Şimdi Ara

Osmanlı Sultanları Hangi Irktan Geldiklerini Farkında mı?

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
17
Cevap
0
Favori
1.062
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Kuruluş dönemi filan tamam da ben asıl duraklama ve sonrası için merak ediyorum. Atıyorum kafadan 2. Ahmet ya da 2. Süleyman Türk olduklarını farkında mı? Yoksa kendilerini Osmanlı milletinden mi görüyorlar? Osmanlı düşmanlığı yapmadan güzelce cevap verirseniz sevinirim.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Swetbullet -- 7 Aralık 2021; 20:38:3 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >



  • Milliyetçilikle endoktrinize edilmemiş aydınlanma veya uluslar çağı öncesi her İslamî hükümdar gibi esasen Ümmet-i Muhammediye'ye mensup görüyorlardı. Kendilerini Allah tarafından seçilmiş, dünyada hükmetmeye, imparatorluk tarafından temsil olunan Ümmet'e liderlik etmeye yazgılı bir sülale olarak algılıyorladı. Milli kimliğin onlar için kıymeti yoktu çünkü zaten milli kimlik diye ideolojik niteliğe haiz bir konsept yoktu. Milliyetçilik geçerli paradigma olmadığı için ait olunan etnisite bir gururlanma kaynağı veya ideolojik belkemiği değildi. Haliyle Müslüman oldukları sürece annelerinin Rum veya Sırp olması önemli değildi.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Bu detaylı yorumunuz için teşekkürler. O zaman Safevi ya da Akkoyun devleti gibi devletler Türk kültürünü daha iyi korurken Osmanlı niye koruyamadı?


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Tam olarak bilmiyorum. Osmanlılar Türkmen gazilerden türeyip birkaç kuşak sonra bu Türkmen geleneğini terk ederek epey iyi teşkilatlanmış geleneksel bir Yakın Doğu imparatorluğuna evrilirken Akkoyunlular ve Safeviler büyük ölçüde Türkmen devleti karakterlerini sürdürmeye devam ettikleri için olabilir. Yakın Doğu İmparatorluğu deyince akla ilkin Türklerden ziyade kadim Pers Devleti ve Uygarlığı gelir. İslamiyet ve bölgesel etki kaynağı olarak da esasında Perslerin temeli üzerine bina olmuş Arap Hilafeti. Bir de Osmanlı kendisini manen tanrısal bir dünya imparatorluğu addetmekten hiçbir zaman vazgeçmemiş Bizans'ın (esasında Roma veya Rum'un) doğrudan sınır komşusu ve düşmanıydı. Eee, üzüm üzüme baka baka kararır derler. Eski ve artık fevkalade zayıflamış da olsa bir dünya imparatorluğunun (Bizans'ın) yerine meşru şekilde geçebilmek için bir imparatorluğa dönüşmek, Selçuklu da dahil Fars ve Arap geleneklerinden mümkün olduğu ölçüde istifade etmek gereklilikleri ortaya çıkmış olmalı. Bir yandan Osmanlı'nın Türklerin orijinal anavatanı Orta Asya ve Türkistan'dan (Akkoyunlulara ve Safevilere nazaran) artık iyicene uzakta kurulduğunu da hesaba katmalıyız.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • İran'ın Mahan eyaletinden Ahlat'a Ahlat'tan Bilecik'e gelmiş bir Türkmen Kayı boyu olduğu söyleniyor. Fakat Dna testleri sanırım Anadolu ve İran diyebilirdi. Tabii bunun için padişah türbelerinden örnek alıp incelenmeli fakat bu da mümkün değil.


    Ayrıca farklı uluslardan valideler ve eşler padişahlarda sık görülen bir durumdu. Yani Osmanlı ister istemez kendini Osmanlı olarak görmeye başlamıştır muhtemelen. I.Murat'ın annesi Slav kökenliydi. II.Selim (Sarı Selim)'in annesi Rusya kökenliydi. Meşhur Hürrem Sultan diye bildiğimiz tarihi kişiliğin asıl adı Roxanne idi. II.Abdülhamit'in annesi Çerkes kökenliydi. Yani bunun gibi çok örnek var. Yani Osmanlı açılışı Kayı boyu ile yaptı fakat imparatorluğu çok uluslu patrimonyal bir devlet olarak sonlandırdı.


    Ayrıca Enver Paşa gibi Arnavut kökenli, Mehmet Akif gibi Milli şair Arnavut-Özbek kökenli, Barbaros Hayreddin Paşa gibi Türk baba- Rum anne soylu bir kaptanı derya, Cezayirden çıkmış deniz komutanları leventleri, Köse Mihal gibi İslamı kabul etmiş Osmanlının ilk döneminde Bizans kökenli komutanlar, Afrikadan gelen ve Ege taraflarına yerleştirilen Osmanlı vatandaşları vardı. Yani Osmanlı gerçekten o dönemin Amerika'sı gibiydi ulus çeşitliliği açısından.


    1800'lerde bir pazara çıktığımız zaman o dönemlerde, Türk- Yörük kökenli at satıcıları, Levant kökenli resim satıcıları, Yahudi kökenli kuyumcular, Ermeni kökenli vazo satıcıları, Bizans kökenli mermer satıcıları, ya da İtalyan kumaş satıcıları, Arap kökenli un ve hurma satıcıları görmemiz mümkündü.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-94E0EF87A -- 10 Aralık 2021; 12:58:19 >
  • Swetbullet kullanıcısına yanıt

    Bu saydığınız devletlerde islamizasyonun etkisindeydi, bir nevi asimilasyon yani ömürleri OSmanlı'ya göre kısa olduğu için Türk kültürünü daha iyi korumuş gibi gözükebilirler elbette dışarıdan müdahaleye daha az maruz kalmışlardır, daha az toplumsal etkileşime maruz kalmışlardır. Zira Osmanlı halifeliği doğrudan Araplardan almamıştır. Selçukluların açtığı kapıdan geçmişlerdir. Bu kapıyı da onlara Abbasiler açmıştır doğrudan Arap soybağına dayanan bir hükümdarlıktı. Tuğrul Bey'in Abbasilere, Büveyhiler karşında yardımı sayesinde, (İslam odaklı bir yardımdır bu) halifelik Tuğrul Bey'e geçmiştir. (1055) ORadan Selçuklular'a. Selçuklular gibi devletlerin ve beyliklerin devamı da Osmanlı oldu zaten.


    O dönemlerde, milliyetçilik Türklük gibi kavramlar gerçekten umursanmıyordu. Bunun en büyük ispatlarından biri, Malazgirt'e giren Türkler 1071'den 1080'e gelindiğinde İznik'e vardılar. Düşünebiliyor musunuz? Bir Roma tebaasının olduğu coğrafyada küçük asya diyarında 9 sene içerisinde Malazgirt'ten İznik'e varacaksınız. O dönemde tüm köyleri kaleleri, öldürüp islamlaştırmadığına göre, yaptıkları açıkça şu idi; fethedilen yerdeki kalelerin kızlarını kendilerine eş olarak aldılar. Toplumsal etkileşim ile de hristiyanlarla karıştılar. İslama mensup olunmasına rağmen, bu umursanmadı pek. Bugün bile anadolu (küçükasyada) hristiyan köyler halen var.

    Bu geleneği Osmanlı devam ettirdi. Osmanlı Doğu Roma'ya Latinler karşısında yardım etmesi karşılığında Kantakuzen'in kızı Teodora'yı Orhan Bey'in eşi olarak alması olarak devam etmiştir. Devamını zaten biliyorsunuz.


    Türkler esasında bildiğiniz gibi yarı göçebe yaşam süren bir topluluktur. Yerleşik bir düzende yer almadıkları için asimilasyon gibi kavramlara maruz kalmaları, başkalaşmaları çok daha olasıdır. Ki yukarıda az çok bahsetttim. Daha küçük beylikler kendi içlerinde Türki gelenekleri daha kolay yaşamış oldular, daha az bozunma yaşadılar çünkü yerleşik olarak yaşadılar, Türkmen adetleri daha kolay devam etti. Ancak Osmanlı çok uluslu yapısıyla ve dini otoriteyi eline almasıyla, islamı kendi boyunduruğu altında Arapların liderlidiğinden tam olarak aldı bunun sonucunda İslam'ı da kendi doğrultusunda yönlendirdi. İslamiyetin etkisine girince milliyetçilik gibi bir kavram zaten yoktu ve bu da onun yerine geçti. Tam olarak bir islam devleti haline döndü. ve zamanla Türklükten daha da uzaklaşıldı.


    Kısacası Türkler'e islamiyet zaten benimsetilmiş demektir, bu da öyle kolay olmamıştır. Tuğrul Beyle halifelik geçmiştir ancak Selçuklular halifeliği aldıysseda, öncesinin de var olduğu düşünülmelidir. İslamiyet OrtaAsya'ya çoktan ulaşmış demek oluyor bu. Daha derin bir konu yani. İslamiyet'in nasıl geçtiğine de bakmamız gerekiyor? Sonuçta dinsel öğelerin milliyetçilik kavramlarının yerine geçtiği bir çağ o zaman ortaçağ.


    Maveraünnehir'e (bugün ki ortaasya) Araplar geldiğinde ilk kez, daha 4 halife döneminin sonuydu, yani Talas'tan önceydi. Semerkand, Buhara, Horasan gibi şehirlerde çok ciddi Türk direnişi ile karşılaştılar ve bir takım bugün tarihçilerin işine geldiği gibi yorumladığı ancak aslında TÜrkler'in (asıl Türklerin) çok ciddi katliamlardan geçtiği olaylar yaşandı. ( bkz, Yezid bin Mühelleb, Kuteybe bin Müslim)


    Türki kavimler Talas Savaş'ında Araplarla beraber savaştılar, ancak unutulan bir şey var ki, yine pek çok tarihçinin işine gelmez Çinli'lerin yanında da savaşan Türklerin olması. Savaşın galibi kim olursa olsun kazanan tarafta Türkler zaten yer alacaktı. Türkler İslamiyet'i Arapların yanında aldığı için benimsediği ve kazanan tarafında yer alması biraz bugünün çarpıltılması olarak algılanmalıdır.


    Bugün, Türkiye'de yaşayan toplulukla, Türki cumhuriyetlerin yemekleri arasında çok ciddi farklılıklar vardır mesela. BAhsettiğim Kırgızistan'da at eti yenmesi gibi türki ananeler değil, başkalaşmadır. İslamiyet kudsidiyet içerdiği için, arap kültürünün kabulu kolay olmuştur. Ancak daha sonrasında da, birçok avrupai tebaaya dayanan adetlerde benimsenmiş bunları islama uygun hale getirmiştir. Açıkçası tek kıstas islama uygun hale getirip, dönüştürmektir. Mesela fes bir fransız şapkasıdır ancak osmanlının son dönemlerinde sarık yerine inkilaba uğrayıp, kâim olmuştur.


    Bu sebeple, osmanlı halkı kendini Türk ya da arap ya da başka bir millet olarak görmekten çok ümmetçi, peygamber yolunda giden halk olarak görüyordu. Milliyetçilik akımı gibi kavramlar zaten osmanlının sonuna doğru tekabül ediyor ve sonunda tarumar olarak bu akımdan nasibini alıyor.


    Bu bir şekilde tek tanrılı inançların sistematik bir şekilde halkları iradesi alması ile alakalıdır. Sadece Türklerin islamlaşması olarak düşünülmemeli. Roma'da da halk çok tanrılı inançlardan Hristiyanlığa geçerken, birçok ortadoğu kültürünü de zamanla istemli olarak kabul etti. Asimile oldu.


    Keza slavların önceki inanışları yine göktanrıya benzer bir şekilde bogomilizm iken, hristiyanlığın etkisine ilk girdikleri andan itibaren, teolojik etki ile Roma kültürünü "istemli" olarak benimsediler. Şu an birçok örf ve inanış biçimi halen daha Roma'dan kalma.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi krstarica -- 10 Aralık 2021; 14:41:20 >
  • @krstarica Büyük İskender öncesi dönemde Persler de Anadolu içinde çok hızlı ilerlediler. Yalnız Pers hükümdarlığı kalıcı olmadı. Yalnız genetik alanda kalıcı oldular, genelde Dna ve Y-Rna araştırmalarında Anadolu nüfusu İran grubunun içeri nüfuz ettiği Mediterranid (Akdeniz) grubu kabul ediliyor. Fakat ''Turkic'' dediğimiz etkiler de özellikle kültürel ve genetik alanda ciddi olarak var. Yalnız en büyük etki Akdeniz'e ait. En azından benim okumalarım bu yönde oldu.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-94E0EF87A -- 10 Aralık 2021; 16:32:30 >
  • Ne fark eder ki hangi ırktan olursa olsun insan değil mi. Napacaksın ırkı?

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Alıntı

    metni:
    Büyük İskender öncesi dönemde Persler de Anadolu içinde çok hızlı ilerlediler. Yalnız Pers hükümdarlığı kalıcı olmadı. Yalnız genetik alanda kalıcı oldular, genelde Dna ve Y-Rna araştırmalarında Anadolu nüfusu İran grubunun içeri nüfuz ettiği Mediterranid (Akdeniz) grubu kabul ediliyor. Fakat ''Turkic'' dediğimiz etkiler de özellikle kültürel ve genetik alanda ciddi olarak var. Yalnız en büyük etki Akdeniz'e ait. En azından benim okumalarım bu yönde oldu.


    Persler veya Farslar kültürel alanda da fazlasıyla kalıcı oldular. İskender Seferleri sonrası Ahameniş Pers İmparatorluğu'nun kültürel mirasına ve bıraktığı altyapıya Helenistik krallıklar kondu. Helenistik krallıklar çöktükçe veya Roma egemenliğine girdikçe yine Farsî nitelikteki bir Arsak (Part) ve sonrasında Partlardan daha çok Sasani etkisi boy gösterdi. Sasaniler Müslümanların seferleriyle siyaseten çöktükten sonra da Abbasiler ve Selçuklular aracılığıyla Fars etkisi Diyar-ı Rum'a ve Anadolu içlerine yine çokça nüfuz etti. Fars etkisine en büyük kanıt Selçuklu ve Osmanlı kültürleri. Hükümdarlarımızdan sıradan esnafımıza kadar Farsça isimlerle beraber padişah veya hüdavendigar gibi ünvanlar takılmasından din ve hukuk terminolojisine, divan edebiyatına, mitolojiye, destanlara, mimariye kadar izleri görülebilir ancak elbette Selçuklu ve Osmanlı kültürleri özgündür ve başlıca kültürel nitelikleri Aryan değil; Türkçe konuşmalarından ve pastoral ve etnik kökenlerinden mütevellit Türkik olmaktır. Bu kültürel bileşime Persio - Turkic diyebiliriz; tıpkı Akdeniz merkezli Roma dünyasına Greco - Romen ya da Asya merkezli Cengiz ve Timur İmparatorluklarına Turco - Mongol dendiği gibi. Kısaca dilimizde bolca Farsça kelime (Arapça olmayan "namaz" ve "oruç" terimleri bunlara örnektir), edebiyatımızda bolca Farsça şiir ve divan, Fars kökenli destan ve hikaye (Sasani döneminde yazılmış Khwaday Namag - Efendiler Kitabı'na dayanan Firdevsi'nin Şahname'si - Şahlar Kitabı, Nizami Gencevi'nin Hüsrev Perviz ile Şirin'i gibi) varken Anadolu'da İran örneğinde bir takım mimari eserler varken Fars etkisi yoktur diyemeyiz. Siyasi teşkilatı ve mevzuatı Roma, kültürü ve sosyal yaşamı Helenizm ve Judeo Hıristiyanlıktan gelen Doğu Roma (Rum) 'da dahi Fars etkisini gösteren Aryan kökenli unsurlardan bolca bulunabiliyor. İslam Uygarlığı, Türkiye, Yakın Doğu ve Asya hakkında çalışacak kişilerin Fars veya Aryan kültürleri ve Aryan tradisyonuna epey aşina olması, modern İran İslam Cumhuriyeti devletinin sınırlarını fazlasıyla aşan ve özellikle Orta Asya, Mezopotamya ve Hindistan içlerine nüfuz eder şekilde, İran, Persia, Med ülkesi veya Acem diyarı da denilen tarihsel kültür havzası ve geleneksel imparatorluklar bölgesini bilmesi gerekiyor.

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Sıkça verdiğim örnekler var. Örneğin Aşıkpaşazade'de 1. Murad döneminde Sırp kralı bilmem kimle (Lazar'dı galiba) savaş muhabbeti yaparken 1. Murad "inşallah ana Türk erligin gösterem" demiş. Zannedersem yine Aşıkpaşazade'de Osmanlıların soyu Oğuz Kağan'a (hatta Nuh oğlu Yafes oğlu Türk'e kadar) dayandırılmıştı. Bu şecereyi kimin ve ne zaman yaptığını unuttum. O tarihi belgenin pfi bende vardı ama şu an ulaşamam.

    @Nat Alianovna hocamın bahsettiği Ümmet-i Muhammed anlayışı kesinlikle doğru ama mesajını eksik buluyorum.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Unutmamak gerek Osmanlı pek çok eski Türk geleneğini taşıdı. Kut inancı, veraset sistemi değişse dahi bakiydi, hanedan kanı asla akıtılmadı. Osmanlı hükümdarları Han, Hakan gibi Türki unvanlar kullanmaya devam ettiler.


    Bunlar gibi sembolik şeyler haricinde Batılı tarih yazımında genellikle Türk İmparatorluğu diye anıldılar. Türkler şüphesiz şekilde imparatorluğun hakim unsuruydular. Tarihin bu aşamasında etnik bir milliyetçilik tabi ki yoktu fakat devletin, ordunun dili her daim Türkçe'ydi.


    Tüm bunlara ek olarak da hanedan kendine her daim Türk unsurları rakip olarak gördü. Devlet kadrolarından Türk devlet adamlarının tasfiyesi ve yerlerine devşirme devlet adamlarının geçmesi direkt olarak bunu gösterir. Hanedan için rekabet unsuru İslamlaşmak, müslüman olmak değildi. Müslüman bir Rum'un tehdit olmadığı apaçık ortadaydı. Egemenlik alameti Türk olmaktan ileri geliyordu. Dolayısıyla devletten tasfiye edilenler Türklerdi.


    Müslüman olmak ancak Millet sisteminde "millet-i hakime" olarak anılmaktan ibaretti. Reel politikada rakipler ve devletin çöküş zamanında güç elde edebilenler her zaman Türklerdi.

  • Geç Ortaçağlar ve erken modernite boyunca politik realist bir bakış açısından Türklerin savaşçı bir etnisite olarak Yakın Doğu sahnesine hakim olduğu doğru. Ama iktidarlık durumu Türk olma şuurundan veya milliyetçilikten ziyade savaşçı niteliğe sahip insanların bir noktada kolayca iktidar sahibi olabilmesinden ileri geliyordu. Osmanlı ama özellikle de Fatih Sultan Mehmet Çandarlı gibi Türkî asilzade aileleri o sebeple hedef alıyor; çünkü bu asilzade aileler (esasında farklı mezhepten Kızılbaş Türkmenleri de dahil edersek hepsi beraber yani "Türk" sıfatını yakıştırabileceğimiz neredeyse herkes) gerçekten güçlüydüler ve olası niyetleriyle ideolojileri uyarınca Osmanlı iktidarı için ciddi bir tehdittiler. Buna mukabil devşirmeler ise sonradan Müslüman olmuş addedilen, genellikle düşük seviyedeki tabakadan seçme dönmelerdi (gayrimüslim tabakadan diyemeyeceğim çünkü gizlice kaynak yaptırtan, gayrimüslim taklidi yapan Müslümanlar da vardı). Dahası geniş topraklara hükmeden kudretli asilzadelere ve farklı mezhepten Türkmen savaşçılara nazaran devşirmeler kendilerini yetiştiren saraya, merkezi idareye çok daha bağlı ve bağımlılardı. Bir nevi "Kapıkulu" adının hakkını veriyorlardı. Müslüman Rumlar ise genellikle padişaha sadık olup orduda paşalık, serdarlık veya basitçe erlik yaptıkları için, üstüne bağımsız Türk Müslümanlar kadar güçlü olmadıkları için esasen bir tehdit değillerdi. Zaten söz konusu din değiştirmiş Rumlar dini bütün Ehl-i Sünnet "Müslümanlardı". Kızılbaş Alevi olup "dinsiz", "küffar", "idraksiz" addedilen 12 İmamcı Türkmenlerin aksine. Tarihte bağlam, zihniyetler, kimlik, din, ideoloji vb çok önemli hocam. Türk kimliğini öne çıkarmak için vurguladığınız politik realist açıdan sapıp daha sosyal kimlikçi ve sosyal inşacı bir açıya yöneldim haliyle ama güç ve askeriye üzerine kurulu politik realist açıyı da, bir Türkik hegemon olan ve Yakın Doğu'daki asırlık Türkî hegemonyayı çok iyi yansıtan Osmanlı'nın diğer potansiyel Türk hegemonları mezhep veya imkan temelinde tehdit olarak algıladığını ve elinde o an ne varsa onlarla mücadele etmek için kullandığını inkar etmiyorum. Zaten reel politik mefhumu olmaksızın eski dünyanın günümüze nazaran çok daha büyük olan siyasi hengamesini ve güvensiz ortamını algılamamız biraz zor olur.


    Son olarak asırlar boyu Türkçe kullanımı Türkî karakterin ve Türklerin baskınlığından ve kalabalıklığından ötürü. Bu karakter de o devirlerde milliyetçi değil; millitarist, teşkilatlanmacı, disiplinli, Türkî niteliklerini genel olarak şuursuzca veya aldırmadan taşıyan bir karakter. Ana dili Türkçe olan Osmanlı insanının millet-i hakim veya Ümmet-i Muhammediye mensupluğu Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mustafa Kemal Atatürk gibi ünlü kimselerce geliştirilmiş, esasında Fransız İhtilali değerlerinden ve Avrupalıların (Osmanlı'nın Frenk ve Nemçe dediklerinin) Osmanlılara bakışından (Turci, Imperium Turcicum, Imperator Turcorum vb) türemiş bulunan bizim anladığımız modern Türk milliyetçiliğinden çok farklı. Bu denli farklı olmasaydı Osmanlı şair ve vakanüvisleri Türkmenleri, Kızılbaşları vb kastederek "idraksiz Türkler", "pasaklı Türkler" , "zorba Türkler" gibi tabirler kullanmazdı.

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Mesajınızı işten güçten ayrılıp daha yeni okuyabildim. Türk devlet adamlarının devletten tasfiyesini, Türki ailelere has askeri becerilere ve bu askeri geleneğe bağlamanızı mantıklı buldum. Ama birkaç sorun var. Bu devletten Türki unsurları ayıklama işinin en bariz olanı Çandarlı ailesinin başına gelen olay. Çandarlı ailesi aslında Osmanlı Hanedanı'na çok da uzak olmayan bir Alevilik kolunu takip ediyor, Ahi/Bektaşi kolundan geliyorlar. Bu geleneğe sadece bağlı değiller, aynı zamanda tıpkı Osmanlı gibi bu gelenek sayesinde yükselmiş bir sülale. Heterodoks İslam'ın Ortodoks İslam'la anlaşabilen, bir arada kalabilen, Türkleştirilmiş bir haline bağlılar.


    Osmanlı'nın bu ve bu gibi devlet adamlarını, yani Türkmenleri devletten tasfiye etmesiyle Ortodoks İslam anlayışına resmiyette geçiliyor. Bu doğru. Fakat burada motivasyonun Bektaşi/Alevi Türkmen aileleri tasfiye etmek olduğunu nereden bilieceğiz? Pek ala bu amaçlanmamış ama sonuçta bu elde edilmiş olabilir. İşin en başına bakıldığında, hele tarihler hala 1450'leri gösterirken Osmanlı Hanedanı 1300'lerde bir anlamda yükselmesini sağlayan, fevkalade Türkleşmiş bir Alevilik kolu olan Bektaşilikten uzak değil. Burada motivasyondan emin değilim.


    Türkçe kullanımında Türklerin kalabalık oluşu da soru işareti değil midir? Kaynağı aradım fakat bulamadım, 1071'den itibaren Türklerin kademeli olarak Anadolu'da ilerleyişinde baskın ve hakim unsur Türkler, fakat şaşırtıcı şekilde kalabalık değiller. Dönemin ruhu gereği fethedilip başka bir uyruğa bağlanmak çok şaşırtıcı değil Anadolu halkı için. Muhtemeldir ki yeni Türk yöneticilerini kabul ettiler. Bu noktada Anadolu'nun Türkleşmesi coğrafyaya hakim olanın kalabalıklığından değil de hakimiyetinin sürekliliğinden ve devamlılığından ötürüydü.


    Osmanlı'da bir etnik milliyetçilik olmadığına zaten katılıyorum. Türk adı kullanılarak aşağılamalar da yapılırdı fakat aynısı Dürzüler, Abazalar, Yahudiler vb. için de geçerli. Osmanlı genel itibariyle din ile toplumu teşkilatlandırıyor, dil veya etnisite ile değil. Dolayısıyla Türklüğün sosyal hayattaki statüsü bugüne göre hayli değersiz. Anakronizm olacak fakat teşbihte hata olmaz diyerek "volksgeist" benzeri bir Türklük yaşanıyordu Osmanlı'da. Yani henüz tam bağımsız bir etnisiteye dökülmese de dil, kültür, din, gelenek yoluyla aktarılan organik bir milli kimliğin var olduğunu ve buna hanedanın da dahil olduğunu düşünüyorum.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-1AB9A40D5 -- 6 Ocak 2022; 21:48:51 >
  • Alıntı

    metni:
    Anakronizm olacak fakat teşbihte hata olmaz diyerek "volksgeist" benzeri bir Türklük yaşanıyordu Osmanlı'da. Yani henüz tam bağımsız bir etnisiteye dökülmese de dil, kültür, din, gelenek yoluyla aktarılan organik bir milli kimliğin var olduğunu ve buna hanedanın da dahil olduğunu düşünüyorum.


    Sorun malum volksgeist'ın yekpare ve değişmez bir gerçeklik olmayıp zamanla değişen, heterojen nitelikte ve tarihsel olarak kurgulanan / inşa edilen bir sosyal gerçekliğe karşılık düşmesi. Klasik Osmanlı'nın "Türklüğü" ile Türkiye Türklüğü belirli karakteristik benzerlikler ve şüphesiz bazı kalıtsal bağlar taşısa da esasında zaman ve mekan farklılığına bağlı olarak birbirlerinden marjinal şekilde farklılar. Ben farklılığa vurgu yapmak istiyorum çünkü bilim sınıflandırarak, farklılıkları tanıyarak yapılıyor.


    Alıntı

    metni:
    Türkçe kullanımında Türklerin kalabalık oluşu da soru işareti değil midir? Kaynağı aradım fakat bulamadım, 1071'den itibaren Türklerin kademeli olarak Anadolu'da ilerleyişinde baskın ve hakim unsur Türkler, fakat şaşırtıcı şekilde kalabalık değiller. Dönemin ruhu gereği fethedilip başka bir uyruğa bağlanmak çok şaşırtıcı değil Anadolu halkı için. Muhtemeldir ki yeni Türk yöneticilerini kabul ettiler. Bu noktada Anadolu'nun Türkleşmesi coğrafyaya hakim olanın kalabalıklığından değil de hakimiyetinin sürekliliğinden ve devamlılığından ötürüydü.


    İkisi birden. Küçük Asya'yı işgal edebilecek kadar da kalabalıktılar. Özellikle yerli halklardan kız alma-verme kültürüyle nüfuslarını daha da arttırdılar. @y9t

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
  • O Zamanlar ırkın hiçbir önemi yoktu herşey din üzerine kuruluydu avrupa kendi içlerinde haçlı ittifakını oluşturdu Osmanlı bintürlü ırkı islam çatısında birleştirdi.İnsanlık tarihi 20.000 yıldır var milliyetçilik ise son 200 yıldır

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.