Şimdi Ara

Kore Savaşı, destan mıydı? Yoksa Trajedimi?

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2
Cevap
0
Favori
379
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Kore Savaşı, tanık askerlerin anlattığı gibi gerçekten "destan" mıydı? Peki, neden bu kadar kayıp verildi? Kaç asker donarak yaşamını yitirdi?..
    19 Eylül 1950... Öğle saatleri...

    Ankara Garı'nda korkunç bir kalabalık... Kucağında bir yaşındaki bebeğiyle genç anne de, dört köşeli klasik şapkasıyla baba da, bastonuyla 70 yaşındaki nine de hareket edecek olan trenin etrafında... Savaşa giden askerleri uğurlamak için... Türkiye, Kore Savaşı'na koca bir tugay asker gönderiyordu. Tamı tamına 5 bin 90 kişi.

    259 subay, 395 astsubay 18 askeri memur, 4 sivil memur ve 4 bin 414 er.

    Türkiye, bunca askeri NATO'ya kabul edilme sevdasıyla gönderiyordu. Adnan Menderes, İsmet İnönü'nün dışarıdaki denge politikasının aksine aktif bir siyaset izleme yoluna gitti. Türkiye, NATO'ya üye olma talebinde bulundu. Ama reddedildi.

    Bu sırada SSCB ile ABD arasında ikiye bölünmüş olan Kore'nin kuzey parçasına çullanan ABD, komünizmi dünya yüzünden silmek için savaş başlattı. Amerika'nın talebi üzerine Birleşmiş Milletler, 25 Haziran 1950'de Kore'ye müdahale kararı aldı.

    Bu durum NATO'ya girmek isteyen ama bu isteği bir türlü kabul edilmeyen Türkiye'nin Amerika'ya yaranması için bulunmaz bir fırsattı. BM'nin Kore'ye asker gönderme çağrısına karşılık veren ilk ülke Türkiye oldu. Gidecek birliklerin gönüllülük esasına göre oluşturulacağı açıklandı.

    Kore'ye gidecek tugayın başına da tuğgeneral Tahsin Yazıcı atandı. Seçilen askerler Ankara'da Etimesgut'ta kısa süreli eğitime alındı. Ama, askerlerin kullanacağı Amerikan M1 piyade tüfeğinin geç gelmesi nedeniyle eğitim yarıda kaldı. Askerler Ankara'da düzenlenen uğurlama töreninden sonra trenlerle İskenderun'a götürüldü.

    Oradan da Süveyş Kanalı yoluyla Kore'ye gittiler. 17 Ekim 1950'de de savaşa katıldılar. 22 gün süren uzun deniz yolculuğunda Ankara'daki eğitime yetiştirilmeyen M1 tüfekleriyle atışlar yapıldı. Bir de tugayın gönüllülük esasına göre oluşturulmadığı da ortaya çıktı. Askerlerin çoğu Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun yoksul çocuklarıydı. Sadece bir kısmı gönüllüydü.

    Onlar da 'komünizme karşı savaşmanın cennetlik' olduğu inancıyla gidenlerdi.

    Cephedeki ağır kayıplar

    Peki, cephede ne oldu? Askerlerimiz Çinli askerler ve Kuzey Koreli gerillalarla ilk kez Kunuri Muharebeleri'nde karşı karşıya geldi. Amerikalı askerlerin çekildiği muharebelerde BM kuvvetleri arasındaki haberleşme ağı kesildi. Uzun çarpışmalardan sonra tuğgeneral Tahsin Yazıcı kendi inisiyatifiyle geri çekildi.

    Ama, bilanço büyüktü; 218 şehit, 455 yaralı ve 94 kayıp. Devamında da 350 civarında askerimiz esir düştü. Tabii bu resmi rakamlara göre; kaybın daha büyük olduğu kabul ediliyor. Türk tarafı, ABD ordusunu kendilerini yalnız bırakmakla suçladı, Amerika ise Türk askerlerinin İngilizce yetersizliği yüzünden uyarıları anlamadığını söyledi. Ama, Kunuri Muharebeleri'nden sonra Türkiye'nin cepheye tercüman göndermesi ikinci ihtimali daha güçlü kılıyor.

    İkinci büyük çarpışma 25-27 Ocak 1951 günlerinde Kumyangjang- ni mevkisinde yaşandı. Türkiye yine büyük kayıplar verdi.

    Tugayın komutan yardımcısı albay Nuri Pamir de çatışmalarda yaşamını yitirenlerdendi. Buna rağmen Kumyangjang-ni çarpışmaları resmi tarihimizde 'zafer' olarak anlatılır.

    Nihayet 20 Nisan 1953'te taraflar arasında yaralıların değişimi yapıldı. 27 Temmuz'da da ateşkesin imzalanmasıyla dönüş yolculuğu başladı... Amerika'nın neredeyse savaşa katılan her askerimize madalya verdiği savaşta 721 şehit, 2.147 yaralı, 346 hasta, 234 esir, 175 kayıp verdik.

    Savaşın etkisi cephede yaşanan sınırlı kalmadı. Dönen askerlerin çoğunda, özellikle esir düşenlerde, sonradan hem ağır ruhsal hem de bedensel hastalıklar ortaya çıktı. Akli dengesi bozuk insanlara takılan "Koreli" lakabı da boşuna değildi.

    Türkiye'nin savaşa girmesine karşın yaptığı NATO'ya üyelik başvurusu hemen kabul edilmedi.

    Ama sonra da, Türkiye'de hava üslerinin kurulması isteğinin kabul edilmesiyle Türkiye, 1952'de NATO'ya girerek verdiği kayıpların 'karşılığını' aldı.

    Donarak şehit oldular

    Aslında Kore Savaşı yakın tarih açısından çok önemli olmasına rağmen hakkında çok az şey biliniyor. Bu Amerika için de böyle. Hakkında ne film üstüne film çekildi Vietnam örneğindeki gibi, ne de cilt cilt romanlar yazılıp tahliller yapıldı. Ama, bu savaşın gerçek yüzünü hâlâ bilmiyoruz.

    Olayları, tanık askerlerin ağzından dinlediğimiz zaman "Türklere sahip çıkmayan hain Amerikalılar" ve "kurnaz Çinliler"den ibaret efsaneler var. Peki, onca kayıp niye? Aslında Türk Tugayı ilk şehidini inilen limandan cepheye giderken verdi. Uçaksavar bataryasının taşındığı kamyonun devrilmesiyle astsubay Sedat Boran yaşamını yitirdi. Sonraki ölümler de düşmanla karşı karşıya gelmeden yaşandı. En ilginci ise hiç otomobil tarzında hızlı araçların olmayışıydı. Ağır silah taşımaların dışında tüm işler yaya yapılıyordu.

    Soğuk havalarda nerdeyse omuzlarına kadar olan buzlu sulardan geçmek zorunda kalan askerler yaşamını yitirdi. Ya geceleri benzin tenekelerini yakarak ısınmaya çalışan askerlerin donarak can vermesi...

    Kore kahramanları Ziverbey işkencelerinde

    Kore Savaşı'nın Amerika için başka önemli yanları da vardı. İkinci Dünya Savaşı'nın bitimiyle başlayan Soğuk Savaş'ta kılıçların tam olarak çekildiği dönemdi. Amerikan askerleri Soğuk Savaş'ın gizli yöntemlerinden olan özel harp tekniklerini Kore'de komünistlere karşı kullandı. Esir alınan Çinli ve Koreli askerler üzerinde yeni sorgulama ve işkence teknikleri uygulandı. Bu yeni işkence yöntemli sorgulamalara katılan Türk subayları da vardı. Bunların en önemlisi 12 Mart darbesinin simge ismi Faik Türün'dü.

    Binbaşı Türün, Türk Tugayı'nın en önemli birimi olan Harekât Dairesi'nin başındaydı. Burada öğrendiği sorgulama yöntemlerini meşhur Ziverbey Köşkü işkencelerinde uygulamasıyla ünlendi. Darbe döneminde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı görevinde bulunan Türün, darbeden 2 yıl sonra da emekliye ayrıldı. Bu sırada "Kadıköy'deki köşkü kontrgerilla örgütüne özel olarak hazırlattım" itirafında bulundu.

    Türün'ü 12 Eylül darbesinden sonra sol örgütler tarafından öldürülme korkusu sardı. Bu nedenle artık sokağa hiç çıkmıyordu. Bu sırada ciddi bir felç geçirdi. 15 Şubat 2003'te ölen Faik Türün, ömrünün son beş yılını yatağa mahkûm olarak geçirdi.

    Kore Savaşı'nda Amerikalı askerlerle birlikte işkenceli sorgulara katılan diğer önemli bir Türk subayı da Turgut Sunalp'ti. Onun görevi de Harekât Daire Başkanlığı'ydı. Sunalp de Ziverbey Köşkü işkencelerinin mimarlarındandı.

    Faik Türün'ün yardımcılığını yaptı. Emekli olduktan sonra gazetelere verdiği demeçlerde sorgulara katıldığını kabul etti. Üstelik işkenceli sorgulama yöntemlerinin "özel", sorgulamaları yapanların da "özel eğitimli" olduğunu anlattı: "Uygulanan sorgulama yöntemi özel bir teknik aslında.

    Özel olarak yetişmiş insanlardır bunlar... Bir kıza copla tecavüz edildiği iddia edilmişti. İddia eden kız da ciddi şekilde komünistti.

    Özür dileyerek söylüyorum, taş gibi delikanlı oğlanlar var elimizde, yirmi yaşında yirmi bir yaşında.

    Yani kalkıp da bir kıza bu yoldan işkence yapacaksa copa müracaat etmek ihtiyacını hisseder mi!"

    Ecevit Kılıç - SABAH



  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.