Şimdi Ara

Felsefe Anadolu'da Öldü mü

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
25
Cevap
0
Favori
611
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Doğu Roma zamanında hatta Helenistik Anadolu topraklarında, Ege kıyılarında felsefe vardı. Bugün felsefenin toprakları üzerinde biz varız ama sanki felsefeye gereken değeri vermiyor gibiyiz. Felsefe ölmedi ama bizim zamanımızda ne zaman çıkacağı belli olmayan bir komada, en azından Anadolu'da. Sizin düşünceleriniz nelerdir?




  • Felsefe, insan hayatına zerre katkısı olmayan içi boş düşünce ve söylemlerden ibaret bişeydir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: İAmSterdam06

    Felsefe, insan hayatına zerre katkısı olmayan içi boş düşünce ve söylemlerden ibaret bişeydir.

    Söylemeden edemeyeceğim; bu cevap konuyla beraber çok dramatik olmuş.   Anadolu için konuşacak olursak, felsefe eski Yunan veya Yunan geleneği altındaki Batı kültürlerine özgü bir faaliyet. Çin gibi bazı kısmi istisnalar haricinde başka kültürlerde bildiğimiz anlamda rasyonel metodik felsefe yok; varsa dahi bu eski Yunan veya Batı dünyasından alınma bir şey. Bu gerçeği fark eden Gazzalî bu sebeple misal Filozofların Tutarsızlığı kitabında geleneği savunma gerekçesiyle "Yunanî" felsefeye şiddetle saldırıyor ancak bu Gazzalî'ye özgü bir tutum değil; genel olarak nakilci İbranî geleneğini bütünüyle özümsemiş herkeste görülen bir tutum. Çünkü nakil bilgisi ile aklî veya yorumsal rasyonel bilgi yani felsefi bilgi bambaşka şeyler. Birisi nesnel tenkite dayalı, öbürü ilahî otoritenin dediğine. Nesnel tenkitle teoriler geliştirilebilir ve tabiatla anlamlı şekilde etkileşilebilir ancak otorite tabiatı genellikle boğar ve de paternalize eder (belirli dogmatik anlayışlar ve örüntüler kümesine indirger). Nesnel tenkitten sonunda saha araştırmasına dayalı empirik bilimler çıkmış, bu sebeple Yunanî gelenekten gelen Batı dünyası nakilci eski dünyanın önüne geçmiştir.


    Müslüman Doğu'dan farklı olarak Doğu Roma'da azizler ve kilise babaları yalnız kendi Greko Romen geleneklerini inkar edemediler bu sebeple Doğu Roma'da nakilcilik ve felsefe bir arada yaşamış; garip bir durum meydana gelmiştir. Bu sebeple Bizans'ın Hıristiyan Romalıları Rönesans, eski "felsefi" antik dünyanın büyüklüğü vs nedir bilmezdi çünkü Bizans bu geleneğin Hıristiyan "hakikatine" sarılmış bizatihi bir temsilcisi olarak övünürdü. Bizans felsefeye büyük ve devrimci bir katkıda bulunmadı ama bu topraklarda Greko Romen geleneğin taşıyıcısı Bizans da çökünce felsefe de çöktü. Osmanlı'nın Batı karşısında geri kalmasıyla bazı Osmanlı entelektüelleri felsefeyi ithal etmek ve Osmanlı dünyasında ihya etmek için uğraştılar ancak başta kültürel bariyer olmak üzere bir takım nedenler uyarınca bu misyonlarında başarılı olamadılar. Atatürk ise Osmanlı'yı bilim ve felsefe üretebilen modern Türkiye'ye dönüştürmek için tüm ömrünü harcadı ama tek başına ve felsefeye genel olarak ilgisiz küçücük bir aydınlar cemiyetiyle pekala bunu kendi ömrü içerisinde gerçekleştiremedi.

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nat Alianovna

    Söylemeden edemeyeceğim; bu cevap konuyla beraber çok dramatik olmuş.   Anadolu için konuşacak olursak, felsefe eski Yunan veya Yunan geleneği altındaki Batı kültürlerine özgü bir faaliyet. Çin gibi bazı kısmi istisnalar haricinde başka kültürlerde bildiğimiz anlamda rasyonel metodik felsefe yok; varsa dahi bu eski Yunan veya Batı dünyasından alınma bir şey. Bu gerçeği fark eden Gazzalî bu sebeple misal Filozofların Tutarsızlığı kitabında geleneği savunma gerekçesiyle "Yunanî" felsefeye şiddetle saldırıyor ancak bu Gazzalî'ye özgü bir tutum değil; genel olarak nakilci İbranî geleneğini bütünüyle özümsemiş herkeste görülen bir tutum. Çünkü nakil bilgisi ile aklî veya yorumsal rasyonel bilgi yani felsefi bilgi bambaşka şeyler. Birisi nesnel tenkite dayalı, öbürü ilahî otoritenin dediğine. Nesnel tenkitle teoriler geliştirilebilir ve tabiatla anlamlı şekilde etkileşilebilir ancak otorite tabiatı genellikle boğar ve de paternalize eder (belirli dogmatik anlayışlar ve örüntüler kümesine indirger). Nesnel tenkitten sonunda saha araştırmasına dayalı empirik bilimler çıkmış, bu sebeple Yunanî gelenekten gelen Batı dünyası nakilci eski dünyanın önüne geçmiştir.


    Müslüman Doğu'dan farklı olarak Doğu Roma'da azizler ve kilise babaları yalnız kendi Greko Romen geleneklerini inkar edemediler bu sebeple Doğu Roma'da nakilcilik ve felsefe bir arada yaşamış; garip bir durum meydana gelmiştir. Bu sebeple Bizans'ın Hıristiyan Romalıları Rönesans, eski "felsefi" antik dünyanın büyüklüğü vs nedir bilmezdi çünkü Bizans bu geleneğin Hıristiyan "hakikatine" sarılmış bizatihi bir temsilcisi olarak övünürdü. Bizans felsefeye büyük ve devrimci bir katkıda bulunmadı ama bu topraklarda Greko Romen geleneğin taşıyıcısı Bizans da çökünce felsefe de çöktü. Osmanlı'nın Batı karşısında geri kalmasıyla bazı Osmanlı entelektüelleri felsefeyi ithal etmek ve Osmanlı dünyasında ihya etmek için uğraştılar ancak başta kültürel bariyer olmak üzere bir takım nedenler uyarınca bu misyonlarında başarılı olamadılar. Atatürk ise Osmanlı'yı bilim ve felsefe üretebilen modern Türkiye'ye dönüştürmek için tüm ömrünü harcadı ama tek başına ve felsefeye genel olarak ilgisiz küçücük bir aydınlar cemiyetiyle pekala bunu kendi ömrü içerisinde gerçekleştiremedi.



    Alıntıları Göster

    Dediklerimle alakasız şeyler anlatıyorsunuz.


    Lütfen bana felsefe denen balonun dünya toplumuna ne gibi katkılar sağladığını örnekleriyle izah edebilir misiniz?


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Doğa felsefesi. Teorik bilim geleneği doğa felsefesinden geliyor. Sizin şu an yaptığınız gibi örneklerle kendi görüşümü doğrulama ihtiyacı duymuyorum. Felsefe şüphesiz dünyaya yer yer zarar da vermiştir ama bu istemsizdir çünkü cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir derler.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nat Alianovna

    Doğa felsefesi. Teorik bilim geleneği doğa felsefesinden geliyor. Sizin şu an yaptığınız gibi örneklerle kendi görüşümü doğrulama ihtiyacı duymuyorum. Felsefe şüphesiz dünyaya yer yer zarar da vermiştir ama bu istemsizdir çünkü cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir derler.

    Peki 


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: İAmSterdam06

    Peki 



    Alıntıları Göster

    Gazzalici anlayışı kadar zarar vermiş olamaz.  

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Nat Alianovna

    Gazzalici anlayışı kadar zarar vermiş olamaz.  



    Alıntıları Göster

    Hocam şunu diyorum: o kadar zengin topraklar üzerindeyiz ki felsefe ve bilime değer versek ikinci bir Almanya, Japonya olmamız için önümüzde hiçbir engel yok.

  • Bu dediğinin çok iyi olsak önümüzde çok iyi olmak için engel yok demekten farkı yok

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: LeopolDedalus

    Bu dediğinin çok iyi olsak önümüzde çok iyi olmak için engel yok demekten farkı yok

    Felsefe ve bilime önem verilmesi gerekiyor, çok iyi potansiyelimiz de olsa, bazı şeylere önem vermezsek başaramayız hiçbir şeyi hocam. Bilim, felsefe, sanat üçlüsü önemli bence.

  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Gazali'nin bahsettiği husus kitabının adı gibi tutarsızlıklar. Bu tutarsızlıklarıda zaten kendi dindaşlarının yeni platoncu anlayışı İslam'a uyarlama noktasında sudur teorisini kullanmaları üzerinden eleştiriyor. Bugün gelinen nokta da bunu aşabilen ne ceşit felsefi yaklaşımlar var? Yani Gazali olmasaydı bu topraklarda teolojik ontoloji farklı bir noktaya mı gelecekti? Sizde biliyorsunuz ki teoloji sadece bu topraklarda değil batı dünyasinda da var ve ben ontolojik olarak spesifik sunumlar göremiyorum. Bu sanılmasınki materyalist bakış ontolojiye çok farklı kapılar aralıyor, hiçte öyle değil. Bildiğiniz gibi teolojik ontolojideki temel problem ezeliyet üzerinden zaman-mekan ise bu aynı şekilde pozitif bilimler içinde geçerli, bunu kenara bırakalım materyalist felsefe bu problemi çözme de teolojik ontolojiden çok daha zayıf. Bu problemin temeli algısal oluşumun anlamlandırılma çabasındaki yetersizliği, gazalide bunu biliyordu. Şuan bilim de bunu teorik fizik altında metafizikten hiçte farkı olmayan bir şekilde çözmeye çalışıyor. Ancak bu bahsedilen dogma anlayış bilim içerisindeki kesin reddiyeciler içinde geçerli. Nasıl sartsız kabul dogma bilgi olarak goruluyorsa(ki bu da bazı bilimci ve teorilerde var) sartsız reddiyede dogma bilgidir. Daha önce size dedigim gibi septisizm aşılamaz bir felsefi problemdir, çünkü insan dünyasının temeli algısallıktır. Bunu reddediyorsanız savundugunuz şey felsefe degil bilim olur. 

    Bunları bir kenara bırakırsak felsefe temel ontoloji problemlerinden ibaret olmadığı için suçu Gazali'ye atmak mantıklı değil

     

    Konuya gelince, çok saçma bir soru. Felsefe bugün coğrafyaya bağımlı değil. Eski çağda da değildi ancak gerekli huzur ve düşünce özgürlüğüne giden yolun ticari anlamda sunduğu gercekler sayesinde bu bir ilim olarak ortaya konuldu. Bugun ideolojik bir baskılanmaya sahip değilseniz felsefenin cografya ile hicbir alakası yoktur, milletlerlede alakalı değildir. Öyle olsaydı bugun Yunan dünyası kurduğu bu ilmin öncülüğünü yapmaya devam ederdi


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • therc T kullanıcısına yanıt

    Demek ki el değiştiriyor hocam. Coğrafya'ya bağlı değil ama nedense felsefeyle bilime önem vermiyoruz. Bence felsefe, bilim ve sanata önem vermeliyiz. Coğrafyaya bağlı değil deyip işin içinden sıyrılmak doğru olmaz. Benim düşüncem bu.

  • quote:

    Gazali'nin bahsettiği husus kitabının adı gibi tutarsızlıklar. Bu tutarsızlıklarıda zaten kendi dindaşlarının yeni platoncu anlayışı İslam'a uyarlama noktasında sudur teorisini kullanmaları üzerinden eleştiriyor.


    Kitabı okudunuz mu bilmiyorum ama kitap neo-platonculuk eleştirisinden ibaret değil. Platoncu - Aristotelesçi rasyonalist köktencilik eleştiriliyor. Rasyonalist düşünce akımlarını kendi içerisinde tutarsızlaştırmak elbette rasyonalizmi en iyi reddetme yöntemi ama Gazzalî pekala günümüz standartlarında fazla samimi değil çünkü yaptığı eleştiriler kendi varsayımlarına da uygulanabilir. Önemli olan Gazzalì'nin etkisi, Yunan felsefesinin yalnızca mantıksal araçlarını (organon'u) alıp tüm Yunan felsefesini reddetmesi. Yunanî geleneği komple reddetmek rasyonalizmin (logos'un) çöküşü demek. Aristotelesçilikten kopmak ise sistematik doğa felsefesi (physis) yitimi anlamına geliyor. İslam dünyası bu kayıpları telafi edememiştir çünkü İslam felsefe geleneği Yunan geleneğinin devamıydı. Ontolojide ise hipotetik materyalizm ve natüralizm tamamen dominant çünkü modern bilimin yükselişi bunu icap etti. Eskiden böyle değildi. Kuantum mekaniğinin gelişiminden bu yana madde ve enerjinin rasyonelliğe tabi olmadığı, haliyle ontolojik materyalist çıkarımın (ens rationis) tutarlı bir varoluş sunmak zorunda olmadığı bilinen bir şey. Materyalizm günümüzde ancak damardan veya en kökten bağlı olduğu bilimle yargılanabilir; bilemedin etikle yargılanabilir ama velakin ontolojiyle yargılanamaz çünkü madde ve enerji neyse materyalizm de o. Madde ve enerji "mantıksızsa" materyalizmin varoluş tasviri de son kertede mantıksız. Materyalizmin ontolojik doktrin olan versiyonu ise günümüz biliminin dünya anlayışının tümevarımsal bir genellemesinden (ens rationis ab scientia) ibaret. Teolojinin ise artık bilimde yeri yok. Abrahamik unsurların bu gerçeği sindirememesi bir şey ifade etmiyor. Ontolojik kabüllü sahte septisizm ise hiçbir şey ifade etmiyor. Önemli olan özne ve nesne ilişkisi, öznenin nesneleri anlamlandırma becerisi. Nesnelerden genelleme yapılarak bilimsel anlayış üretilebilir ve bu anlayışın sahada paradigmatik değeri ölçülebilir. Paradigmatik değeri varsa kabul edilir; kusurları ise sahada testle düzeltilebilir. Epistemolojik anlamda en yerinde inanç, en yerinde şüphe de budur zaten.

    quote:

    Konuya gelince, çok saçma bir soru. Felsefe bugün coğrafyaya bağımlı değil. Eski çağda da değildi ancak gerekli huzur ve düşünce özgürlüğüne giden yolun ticari anlamda sunduğu gercekler sayesinde bu bir ilim olarak ortaya konuldu. Bugun ideolojik bir baskılanmaya sahip değilseniz felsefenin cografya ile hicbir alakası yoktur, milletlerlede alakalı değildir. Öyle olsaydı bugun Yunan dünyası kurduğu bu ilmin öncülüğünü yapmaya devam ederdi


    Bu ifadenin tamamının ideolojik bir baskılama olduğunu ben de iddia edebilirim; bu ana kaynak literatürü pek tanımayan birisinin iddiası olabilir çünkü. Eski Yunan'dan önce bildiğimiz anlamda "felsefe" bulamazsınız. Neden bir Babilli veya Mısırlı bir Thales, Herakleitos, Demokritos, Platon veya Aristoteles bilmeyiz? Öyle kişiler yani "filozoflar" o toplumlarda olmadığı için. Mısırlı herhangi bir kral katibinin düşüncelerini ve felsefi eserlerini bilmeyiz çünkü yoktur. Felsefe yani Hellence anlamıyla philo - sophia "arkadaşça bilgi sevgisi" (bir de eros vardır ancak o erotik sevgidir) bir eski Yunan icadı. Bir de Eski Yunanlarla günümüz Yunanları linguistik bağlara sahip olmak haricinde birbiriyle alakasız. Günümüz Yunanları Hıristiyanlığın ve Osmanlı'nın sulandırdığı kısmen oryantal levanten bir halk. Eski azametlerinden pek eser yok. Bu dediklerime katı milliyetçilikleri ve dindarlıkları çerçevesinde Yunanlar çok kızar o ayrı konu. Osmanlı ile ilgili dediğime muhtemelen katılırlar ama Hıristiyanlıkla ve eski Hellenlerle ilgili dediğimi eleştirirler. Günümüzde dahi pek çok toplum hayata [akli] felsefe ile bakmaz. Geleneği ön plana koyar. Misal Japonlar. Buşido kodu dediğimiz şey bir "felsefe" değil; her savaşçı toplumda bulunabilecek popüler bir sezgi "etiği ve ontolojisi". Yunanlara hayran olan ve onları belki de her konuda taklit eden Romalılar dahi felsefeyle çok haşır neşir olsalar da hayata pek sofu ve bağnaz Roma gelenekleri (mos maiorum) çerçevesinden bakmaya devam etmişlerdir.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Ne var ne yok silmiş gibi bir durumda yok. Ona bakarsan ibn rüşd'un de tehafutüt tehafüt adlı cevap kitabı var. Bazı sert yaklaşımları bende hoş bulmuyorum. Ancak konu metafizik olduğunda rasyonalist yaklaşımlar yetersizdir. Bilim de varoluş eksenini çözebilmiş değildir, en başta bu gözlemlenebilir evrenin verileri degildir zaten ve teorik fizik , metafizik olmaktan şu noktada farksızdır. Ki teorik fizik dahi bu problemde sonuç almış değildir. Öyleyse burada ben metafizik ve teorik fizik karşılaştırmasının mantıksal gidişatına bakarım

     

    Burada bahsettiğim şey "Coğrafya kaderdir" deki anlamı değil, terimsel olarak coğrafyadan bahsediyorum. Tabiki burada aynı zamanda zor yaşam koşullarının ve düşünce özgürlugunun vurgusunu yapıyorum.  Bahsettigimiz sey burda sistematik bir sekilde ilim olarak Yunanlıların ortaya koyduğu zaten herkesce kabul. Ancak bir filozofun karşılığını (yunanca anlamı değil) Thales ile başlatmak ne kadar gerçekçi olur bilemem. Yunan literaturu günümuze en korunaklı ulasabilen antik dönem aktarımı. Antik yunanın çağın sonlarında olduğunu da unutmamak lazım tabi. Mesela Ahamenişler de bu dönemlerde büyük imparatorluk kurdular ama bunların tarihlerini bile çoğunlukla Heredot, Ksenofon gibi yunan tarihçilerden öğreniyoruz. Sen şimdi bu Imparatorlukta kimin ne yazıp çizdiğini nerden bileceksin? Onu bırak dönemden ulaşan avesta bile yok. Benim bahsetmek istediğimse bu değil, çöldeki bedevi de hayatını düşünerek gecirebilir, hatta kafasında sistemleştirerek felsefe yapabilir ama kağıda geçirmemistir. Bozkırdaki bir gocebede aynı sekilde. Antik ya da ortacagda bu cografya faktörü, baskıcı ideoloji, yasam kosulları, mali imkanlar ile beraber dolaylı olarak etmen kabul edilebilir ama tek faktor degil. Bugunse bu durum çok farklı, yasadiginiz coğrafya(terim) felsefe yapmanızda etken degil, onemli olan yaşam kosulları ve ozgur dusuncedir. Haliyle Anadolu topraklarıda bir seyleri altın tepside sunmaz


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Açıkçası genel olarak iddia etmediğim şeylerden yürümeye çalışıyorsunuz bir anlamı yok o zaman tartışmanın. Ama genel olarak şunu diyebilirim: doğa kaotik, raslantısal ve dinamik. Tüm tabii ve tarihsel disiplinlerde bu gerçek gün gibi açık. Bu sebeple sürekli kendisini ilahi bir düzenle avutan ve hayatını bu şekilde idame ettirmeye çalışan insan türünün iki yakası birleşmiyor. İnsan türü ideal, "insancıl" bir dünyanın peşinde koşup kendi cehennemlerini yaratıp duruyor... Çevresinin nasıl işlediğini anlayamıyor... Kaldı ki, tüm evrenin özü olan evrim sürecini bir çeşit akıllı tasarım addeden herhangi bir görüş bilimsel olarak ciddiye alınamaz. Samimiyetsiz agnostisizm (bilinmezcilik) veya önceden hesaplı septisizm (şüphecilik) felsefi bir tavır değil. Bertrand Russell misal Sokrat'ı felsefeye ihanetle suçluyor çünkü Platon'un Savunma diyaloğundaki Sokrat'ın ölüm hakkındaki agnostisizminin sahte olduğunu ve esasında Achilles veya Homeros'la öteki tarafta felsefi münazara yapacağına inandığını fark ediyor. Sokrat Phaidon'da da ölümden sonraki yaşamı akli olarak gerekçelendiriyor. Savunma'da bilinmezcilik iddiasına dayanarak öteki tarafa bir kapı aralarken bu sefer de Phaidon'da aynı bilinmezcilik iddiasıyla fenomenlere dair hipotezlerle hareket eden maddeci doğa felsefesinin içini boşaltıyor. Ama görüldüğü üzere Sokrat kendisinin teistik ve mitolojik iyicil kainat tahayyülüne aynı felsefi epistemolojik standardı uygulamayıp açıkça bu kainat modeline ve öteki dünyaya inanıyor (Gazzalî de benzer bir samimiyetsizlikten muzdarip). Bu sebeple gerek Nietzsche olsun, gerek Russell olsun, Platon'un tasvir ettiği Sokrates'i şiddetle yermişler. Bu tarz içten pazarlıklı septisizmin yerine bilimin hipotetik realizmini her zaman tercih ederim. Birincisinde esasında çürütülemeyen bir otorite figürü olarak ortada bir insan (Sokrat, Gazzalî, kilise babası, Papa vs) var; ikincisinde bir otorite yok. Yalnızca tabiat var ve pekala tabiatta ne görüyorsan o. Bahsettiğim tür bir septisizm, yani hipotetik realizmin karşısına konmuş bir septisizm çok tehlikelidir çünkü samimi değildir. Bu tarz bir yaklaşıma sahip bir insanı da aslında aksi yönde ikna etmek imkansızdır (Pavlov'un yerleşik şartlanma ilkesi ve sabitlenmiş beyin formasyonu uyarınca). Genelde de alaycı veya üsteleyen narsisistiklerden çıkıyorlar. Ama şu var; insan türü narsisistik bir organizma, bu bir kısmi adaptasyon - manipülasyon mekanizması. İnsan olmak da suç veya kabahat değil.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    Gün gibi açık falan değil, malesef sizde akıl-doğa bilimin hegomanik kabulu altında kendi dogmalarınızı oluşturmuşsunuz, (önkabulleriniz binsene sonra gecersiz konuma gelebilir) ondan sonra sokrates ruh ve oteki dünya inancina sahip olunca felsefeye ihanet edip samimiyetsiz oluyor. Metafiziği anlamlandırmada diyalektikle mantıksal çıkarım yapmak felsefe değilde, akılcı gözlemin ampirik verilerini değerlendirmek mi felsefe oluyor? Ben felsefeyi kalıplara sokmayı sevmem ama siz öyle yapıyorsunuz, ki bence samimiyetsiz olan budur. Reddiyesi kanıtlanamaz soyutsallığın inkarı asıl samimiyetsizliktir, felsefeyi yeni bilgi karşısında değişebilir bilime indirgemek tutucu bir tavırdır. En azından felsefe yaparken pozitivist tutumunuzu yumuşatmanız gerekiyor, aksi taktirde bu pek felsefe olmuyor. Neyse konu başlığı ile çok alakasız bir yere geldik


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • therc T kullanıcısına yanıt

    Zaten asıl tutucunun kim olduğunu bir fark edebilselerdi, yetersiz bilgi veya ruhtan kopuş sebebiyle algılanamayana rastlantı damgası vurup; rastlantıyı kendilerinin iman ettiği bir kanuna dönüştürmeye çalışmazlardı diye düşünüyorum.

  • İnançlar konusunda hiçbir kanıt sunamayıp ve bu inançlardaki çeşitliliğe aldırmayıp doğa felsefesine kanıtsızlık ve çok sayıda teori bulunmasından ötürü yüklendiği için Sokrat samimi felsefe yapmıyor. Platon'un diyaloglarındaki diyalektik tümdengelimsel soruşturma nesnelerin araştırılmasına uygun bir yöntem de değil keza. Bu tarz bir soruşturma kabüllerin veya argümanların ayağını kaydıracak koşulları vermek için yapılır ama esasında ortada olan verilmiş iki kabul arasındaki çelişkidir ve bu o kadar da önemli değildir çünkü kavramın kendisi hakkında hiçbir şey anlatmaz ve iş dönüp dolaşıp kabullere çıkar. Thrasymakhos'un adalet güçlünün çıkarıdır iddiası bu sebeple binlerce kez Sokrat tarafından çürütülse de bu anlamsızdır çünkü bu Atinalarla Melosluların yaşadığı olay gibi haklılık payı taşıyabilecek bir kabulden ibarettir. Aynı şekilde Thrasymakhos istediği kadar adalet zayıfın gözetilmesidir iddiasına saldırsın bir anlamı yok çünkü bu da bir kabül. Adaletten ne anlıyorsan, kabullerin neyse o. Daha modern normatif etikçiler dahi adalet gibi bağıl kavramlara doğrudan mutlaklık vermekten genellikle uzak dururlar. Sonuçcu yaklaşım vs kullanırlar. İşte x y sonucunu veriyor o halde x ahlaken doğrudur. Bilimdeki kabuller ise bunlara mukabil delip geçicidir. Açıkça nüfuz eder ve gerçekliğin o anki bir temsili olur. Felsefe için bir örnekler havuzu olur. Neyin somut zeminde anlamlı, neyin soyut zihin egzersizi olduğunu belirler. Bilimin paradigmatik doğası tabiata dayanan dogmatizmdir tabii ki ama daha anlamlı bir dogmatizm de yoktur ki. Doğadaki olgulara dayanarak konuşan profesyonel araştırmacıları yani diğer deyişle bilim insanlarını saymazsan tabiat ile aranda hiçbir otorite bulunmaz. Yeterince matematik biliyorsan, araştırma sahasına hakimsen M-Kuramını sen de bulabilirsin. İdeolojilerde, mezheplerde veya dinlerde böylesi bir anlayış yok.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Nat Alianovna kullanıcısına yanıt

    M-teorisi adı gibi teoridir ve bir şeyleri açıklamak için yeterli bir sav da sunmaz. Evrende en küçük mesafe olarak bilinen plank uzunluğu boyutundaki iki boyutlu olduğu iddia edilen sicimlerin de günümüz biliminde gözlemlenebilir bir verisi oluşturulamaz. Teorik hesaplamalarda zaten metafizik unsurlar olmaktan öte değil, bunu her zaman söylüyorum. Diğer yandan gözlemlenmesi bile mümkün olmayan (deney dışı) sicimlerin gözlemlenebilir olabileceği aşama da(varsayım), son gözlem noktasının gözlem sınırı olması fiziksel bir sınır olduğunu kanıtlamaz. 2 boyutun zaten kendisi soyut bir kavramdır, 4 bugun elimizde olan, diğer 7 nerde? Bu metafizik değilmidir? 

    Diğer yandan materyalizm de bir inançtır. Çünkü tanrının varlığı reddedilir ancak yokluğu kanıtlanabilir değildir. O halde objektif olabilen tek tutum septik agnostizmdir


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • M-teorisini öylesine dedim. Başka bir disiplinden başka bir ispatlanmamış veya henüz kurgulanmamış bir teori de olabilir bu. Vurgulamak istediğim bilimdeki en temelde herhangi bir öznel otoritenin < bilgi edinmede > aracılık etmediği özne ve nesne ilişkisi. Ayakları somut zemine basan inançlar her zaman daha tercih edilebilir türden inançlardır ve bilimin inançlarını veya bilgisini veya teorilerini özel kılan da zaten bu somut zemine basma niteliği. Bir yandan inanç ile agnostisizm sizin de kabul ettiğiniz üzere bağdaşabilir. Haliyle hem sağlam bir inanca hem de - hakiki - bir agnostik tavra sahip olunabilir.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.