Bugün tahribata uğrayan kavramların en başında aile geliyor. Fedakârlık ve özveri üzerine inşa edilen sıcacık yuvalar yerine, bireysel özgürlük ve bireysel yaşam öneriliyor alternatif olarak… Batıdan ithal modern hayat tarzı, aile mefhumunun altını oyuyor sinsice. Popüler kültürün sivrilttiği insanların demeçleriyle evliliğin aşkı öldürdüğü kanaati nakış nakış işleniyor genç zihinlere. Sonra, aynı yastığa aynı kişiyle 50-60 yıl baş koymanın ne kadar dayanılmaz bir iş olduğu işleniyor alttan alta. Bir de bunların üzerine çocuk bakmanın, ev geçindirmenin zorlukları ekleniyor; aile kurmanın ağır bir sorumluluk olduğu vurgusu ihmal edilmeden. Çözüm olarak, "seviyeli birliktelik" öneriliyor aile kurmak isteyenlere… Yuvayı dişi kuş yaptığına göre, genç kızlar ve hanımlar hedefleniyor öncelikle… Mesela onların kulağına çocuk doğurdukları takdirde vücutlarının bozulacağı fısıldanıyor satır aralarında. Artık çocuk yapacak yaşı aşmış olanlara da evlat edinmeleri tavsiye ediliyor, aynı yöntemi deneyen yerli ve yabancı sanatçılar örnek gösterilerek… Çalışan hanımların işi ise daha zor. Onlara keskin bir yol ayrımı sunuluyor, biraz da duyguları ajite edilerek… Eş, çocuk ve yuva mı yoksa kariyer mi sorusu atılıyor ortaya… Zihinler çatallaşınca da kariyer yapmanın faziletleri anlatılıyor vakit geçirilmeden. Toplum olarak Osmanlı'dan bu yana hep Batı'yı örnek alarak daha iyi bir hayat süreceğimizi zannettik. Batı'yı örnek aldıkça kendi kültürümüzün yozlaştığını bir türlü göremedik. Bir zaman sonra öyle bir hale geldik ki Batı hayranlığı neredeyse hayatımızı kuşattı. Bu özenti millet olmamızın en sağlam ve temel yapısı olan aile mefhumuna bakışı da bozmaya başladı. ilkokula giderken hayat bilgisi kitaplarında aile kavramı geniş kapsamlı olarak ele alınırdı. mesela orada çekirdek aile üzerinde pek durulmazdı. neydi çekirdek aile? bir anne, bir baba ve çocuklardan oluşan klasik aileydi. eskiden ise halalar, teyzeler, amcalar, dayılar ve büyüklerden oluşan bir kavramdı. 2000'li yıllara geldikçe bu kavram yerini çekirdek aileye bıraktı. belki de en güzel ve rahat aile tanımı budur. hem az kişi var hem de bireyler birbirleriyle daha çok zaman geçirebilir. günümüzün değişen sosyal/ekonomik/kültürel olayları yüzünden yavaş yavaş çatırdamaya başlamıştır bu kavram. bazıları için "çok da şeyimdeydi" olsa da çoğu kişi için böyle değildir. 10 yaşındaki çocuklar "çıkmak" eylemini gerçekleştiriyorlarsa ben korkarım. bu çocuklar televizyonda gördükleri süslü yaratıklara özenip makyaj yapıyorlarsa yine korkarım. yavaş yavaş bazı şeylerin silindiğinin kanıtıdır bu. bizi bir arada tutan şey ailedir. eğer ailesi çocuğu umursamazsa başına ne gibi işler geleceği bilinir. bir kere umursanmadığı için içindeki her şeyi dışarı vuracaktır. bu da günümüzdeki psikoloji sorunlu gençleri meydana getirmektedir. artık "ya ben çocuk yapmayacağım" ya da "babasız çocuk yapacağı" gibisinden son derece bencilce sözler söylenmektedir. ama en güzeli de "single" anlayışıdır. insanın temel ahlak bilgisini aldığı yerler ailesidir. burada oturup kalkmasını, yemek yemesini, insanlara nasıl davranmasını, nasıl konuşması gerektiği gibi konuları ilk olarak burada öğrenir. ve burada en büyük sorumluluk anneye düşmektedir. bu yüzden üç yaşına kadar çocuk anne bakımında olmalıdır. yapılan araştırmalar da bunu açıklamaktadır. çözülen aile kavramıyla artık toplumda serseri gibi dolaşan ve her an ne yapacağı belli olmayan insanlar bulunmaktadır. ilk temeli 80'lerde başlamış ve günümüzde son sürat hızla devam etmektedir. siz siz olun ailenize sahip çıkın. memleketimizde aile kavramının cumhuriyetten itibaren gelmiş geçmiş en büyük düşmanı televizyondur. televizyon bir kitle empoze, hatta kitle imha aracıdır bir bakıma. empozenin ne olduğunu bilmekten gayet uzak olan halklar televizyonun verdiği derslerle büyür ve ona göre kişilik sahibi olurlar. devlet kanalı olan trt'den sonra ilk kurulan televizyon kanalı tele on televizyonuydu. o zamanlar ben sekiz yaşlarındaydım en fazla. televizyonu seyretmek için başına geçtiğimde* gördüğüm manzarayı o zaman anlayamamış fakat çok ciddi bir yıpratma görevi gören sahneler olduğunu hissetmiştim. ki bu sahne, aleni bir tecavüz sahnesiydi. o sıkıntıyla televizyonu kapattığımı hatırlıyorum. aileler bir şeyleri "sanat" adına seyre alıştıkça, kendi anlayışlarını sorgulamadıklarından dolayı gördükleri zıt fikirleri doğru olarak almaya başladılar. çocuklarının maddi ve manevi eğitimine hiç dikkat etmeyen aile sayısı çok fazlaydı, bugünkü kadar olmasa da. bu sebepten naşi, her bir insanın gönlüne göre görmek istediği şeyler çeşitlendi, evlatlar yaşları ilerledikçe asileşmeye başladılar* ve insanlar giderek yalnızlaştılar. en önemli etken düşünmemektir. düşünmemek ve bilmemek. televizyonu aslında zararlarını yalıtarak kullanmak da mümkündür oysa. ama bunun zararlarının olabileceği gerçeğini yeni keşfetmiş bulunuyoruz. yavaş yavaş türk toplumunun içine düştüğü çukurun ta kendisidir. ait olduğumuz kültüre baktığımız zaman hep aile bizim için kutsaldır, önemlidir, onlara layık olmak boynumuzun borcudur gibi düsturlar benimsenmiş ve bunların dışına çıkılmamasına gayret gösterilmiştir. ancak son dönemlerde türk toplumuna bakıldığı zaman toplumda bir buhranın, bir krizin olduğu gün gibi aşikardır. bunun birçok sebebi vardır. siz buna ekonomik diyin kültürel diyin, kuşak çatışması diyin. yani bu çözülmenin başlıca sebepleri bunlar gibi gözükmüş olsa bile temel faktör aile kavramının yavaş yavaş kutsiyetini yitirmesidir. felsefe biliminde sosyal çözülme diye bir fenomen vardır. açıklaması ise oldukça basittir. herhangi bir topluma, cemaate, kesime, gruba dahil olamamış insan belli bir süre sonra aitlik kavramını yitirir ve anomi denen olgu gerçekleşir. işte bugün ülkemizin yavaş yavaş geldiği nokta budur. manken ablalarımızın ''çocuk doğuracağım ama babasız'' söylemleri bazı kişiler tarafından feminen bir yaklaşım olarak görülse bile nesli mahvetmekten öteye gitmez. (alıntıdır)
|