quote:
Orijinalden alıntı: infom@n
Oğuzlar Oğuz’ların sırası ile 24 boyuna ve manaları ile inançlarından dolayı ongunlarına değindikten sonra, 24 sayısı Oğuz Türk’lerinde yine inançlarına bağlı olarak oldukca sık kullanılan bir sayı olduğunu belirtmektede yarar vardır. Bazı tarihci ve araştırmacıların tesbitlerine göre ; Osmanlı ordu teşkilatında, Rumeli ve Diyarbekir eyâletleri 24 er sancaktı. Otlukbeli savaşında 24 sancak beyi vardı. Meşhur Türk seyahlarından Evliya Çelebiye göre, Kütahya san cağı 24 kadılık idi. Rumelinde devlet hizmetinde bulunan Yörük’ ler 24 kişiden müştekil guruplara ayrılmışlardır. Diğer taraftan Oğuz boylarından Yörüklerden birinin koyun sayısı 24 den az olursa onlar yoksul sayılır. Merv bölğesinde yaşayan Teke adlı meşhur Türkmen oymağı seyahların anlatımına göre 24 oymağa ayrılmıştır. Türk’- lerin 24 sayısına verdiği önemle ilğili daha çok örnekler vardır. Bütün Türk boylarında olduğu gibi Oğuz’ ların 24 boylarından Avşar ve Türkmen boylarındada herkesin en az yedi ceddini sayması gerekiyor. Bu bir adet ve vaz geçilmez bir gelenek olarak sürüyor. İşte Oğuznamenin Seyit Lukman rivayetinde Oğuz’ların ceddi şu sıralama ile sayılır. 1 - Toğrul beğ - Tugrul Bey 2 - Mikail 3 - Selçuk 4 - Dukak 5 - Ertoğrul - Ertugrul Bey 6 - Lukman 7 - Toksurmuş 8 - İlci beg ( Elçi Bey ) Oğuznamedeki sıralamada üçüncü olarak adı geçen Selçuk’un ceddinin yani Anadolu Selçuklu’ları ile Oğuzlarını soyunun Türk, Türkmen çadırlarının direği ve direğini yontan usta anlamında (Kerakü) adı verilir. Mahmut Kaşga- ri’de aynı savı doğrular. Selçuk’un asıl ceddinin asil olmayıp, bir kiregeçi, sanatkar idi demekle bu nesli avamdan (Fakirlerden ) birinin nesli olarak gösterilir. Selçuk’ un babası Kerakücü Hoca gördüğü bir rüyada kendi neslin- den büyük adamlar zuhur edeceğini söyler. Sonra gördüğü rüyası gerçekleşir. 921 yılında Arap elçileri Kerakücü Hocanın oğullarına islamiyeti kabul etmeleri için elçiler gönderip şaman inancından vazgeçerek islamiyeti kabul etmeleri için zorlar ve baskı yaparlar ; fakat çeşitli nedenler göstererek ancak 100 yıl sonra Oğuzlar birazda mecbur kalarak İslâmiyeti kabul ederler. Bunlardan Maada, Sırderya, Talas ve Çu Havzalarında Karkuk ve Kalaçlarla beraber Türkmen ve Avşar olan Oğuz oymakları kalabalık bir kütle olarak yaşamaktaydılar. Çu havzasında yaşayan bir Türkmen Padişahı için Malik al- turkman ve şarkta Tokuz Oğuzlara komşu olarak yaşayan Oğuzlar ülkesi için El - Biruni Türkmen ülkesi (ard al- Turkmaniye) olarak bildirir . Selçukluların mensup oldukları, Hazar Türkmenleri yani Aral ile Hazar Denizi arasında yaşayanlar ile bundan başka, Çağanyan, Horezm, Kerki arasında Amuderye boyunda, Horezm ile Gürgah arasın- daki Helmend havzasında yaşayan Cenüp Türkmen’leridir. Oğuz’lardan bir kolun Maveraünnehir denilen bölgede yaşadığı yıllarda Sırderya, Talas ve Çu bölğelerindeki yine Oğuz boylarından olan Selçuk- lu Türkmen’leri ile araları açıldı. Çünkü onlar Selçukluları hiç dost olarak görüp, onlara hiç bir zaman güven duymadılar. Bu neden ile onları o bölgelerden sürmek istediler. 999 yıllarında bölge Türkmen ve Selçuk’lular arasında cereyan eden maceralara sahne oldu. Birbirleri ile çekişmelerinin sonucunda zayıf düştüler ve bölge Gaznelilerin hakimiyetine geçti. Eski huzuru ve serbestliğini yitiren, bir arada yaşayamıya- caklarını anlayan bu Türkmenlerden bir gurup Gazneli Mahmud’un izni ile Horasan’a , Ferave ( şimdiki adı Kızıl Avrat ) ve Balhan’a ( şimdiki Krasnovodsk hududunda ) geçerek yerleştiler. Sırderya havzasından, ihtimal Aral gölünün garbinden Mangışlak üzerinden geçerek gelen Balkhan Türkmen’leri ve sonralarında ‘ Irak Türkmenleri’ adı verildi. Bunlar Balkhan üst olmak üzere sık sık İran içlerine akınlar yapar- ken Selçuk oğulları ile Türkmen olan Avşar Beylerinden Şah Melik ( Melik Şah ) arasındada şiddetli çarpışmalar oldu. 1034 yılında Amuderyanın Gavhore mıntıkasındaki bu muharebede Selçuklu oğulları 7 - 8 bin kadar kayıp vererek bir daha geri dönmeyecek şekilde oradan kaçmak mecburiyetinde kaldı. Kurtulanlardan 700 kişilik bir grup ile Toğrul, Davud Bey ( Çağrı bey ) eğersiz atları ve perişan bir durumda Amuderyayı geçerek Rabat- i Nemek’e iltica ettiler. Daha sonra Horezm sahasından ayrılıp Irak’a Türkmen’lerin yanına gelip birleşerek iyi ilişkiler içine girdiler. Amuderya’nın doğusundaki kalan soydaşlarınıda zaman zaman celbederek (teşvik ederek) nüfuslarını 10.000 e çıkartırlar. Yerli Türkmen’lerin 4.000 sayısıda buna eklenince 14.000 kadar bir nüfus sayısına ulaştı. Oğuz ve Karluk Türkleri bu bölgede az bir adet teşkil ettikleri halde; Horasan, İran, Azerbaycan ve Irak’ta çok büyük roller oynamışlardı. Daha sonra bunlardan 2.000 hane kadarı Isfahan’ı yağma edip, oradan Azerbaycan’a geçerek başkalarının idaresi altına girerken, diğer kalan Avşar adı verilen Türkmen boylarından bir kısmı çoğalıp genişleyerek, Haleb, Dulkadır- lı, Suriye, Boz-ok , Üçok ve Üsküdar Türkmenleri gibi adlar altında Haleb, Afşin, Maraş, Elbistan, Antep, Antakya, İskenderun bölgelerinde (cevval ve seyyar ) yarı yerleşik ve konar göçer bir yaşam sürdürmeye başladılar. Diğer taraftan Selçuklu Arslan Yabgu 1025 yılında esirken kendi ya-şadıkları yer olan Amuderya ve Sırderya arasındaki Oğuz’lardan 100.000 kadar asker çıkarta bilecegini söylemiştir. Bu ister istemez orada yaşayan Oğuz’ların en az yarım milyon bir nüfusa sahip olduklarını göstermektedir. Fakat bu sayı bazı nedenlerden dolayı son zamanlarda azaldı. Bu nedenlerden birincisi Tugrul Beyin Türk sınırlarını genişleterek yayılma amacı ile başlattıgı akınlarda, işğal edilen şehirleri; başta talana ve yağmaya müsade etmemesidir Diğer ikinci neden ise, Tuğrul Beyin boylara sormadan Bağdat’daki Arap Halifes i ile iyi ilişkiler başlatıp, sünni mezhebini benimsemesidir. Bütün Arap ülkelerini fehtetmesinden korktuğu Tuğrul Beye, elçiler gönderip, zaptet- tiğin topraklar senin için yeterlidir. Emirlerime ait topraklara dokunma ve zapttetiğin topraklar içinde selefleriniz gibi verğileri bize gönderiniz, sözlerine karşı Tuğrul beyin, “ benim askerlerim pek çoktur ve bu memleketler onlara kâfi gelmemektedir. „ derken 1055 yılında Bağdat'ta bulunduğu sırada meydana gelen bir olay üzerine “ Halife’ye hürmetim olmasa idi, bütün Bağdat - ı kılıçtan geçirebilirdim „ demektedir. ( Ebu’-l Ferec, Tarih, c.I syf. 302 ) Tuğrul Bey bu hereketi ile şii ve Alevî inancından olan Oğuz’ların Türkmen ve Avşar boyları , Yörükler ile çok sayıda insan bu duruma isyan ederek; ordudan ayrılıp çeşitli bölğelere göç ettiler. 1063 yılında Tuğrul Bey’in ölümü ile yerine halef bıraktığı Çağrı Beyin oğlu Alp Arslan 1064 yılında bu bölgelere akın başlatıp bölğeyi kontrol altına almasıyle bu yeni Türk ülkesinde yerleşme imkanları dahada artmıştır. Fakat diğer bir yönden üzerlerinde baskı olarak gördükleri Selçuklu’ lardan kurtulmak kendi istedikleri gibi bir yaşam sergilemek için kendileride aynı ırk ve soydan oldukları halde o bölgelerde yaşayan Kürtler ile işbirliği yaparak bölgede sonu gelmeyen yağmalara başlamakla kalmamış , Selçuklulara karşıda isyan etmişlerdi. Hatta bunlar- dan bir kısmı 1071 yılındaki Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın Bizans imparatoru Roman Diyojen ile yaptığı Malazgirt savaşında, Selçuklulara isyan edip, Bizans’lıların yanında yer almışlar. Fakat yenilğiye uğramaları üzerine kaçan Bizans ordusu ile Istanbul’a sonra orada aradıklarını bulamayınca 1072 yılında Suriye tarafına geri geçtiler. Hal- bu- ki Bizans ordusunda daha önceden bulunan Oğuz ve Peçenek asılı Türk askerler 1071 yılındaki Malazgirt savaşında kendi ırkından ve soydaşına karşı savaşdan birgün önce Türk ordusunun saflarında yani Alp Arslan’ın Selçuklu orduları yanında yer aldı. (Ord. Prof. Dr. A.Zeki velidi Togan’ın Umumi Türk tarihine giriş adlı kitabından s.192 ) Alp Arslan’ın Anadolu' yu zapt etmesinden sonra ilk defa derli toplu olarak yerleşip yaşamaya başladılar. Etnik ihtibarı ile bunların en büyük kısmı Oğuzla r’dır. Kıtanın şimalinde bütünü 24 olan Oğuz boylarından olan « Bozok » (Yozgat )cenubunda « Üç ok » boyları yaşamaktaydılar. Diğer taraftan Türkmenistan, Azerbaycan ve Horasan’da kalıp yaşamakta olan geniş toprakların ve bol sürülerin sahibi göçer Türkmen aşiretleri bir süre Kafkas’larda yaşadılar. (Bugün Avşar ve Türkmen’lerden her kimden sorulursa sorulsun hemen hemen hepsi de atalarının Horasan’dan geldiklerini söylerler. ) Fakat Orta Asya’da yaşayan Türk boyları arasında idare etme, yönetme gibi kişisel çıkar hesaplarından dolayı canından bıkan halk, batıya doğru göçmeye başladı. Kıtlık ve kuraklıktan dolayı birinci evredeki büyük bir göçten sonra, Orta Asya’da kalan azınlıktan istifade eden Mogol’lar ilk olarak bölğede hüküm süren Türk beyleri ve oymaklarını dağıtıp batıya doğru yayılmaya başladılar. Önüne gelen her şeyi yakıp yıktılar. Tabi o bölğelerde yaşayan Oğuz boyları en çok zarar görenlerdendi. 1071 yılında Anadolu’ ya Türk’lerin girmesi ve Selçuklu devletini kurmasıyla devletleşerek bütünleşen Türk sınırlarına kadar gelip dayandılar. Acıma- sız olan Mogolların önünden kaçanlar kurtulmaktaydı. İşte o zaman Kafkas’larda kalarak yaşamlarını sürdürmek- te olan bilhassa Horasan bölgesindeki bu göçer Türkmen ve Avşar aşireti ikinci vatanlarındanda diğerleri gibi çareyi kaçmakta buldular. İkinci evredede 13. yüzyılda Horasan’dan göçe dahil olan bu Türkmen’ler, önce bugünkü Suriye toprakları içinde kalan Haleb bölğesindeki Bucak denilen Tell -Şammar ve Tell- Zivan çevresinde daha sonra Anadolu’da yeni baş- layan ve nedeni toprağa dayalı toplumsal olaylardan dolayı, bugün Maraş bölgesi ve Süriye toprakları içinde bulunan Halep bölgesine göçüp kendilerinden daha önce gelip yerleşmiş olan Türkmen aşiretleriyle birleşip yaşa- maya başladılar. Göçer olan bu Türkmen’ler göçüp gelirken, ( deyim yerindeyse kaçıp gelirken ) koyun sürüleri, develeri ve atlarından başka bir şeyleri yoktu. Hayvanları doyura bilmek için yaz mevsimi yayla ve otlaklarda kış mevsiminde ise düze inerek çadırlarda yaşamaktaydılar. Fakat Kafkas’lardan gelen ve her yıl sayıları artan insan göçünden dolayı Anadoluda toprak düzenide bozulmaya başladı; diğer taraftan Türkler arasında yıllarca sürüp gelen kendi aralarındaki iktidar kavğası sıkca yaşanmaya başladı. Her seferinde kanlı biten ve yüzlercesinin ölü- müne sebeb olup, düşmanları karşısında küçülerek zamanla büyük yenilğiler alan Türk Beğleri , başa geçip idare etmek gibi nedenlere dayalı olarak baba, kardeş göz kırpmadan öldürmeye devam etmekteydiler. Ana- dolunun diğer bölgelerinde olduğu gibi bu bölgelelerdede sıkca beylikler arasında yönetim değişikliği yaşan- maktaydı. Mısır Memlük Sultanı’nın idaresi altında uzun zaman kalan bizim Dulkadırlı Türkmen aşireti daha sonra uzun yıllar, Dulkadıroğulları’ nın idaresi altında kaldıktan sonra, Yavuz Sultan Selim’in 1515 yılında bu beyliğe son verilmesi ile Osmanlı devletinin idaresi altında yaşamaya mecbur edilmişlerdi. Bu tarihten sonra fakirleşip, ekonomik yönden zayıflayan halkın üzerine Osmanlı’ nın bir de siyasi ( inaçlardan kaynaklanan ) baskı oluşturulmaya kalkışması bölğede istenmeyen bazı olayların yaşanmasına neden olmuş idari yönden yabancılaşmış olan Osmanlı sarayı ile tabanı oluşturan halkın arası açılmıştı. Türk ve Türkmen sözlerinden hoşnutsuz olan Osmanlı saray yönetimi, farklı olan inanç ve mezhep farklılıklarını gözetmeksizin, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey gibi tek taraflı olarak devletin sünni mezhebini tanıması ve diğer mezheplerden olan halka karşı kırım yapması, savaş ganimetlerini kendi başlarına sarayda ecnebilerle paylaşıp tüketerek, buda yetmiyormuş gibi halktan ağır verğiler toplamaya başlamasına karşı Anadolu’ nun her tarafında halk ayaklanmalarının başlamasına neden olmaktaydı. İşte bu ayaklanmaların sık olarak olduğu bölgelerden biri- side güneyde Maraş, Halep ve çevresidir. Şam’da Şambay adı Türkmen’ lerinden birisinin ortaya çıkıp ben Şah İsmail’ im (II. ) diyerek Anadolu’ya kadar uzanan ayaklanmanın başladığı bu topraklarda Kütahya’dan başlayıp Toros’ lardan Halep’e kadar uzanan bu bölgede yaşayan Varsak , Avşar Türkmen’ler gibi, Karaca oğlan ve Dadaloğlu gibi ünlü halk ozanları yetiştiren Bucak Avşar’ları ve Barak Türkmen aşiretleri ile aynı soydan ve kan- dan olup, farklı bir milletten yahut soydanmış gibi görüp bilinen yörük’lerde yaşamaktaydı. Aşiret anlaşıldığı gibi bir çok sülâle ve soyu bünyesinde barındıran bir toplu insan birliginin adıdır. Maraş , Antep - Ayıntap (Gaziantep) ve Amik ovası ile Halep Ham ovasında 1620 li yıllara kadar yaşamış olan bu aşiret ne yazık ki Anadolu’ daki geliş- melerden olumsuz yönde etkilenmiştir. Osmanlı devletinin oradaki diğer yerli Osmanlı yanlısı aşiretleri kışkırtma- sı ile aralarında çatışma çıkmış, Osmanlı destekli bu çatışmalar karşısında Barak’lar, Varsak ve Bucak Avşar’ları çareyi oralardan kaçmakta bulmuşlar. 1297 yılından sonra Selçuklular’ın sonu gelip Osmanlı Devletinin kurulması ile birlikte en büyük Türkmen oymak- larından olan ve içerisinde diğer oymaklardan kopmuş obalarında üzerinde yaşadıkları Dulkadıroğullarının idaresi altında olan yöreler XV. yy. ilk yarısında bilhassa Osmanlı Padişahı Yavuz Selim zamanında saldırırıya uğramış ve bu saldırılarda halk büyük zarar görmüştür. Daha sonra yerine geçen oğlu Kanuni Sultan Süleyman zamanında ise Maraş, Ayıntap ve çevresindeki Dulkadıroğullarının varlığına ve idaresine 1515 yılında Ferhat Paşa komutasın- daki Osmanlı ordusu tarafından son verildi; fakat Kanuni yönetiminin katı tutumu yüzünden ayaklanmalar tekrar başladı ve başta Maraş olmak üzere Osmanlı ordusunun ecnebi komutanları ve askerleri tarafından her taraf yakılıp yıkıldı. 16. y yılın yarısında ülkenin güneydoğusunda arkası bitip tükenmek bilmeyen olaylar nedeniyle bölgeden kaçan Türkmen’ler, üçer beşer çadırlar halinde Anadolu’nun içlerine doğru yol alırken Elbistan’ın Bucak denilen bölge gesinde yaşamakta olup ; baskılara dayanamayarak kaçmak zorunda kalan Avşar’larda (Bucak avşarları) göçe katıldılar. ( Bu göç ve kaçışları daha sonra bir Avşar olan Halk ozanı Dadaloğlu 19. yüz yılda ora- da Osman’lının yaptığı kıyım ve katliamlara karşı tepki gösterip isyan eder. ) Kalktı, göç eyledi Avşar elleri Ağır ağır giden eller bizimdir Arap atlar yakın eyler ırağı Yüce dağlar aşan yollar bizimdir. Belimizde kılıcımız kirmanî (*) * (Kirmanda yapılan eğri bir kılıç) Taşı deler mızrağımın temreni (*) * (temren: mızrak ucundaki sivri demir) Hakkımızda devlet vermiş fermanı Ferman padişahın, dağlar bizimdir. DADALOĞLU’m yarın kavga kurulur Öter tüfek, davlumbazlar vurulur (*) * (Davlumbaz : cenk davulu) Nice koç yiğitler yere serilir Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. Ferman Padişahın, dağlar bizimdir - Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir dörtlüklerinde Dadaloğlu bir isyan ve haykırışı açık ve net bir şekilde dile getirir. Anadolunun içlerine doğru yola çıkan aşiret kendi içlerindeki tacir ve develeri ile Karadeniz Suriye, Halep, Maraş arasında yük taşımacılığı yapmış olan kişilerin yol bilğilerinden faydalanmışlardır. Göçe katılan aşiretten bir kısmı, Maraş - Gürün- Sivas üzeri Oğuzların aynı boylarından olup; bugün Yozgat olarak bilinen Bozok’a ve Çorum (Çorum ’un genellikle Alaca kazası ve köylerine yerleşmişlerdir.), Amasya ve Tokat’ a gidip yerleşirken, diğer aşiret mensublarıda ( bunlar Burunören köyün de yaşayan insanların atalarıdır ) Halep (Hamovasından ) Antep (Düztepe’ den) ve Maraş üzerinden Göksun - Pınarbaşı (Aziziye) Bünyan (Hamidiye) güzer- ğahını kullanarak yola devam etmişler. Fakat; iç kesimlere doğru ilerlerken, aşiretten bazı aileler beğendikleri ve hoşlarına gittiği yerlerde kalıp yerleşmişler. Kayseri’ye bağlı İncesu, Yeşilhisar kazalara bağlı bazı köylerde, Niğde ve Nevşehir’e bağlı olan köylere yerleşenlerde bu koldan olanlardır. Maraş ve çevresinden kopan bu aşiretin diğer fertleri koyun sürüleri ve develeri ile beraber çok yerlerde konaklayıp, kışlamışlar. Bu üçüncü uzun göçleri nihayet o zamanlar Yeni - il sınırları içerisinde ve Sivas sancagı (Livası ) sınırları içinde kalan kazası Aziziye’ye (Pınarba- şı ) bağlı olan ve bugünkü Sarıoğlan kazasına bağlı; Burunören, Karpınar, İğdeli, Yerlikuyu, Körkuyu gibi köylere dağılarak yerleşmişlerdir. Kader birliği yapmış bu aşiret temelde hep birbiriyle akraba olup, yerleştikten sonra- da, kendi aralarında kız alıp vermek süretiyle bağlarını kopartmamışlar. Burunören ve bizim bugün aşiret dediğimiz yakın köylerin kurucuları Haleb’e yakın Raka şehri yakınlarındaki Tell - Şamar ve Tell - Zivan bölğeleri arasındaki Bucak dedikleri yerde yaşamaktaydılar. Aşırı sıcak ve baskılardan dola- yı o bölğeyi terk edip Elbistan’da mekan tutmuşlar ve oradada Bucak denilen bir yerleşim yeri oluşturmuşlardı. O nedenle de o bölğede yaşayan bu Avşar’lara Bucak Avşar’ı veya Bucak Avşarları denilmekteydi. Yaşantı ve geç- mişleri ile birbirinden ayrı olmayan diğer Avşar’ların kısa özgeçmişi, göçleri ve göç nedenlerine değindikten son- ra, benim burada deginmek istediğim asıl konu ise; Burunören köyü hakkında sizlere aydınlatıcı bazı bilğiler ver- mektir. Bu nedenle Anadolu’da gelişen siyasi ve toplumsal olaylar ve Türkmen lerle ilişkilerini içeren kısa bilğileri ayreten sunmakta yarar gördüm. Bence kitabın Anadolu’da gelişen toplumsal olaylar ve sonuçları (Osmanlı’lar ve Türk- men’ler ) ile ilğili bölümünü öncelikle okumakta yarar var.Çünkü geçmiş tarihimizi tam öğrenir bugün kü yerimizle, yaşantımızla ve gelişen olaylarla kıyaslama yaptığımızda, açıklamaktan kaçınılmış bazı taraflarımızı ortaya çıkartıp kendimizi ve geçmişimizi daha iyi öğrenmiş oluruz. Osmanlı devletinin Türk olmayan yönetim kadrosu- nun, adındanda anlaşıldığı gibi, halis Türk olup ,dil, kültür ve geleneklerinden taviz vermeyen Oğuz Türkler’rinden olan diğer Türkmen boylarında olduğu gibi bizim Bucak Avşar’ı aşiretinide suçlu olarak ilân ettiği ve yapılan bu uygulamanın yanlış ve haksız olduğunu söylemek yerine, kapatmaya çalışmak bence yersizdir. Burunören köyü ve çevresindeki köylerde yaşayan bu aşirete mensup yaşlı insanlardan soruyorum. Hiç kimse gerçekleri söyle- mekten yana değil. Hepside aynı ağızdan sanki birbirleriyle anlaşmışlar gibi aynı hikâyeleri tekrarlayıp, göçlerinin asıl nedenini “Kuğu „ adındaki bir kıza bağlamaktadırlar. Anlatımlara göre Kuğu kız olayı şöyle gelişir ; “Halep ve çevresinde yaşayan Türkmen aşiretlerinden bir ağanın veya Türkmen beyinin Kuğu adında güzel bir kızı varmış. Bu kız ile evlenmek isteyen o kadar çok genç varmışki, bunlardan biriside bugün aşiret dediğimiz, Avşar Türkmenlerinden bir gençmiş. Kuğu adındaki bu kız ile evlenmek isteyen gençler arasında kavga çıkmış. İster istemez kavgaya sülâleler ve aşirette katılmış.Bunun üzerine aşiretler arasında silahlı çatışma çıkmış. Çatışmada bir kaç kişi vurularak öldürülmesi ile olaylar büyümüş ve Buçak Avşar’ları (aşireti) çareyi Halep’ten başka yerlere göçmekte bulmuş. Yola çıkan aşiret, Karahıdırlı’ya kadar gelmiş ve geçici olarak orada konaklamış. Oradan ay- rıldıktan sonra kabile, kabile bu günkü yaşadıkları köylerine gelip yerleşmişler. „ Hemen hemen hepsininde anlat- tıkları budur. Her sülâlenin öz geçmişine ve tarihlerine değinirken, kendi anlatım ve ifadelerine yer vermeğe çalış- tığım bu kitapta diğer değerlendirmeleride okurlara ve bu aşiretin bugün kü mensuplarına sunmamak yerinde olmaz sanırım. Aynı nedenleri göç nedeni olarak gösterdiklerine bakılırsa, bana göre hepsi aynı tarihlerde göçmüş oldukları apaçık belli olmakla beraber, Anadoluya göçlerinin yerli ve Osmanlı’dan ayaklanmalara karıştıkları kanısıyla kıyı- ma uğrayacaklarından korkmuş olmalarından dolayı, yıllardır söylene gelen böyle bir hikâyeyi uydurmuş olabilir- ler. Halbuki aıiretin o günkü yaşadıkları yıllarda ve o bölğelerde adı tarihlere geçen başka olaylar cereyan etmişti. Maraş ve çevresinde ayaklanma çıkmış Osmanlı devletinin Türkmen’ler üzerine gönderdiği paralı hırıstiyan frenk askerleri zaten çoğunu katletmişti.. Hiç bir ayaklanmaya katılmayan karınlarını bile doyuramayan aç ve fakir olan bu göçer Türkmen aşireti, Osmanlı Devletinin baskı yaptığını söyleme yerine, gittiğimiz yerlerde başımıza bir iş gelmesin diye; göçün sebebi olarak başka başka nedenler ortaya sürmüşler. Bunlardan biriside yukarıda anlatı- lan Kuğu kızın hikâyesidir. Belki bu konuda o gün için haklı olabilirler. Ama ben atalarımızın geçmişlerini rivâyet ve duyumlara dayalıda olsa bu göç olayına çeşitli çephelerden bakıp ayrıntıları ile bilmemizde yarar olduğunu görü- yorum. Bu nedenle çeşitli kaynaklardan yararalanarak elde ettiğim bilğiler doğrultusunda, Anadolunun içerisinde ve hari- cinde yaşayan Burunören köyü ve çevresindeki aşiret köylerinde mensubu olduğu, aslında aynı soy ve kökten olup sadece verilen isimleri ayrı olan Türkmen ve Avşar Türk boylarının yaşantılarını irdelemeye çalışacağım. Oğuz Türk mitolojisinde bütün tanrıların ceddi ve bütün varlıkların yaratıcısı “ Kayra Han’ın << Kara Han’ın >>' oğludur. Oğuz doğdugu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı, gözleri, sacı ve kaşları simsiyahtır. İlk doğdugunda annesinin memesinden bir defa emer ve bir daha asla emmez. Dillenerek yiyecek başka şey ister ve büyükler ile laf etmeye konuşmaya başlayıp kırk günde büyür ve gezip oynamaya başlar. Doğdugunda ayakları öküze, vücudu kurda ve gögüs kısmı ayıya benzeyen, böğürleri kıllı olan Oğuz henüz küçük yaştayken at sürüsü güder ve at ile avlanmaya çıkar. Genç delikanlıyken yörede bulunan ormanda etrafa dehşet saçan « Kıyant » adında bir kurt vardır. O yörede herkes ondan korkar. Oğuz atına atlayarak gidip o kurdu öldürür. Namı ve şanı büyür. Oğuz birgün tanrısına ibadet ederken gök birden kararır ve gökten mavi bir ışık düşer. Bu ışık güneşten ve aydan parlaktır. Bu ışığın içinden güzel bir kız çıkar. Oğuz bu kızı görünce aklı başından gider ona aşık olur ve onunla evlenir. Bu evliliğinden Gün , Ay ,Yıldız adlarında üç çocuğu olur. Oğuz yine bir gün avlanmaya çıkar. Bir gölün kenarına varır. Gölün ortasındaki ağacın altında oturan bir kız görür ve onada aşık olur. Onunlada evlenir. Bu evliliğindende Gök , Dağ, Deniz adını verdikleri üç oğlu olur. Günleri avlanmakla geçen Oğuz’u çekemeyen düşmanları, babası Kara Han’a oğlun Oğuz başka bir dine geçti diye şikayet ederler. Bunun üzerine baba oğul arasında savaş çıkar. Bu savaşta babası Kara Han „ aldığı bir ok yarası ile ölür. Bu üstünlüklerden sonra korkan Oğuz bütün Tekin’leri Türk boylarının büyüklerini kendisine bağlar. Fakat bir kısmı Oğuz’un dinini kabul etmeyerek Tatar’lar ülkesine ( Mogolistan’a ) gider oraya sığınırlar. Bunun üzerine Tatar’ların üzerine yürüyüp onları yener ve mallarını alır, yönetimlerinide kendine bağlar. O bölğede hüküm süren Altın Kaan hediyeler göndererek Oğuz’a bağlılığını bildirirken, Sol tarafta hüküm süren Urum Han çok sayıdaki ordusuna ve şehirlerinde yaşayan insanlara güvenerek karşı gelir. Bunu üzerine sancağını çeken Oğuz askeriyle hareker eder ve kırkgün sonra Buz Dağı eteklerine varıp dayanır. Birgün dinlenmekteyken ; gün ışıgına benzer bir ışık içerisinden; boz tüylü, boz yeleli erkek bir kurt çıkar ve Oğuz’a yol göstermek istediğini söyler. Oğuz kurdu takip ederek İdil Moran kenarında durur. Kendisine meydan okuyan Urum Han’a bağlı askerler ile orada kıyasıya bir savaşa girer. Akan nehrin suyu kan damarı gibi kıpkırmızı olur. Büyük bir yenilği alan Urum Kaan kaçıp kurtulurken; memleketi ve hazinesi Oğuz’a kalır. Fakat o yörede Urum Kaan’ın kardeşi Uruz Beyi’in oğlu Tarang Moran arasında büyük bir dağın arasında şehir kurmuş yaşamaktadır. Oğuz’ un oraya yönelmesi üzerine haber gönderir ve bağlılığını kabul etmesi üzerine Oğuz ona << Saklap >> adını verip geri döner. Oğuz ordusu ile İdil’e geçer. Orada büyük bir Hakan yaşamaktadır. Onun peşine düşer. Uzun yollar, sık ormanlar arasından geçtikten sonra ağaçlardan sal yaparak önüne gelen nehirden geçer. O anda bozkurt yine gözükür ve yol gösterir. Uzun bir zaman yürüdükten sonra İt Barak’ın ordusu ile karşılaşırlar. Ordusu bozulan İt Barak savaşta öldürülür. Oraları eline geçiren Oğuz bol ganimetlerle dönerken bir çöle rasladılar. Çölde altındaki bidiği atı çölde birden gözden kayıp olur. Çölden sonra gelecekleri Buz dağını geçecek olan Oğuz atının kaçmasına çok üzülür. Bunun üzerine ordusunda asker olan bir Tekin kendi atını Oğuz’a verir. Her tarafı bembeyaz karlar olduğundan Oğuz ona « Karluk » adını verir. ( Bu boy Oğuz’ların Karluk boylarıdır. ) Dağdan sonra tekrar yola koyulurlar. Yoldan geçerken damı altından, pencereleri halis gümüş ve demir olan bir ev görür. Anahtarı olmayan bu eve giremeyen Oğuz ordusunda bulunan Tumur Dokagal adında akıllı bir adam vardır. Ona : burada kal, bu kapıyı aç ve sonra gel orduya katıl der ve bu anlamda ona da « Kalaç » adını verir. Yoluna devam eden Oğuz ve ordusunun önünde yine onlara yol gösteren bozkurt belirdi. Onları alıp; Çurçit denilen çok insan yaşayan ekili bir alana götürür. Bunların çokca altınları gümüşleri, elmasları ve hayvanları vardı. Oğuz oraya girmesine karşı çıkarlar ve savaş başlar. Oklu ve kılıçlı şiddetli bir cenk olur. Sonunda yine Oğuz üstün gelir “Çurçit Han’ın „ başı kesilir. Bu savaştada o kadar bol miktarda ganimet elde edildiki oğuz’un ordusunun taşıyamıyacağı kadar. Bunu üzerine ordusunda Parmaksız Çözüm Bilik adındaki zeki bir adam hemen orada bir kağnı yapar ve bütün eşyaları üzerine koyup hayvanlar ile taşımaya başlarlar. Oğuz Han bunu görüp ona « Kanklı » adını verir. Oğuz ve ordusu yine bozkurtun önderliğinde oradan hareket edip Tangut ve Şakım memleketine gider. Cenk yaparak o topraklarıda toprağına katıp kıymetli mallarına el kor fakat: o bölgelerde çok gizli bir yerde olan çok sıcak ve zengin “ Baçak „ adında bir memleket vardır. Bu yörede çokca kuşlar ve vahşi hayvanlar vardır. Siyah derili İnsanların Hakan’ı “Mazar„ ile yapılan cenkte Oğuz onuda yenip her zaman oldugu gibi topraklarına ve mallarına el koyar. Oğuz Han ordusunda her gittiği yere götürdüğü ihtiyar bir adam vardır. Bu adamın adı Irkıl Ata’dır. Buna Uluğ Türk’de derler. Irkıl Ata birgün rüyasında altın bir yay ve gümüş üç ok görür. Bu altın yay doğudan batıya uzanıyor ve bu gümüş üç oklarda gece tarafına uçuyor. Irkıl Ata uyanınca gördüğü bu rüyasını Oğuz’a anlatıp bazı nasihatlarda bulunur. Ertesi gün Oğuz Han oğullarını yanına çağırır. Derki; oğullarım ben artık ihtiyarladım. Hakanlık benim için değildir. Gün, Ay , Yıldız siz güneşin doğdugu tarafa. Gök, Dağ, Deniz sizde gece tarafına gidiniz der. Oğulları bu sözlerini yerine getirirler. Oğullarından Gün, Ay ve Yıldız bir çok kuşlar ve hayvanlar vurduktan sonra bir altın yay bulup babasına getirirler. Oğuz bu oku üçe bölerek oğullarına geri verir ve yay sizin olsun oklarınızı yay gibi göğe fırlatın adınız «Bozok» olsun der. Oğuz’un diğer küçük oğullarıda çölde hayvan avlayıp kuş vurduktan sonra ortada bir gümüş ok bulur va babasına götürürler. Oğuz bu oku üçe bölerek yine onlara verir ve sizinde adınız “Üçok „ olsun der. Bunun üzerine büyük kurultay toplanır. Herkesin çağrıldığı bu kurultayda 900 at, 9000 koyun kestirip 90 havuz dolusu kısrak sütünden yapılmış kımız içkisi hazırlatırken kendisi için direkleri altınkaplı, üzeri zümrüt, yakut, firuze ve inci ile işlemeli otağını kurdurur. Otağın sağına kırk kulaç uzunluğunda bir sırık diktirir. Sırığın tepesine bir altın tavuk, tavugun ayağına ise bir koyun bağlatır. Sol tarafına yine kırk kulaç uzunluğunda bir sırık diktirir. Sırığın üzerine bir gümüş tavuk, tavugun ayagına bir siyah koyun bağlattırır. Sağ tarafında Bozok’lar, sol tarafında Üçok’ları oturtur. Halk kırkgün, kırk gece yiyip içerek eğlenir. Bu kurultaydan sonra Oğuz yurdunu evlatlarına verirken; Onlara; Evlatlarım ! çok yaşadım, çok cenk ettim, çok ok attım, çok aygırlara (Ata) bindim. Düşmanları ağlattım, dostları güldürdüm. Bunun için tanrıya her şeyimi feda ettim, sizlerede yurdumu veriyorum der. Oğuz’lar diğer Türk kavimlerinin aksine, yüz bakımından Moğollımsı Türklere hiç benzememektedir. En eski kayıt olan Câmiü’ttevârih’- teki ifadelere göre; diğer Türklere benzeyen Oğuzlar Mâveruü’nnehre geldikten sonra, oranın havası ve suyunun etkisiyle fiziken değişime uğradılar. Bu değişimden sonra yüzleri tedricen Tâcikler’inkine ve İranlı’larınkine benzemiş. Bu neden le bugün Anadolu’da yaşayan Oğuz Türkleri Moğolluk vasıflarını taşımamaktadır. Fizyonomist Lavrater Türk’lerin tanımını yaparken, Türk milleti soylu Küçük Asya (Turan) kanı ile Tatar (Moğol / sarı ) ırkın maddi özelliklerinin melezi idi ( Lavrater 1854 : 164 ) derken ; Amerika’ lı tarihci yazar Morton’a (1839) göre ise, soyca Moğol ırkından gelen Türk’ ler, Çerkes, Gürcü, Rum ve Araplar la karışarak fiziki özelliklerini yitirmiş; güzel bir ırk oluşturmuşlardı. Bu konu ile yakından ilğilenen Fatih Sultan Mehmet Kritovulos’ un ünlü tarihcisi Herodot’un yapıt ve eserlerine bakarak Osmanoğullarının yani Anadolu Türklerinin Pers ve Ehemeniler’den geldiğini araştırıp bir kitap yazan kişiyide ödüllendirip İmparatorluğa ait olan Eğe Denizindeki bir adaya kral bile yapmış. Oğuzlar, diğer milletler tarafından uzun saç ve bıyıkları ile traş edilmiş (Yülenmiş) sakalları ile tanınır. Oğuz’lar savaşcı olmalarının yanında, gezğinlerin, tarihcilerin ve araştırmacıların yapıt ve eserlerinde onlardan namuslu, doğru ve konuksever insanlar olarak övgü ile söz edilir. | Oha, ne kadar kültürsüzmüşüm. Gram zevk almadım |