizim-bir-turlu-ogrenemedigimiz-seytanliklar-18021912.html



  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.