Şimdi Ara

Ahlat Ağacı | Nuri Bilge Ceylan

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
39
Cevap
2
Favori
1.917
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  •  Ahlat Ağacı | Nuri Bilge Ceylan

    Sinan edebiyat aşığı bir karakterin Anadolu’nun yoksul bir kasabasında kitabını çıkarmak için verdiği mücadelede en çok da babasıyla yaşadığı sıkıntıları anlatacak. Baba ve aile ilişkileri üzerine yoğunlaşılacak olan filmin başrolleri henüz açıklanmış değil.

    Nuri Bilge Ceylan, Ahlat Ağacı hakkında: “Sevelim veya sevmeyelim, bazı özelliklerimizi babalarımızdan alırız. Zayıflıklarımızı, alışkanlıklarımızı ve daha birçok şeyi. Film, babanın ve oğlunun aynı kaderi paylaşmasıyla oluşan kısır döngüyü acı veren deneyimlerden oluşan bir seriyle anlatacağız” yorumunda bulundu.

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >







  • Nuri Bilge Ceylan'ın, taşradan kopamadığı bir diğer filmi Ahlat Ağacı. Tabii onu taşranın içine çeken unsurun ne olduğunu filmleri izleyince anlıyoruz. Ahlat Ağacı'nda da gördüğümüz kadarıyla aslında taşra insanı tam olarak kopamayıp, içinde kaldığımız gerçekleri yansıtıyor. Bizi içine alan, ne kadar çırpınırsak içinde sürüklendiğimiz şeyler var o topraklarda. İnsanların yüzlerinden tutalım da iç dünyalarına kadar giden net bir resim bu. Anadolu'nun gelenekçi unsurlarından, baba - oğul ilişkisine dair tüm sahnelerden anlam çıkarmak aslında hiç de zor değil.

    Ahlat Ağacı ile net bir şeyi görmek mümkün; okulunu bitirip kendi toprağına dönmüş erkek için hayata tutunma, kendini ifade etme çabasının ne kadar karmaşık olacağı. Her erkek bunu yaşar. Çünkü sizden beklentiler vardır ve bunları rahatlıkla aşamazsınız.


    Sinan, öğretmenlik okumuş ve atama bekleyen binlerce adaydan sadece biri. Öğrenim hayatını bitirip kendi benliğine yani taşraya dönüyor. Burada direkt olarak karşımıza çıkan bir sahne var. Taşranın en büyük meselelerinden biri olan 'altın' davası. Kuyumcu kendince has esnaf üslubuyla sohbeti, Sinan'ın babası olan İdris'in ona olan altın borcuna getiriyor. Sinan'ın yaşadığı durum aslında baba otoritesinin zayıflığı, taşrasına döndüğünde hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceğinin emaresi. Kısacası tek karakteri odağına alarak, koca bir taşrayı gezip hem çevreyi anlamaya çalışıyor hem de Sinan'ı tanıyoruz. Normal olarak Sinan kendi evine döndüğünde bunalımlı bir aile tablosu hakim. Evde televizyon açık, evde en önemli derdin kumanda hakimiyeti olduğu yozlaşmış ev görüntüsü. İdris'in mizacı fazlasıyla mizah içermekte. Nuri Bilge Ceylan'ın komedi unsuru içeren tek filmi diyebilirim. Öyle ki evin babası, kızına yaptığı elektrik şakasıyla ne kadar çocuk ruhlu olduğunu gösteriyor. Sanki hiç derdi yokmuş ya da kederini o kuyu gibi derine gömmüş gibi hali var. Ne oldu da öğretmen olan bir babanın böylesi hareketler içerisinde olduğu merak konusu oluyor.

    Hikayenin biraz ilerisinde 'kuyu' meselesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Köylü her ne kadar ona inanmasa da İdris'in, su çıkaracağına inandığı kuyuda buluyoruz kendimizi. Koskoca bir taşa ipi bağlayarak yukarı çekmeye çalışıyorlar. Dede, baba ve oğlu. Aslında ne kadar birbirlerine yerseler de, dededen babaya; babadan da oğula geçen kuşak aktarımından kaçamayacaklarının görüntüsü bu.



    Çok fazla nefret duygusuna girseler bile olmaktan kopamayacakları hali birbirlerine aktarıyorlar. Kuru, şekilsiz ve farklı olmanın, tıpkı ahlat ağacı gibi. Pieter Brueghel'in, Körlerin Kıssası tablosuna benziyor.



    Önündeki körü, kurtulamayanı takip edersen senin de sonun aynı olacaktır. Tüm gücüyle çektikleri taş, ne kadar sağlam bağlanırsa bağlansın aşağıya düşüyor. Taşın, taşranın ağırlığı bu. Ne kadar gayret etseler de oradan kurtulamayacaklarının imgelemi. Kuyuya baktıklarında ise kendi boşluklarının, kaçışlarının kendilerine tekrardan dönmesini ifade ediyor.



    Andrei Tarkovski'nin Ivanovo Detstvo filminde olduğu gibi.



    Sinan öğretmenliğin yanı sıra kitap çıkarmayı düşünen, yazarlık fikriyle yanıp tutuşan biri. Aslında o da biliyor bir şeylerin imkansız olduğu. Fakat insanlara üst perdeden bakması, yersiz yerlerde amaçsız aforizmalar verme kaygısıyla kendisinin esiri oluyor. Kitabının basılmasındaki mali kaynak için gittiği başkanlık odasından, inşaat firmasındaki adama kadar gidiyor Sinan. Takındığı üslupla kitabının basılmasından çok yaptığı konuşmalarla, şehitlik savunmasına geçen İlhami ile tartışmakta beis görmüyor. Üste çıkma çabası, böylece kitabının basımından daha önemli hale geliyor. Sorun da burada. Üniversite okumamış İlhami'den destek isteyip bilirkişi tavırları sergilemek Sinan'ın hayatı boyunca yaptığı hatalardan biri. İlhami'nin bahsettiği ''sizin gibileri benim yanımda çalışıp, dut yemiş bülbüle dönüyorlar'' sözü, ülkedeki en büyük sıkıntılardan. Taşranın zorluğuna, sokak hayatına adapte olamamış kendini nitelikli gören grup çoğunlukla birlikte ezilip gidiyor. İlhami gibi insanlar da, Sinan'ın bahsettiği sarhoş adamın mutluluğunda ve toz pembe dünyada değil, şehitliğin gerçekliğinde kendilerini bulmuşlar böylelikle.

    Filmde çok fazla yer almasa da, posterlerde Hatice karakterini çok görüyoruz. Verdiği etkinin büyük olduğunu buradan anlayabiliriz. Her eski 'çeşme başı' tanışma hikayesinde olduğu gibi burada da tarladan uzakta su almaya gelmiş Hatice ile karşılaşıyoruz. Sinan, Hatice'ye başı bağlı olduğu için tanıyamadığını söylüyor. Anadolu'da örtünmek kızlarda adet döneminin ilk görüldüğü dönemle eş değerdir. Kızın vücut hatları, kibele misali doğurganlık emareli ortadaysa örtünmek zorundadır, tercih meselesi değildir. Sinan ile ağacın arkasına geçtiklerinde örtü çıkar, saçın görünümü Sinan için cinsellik adımıdır. Nuri Bilge Ceylan burada rüzgarı, ağaçları, Hatice'nin saçlarını bol bol fotoğraflamış. En sonunda da öpüşmelerini görüyoruz. Hatice'nin erkeğin alt dudağını ısırması ise Sinan'ı şaşırtıyor. Asuman, parada pulda gözü olmayan ve İdris'in güzel sözlerine kandığını söyleyen anneydi hatırlarsak. Hatice ise, filmin başında gördüğümüz kuyumcunun yani maddiyatın pençesinden kendini kurtaramamış, onun evlenirken ayrılmak zorunda kaldığı kişi düğünü izleyip kendini doğaya vuruyor. Sinan, Hatice'nin ayrıldığı erkeğin karşısına geçerek kendi gerçeklerinden habersiz, hayattaki realitenin önemine vurgu yaparak karşısındaki insanı tahrik eder üslup takınıyor. Böylece dayak yiyip alt dudağı patlıyor. Hatice'nin ısırarak kanattığı alt dudak, yumruk darbesiyle patlıyor. Ve neredeyse film boyunca hafif yara iziyle dolaşıyor, tıpkı damgalı bir günahkar gibi.

    Öğretmen olması atamalara bağlı Sinan, arkadaşıyla telefonda konuşuyor. Fakat bu sahne çok garip. Sahne o kadar çok kesintiye uğruyor ki her geçişte farklı bir yerdeyiz ve telefon konuşması hala bitmemiş. Öğretmenlik okuyup çevik kuvvet olan arkadaşı olayları anlatırken, Sinan bulunduğu taşranın açmazlarından şikayetçi. Bomba atılsa umrumda olmaz diyerek bulunduğu yer hakkındaki nefretini, kendi gerçeğini kusuyor. Çanakkale'de okuyan biri için Sinan'ın söyledikleri adeta ütopya. İnanılmaz bir yerden çıkıp gelmiş gibi kendine has ukalalığı şikayetçi olduğu taşradan kopamayacağının ön gösterimi. Sadece kafa olarak taşradan kurtulmuş gibi Sinan, bedeni ve yaşadıklarıyla taşraya gömülü halde yaşamaya devam edecek. Sudan çıkmış balık gibi de her çareyi deniyor. Öğretmenlik sınavına yeterince çalışmayıp atanmayı, sistemi eleştiriyor. Sınava gidiş yolunda babası ise sanki onun arkadaşıymış gibi para isteyip, köfte yerine başka işlere bulaşıyor.

    Eş zamanla gittiğim için bir sahneden ayrıca bahsetmek istiyorum. Sinan'ın sınavdan sonraki gittiği mekanda lütfen milli piyangocu Nevzat abimizin oyunculuğuna iyi bakın. O bir oyunculuk değil, kesinlikle anı yaşamaktır. Sanki sohbet etmişler de, NBC gizlice kayda girmiş gibi görünüyor. Böylesi doğal ve samimi bir oyunculuğa son zamanlarda hiç rastlamadım. Ve tabii ki konu. Ardındaki konu, yine bizden. Bir soru soruyor milli piyangocu: Bazı bankalarda bir sistem varmış. Askere para gönderirken amına koyim havale ücreti almıyorlarmış. Bakın bu her yerde, çevrenizde göreceğimiz türden bir konuşma. Havale ücreti, lavabo civatası, elektrik faturası... Ülkenin aynası olmak bir filmle ne kadar mümkün olabilir görüyorsunuz değil mi? İnsanlarımız geçim sıkıntısından başlarını kaldıramıyorlar ve ellerindeki kağıt kalem ile ceplerindeki paranın hesabına düşmüşler. Önlerindeki denizin dalgasından keyif almak yerine yarının kaygısındayız. Bugünü yaşayamıyoruz, yaşlanıyoruz çoktan. Buna özellikle değinmek istedim. Sahneyi de özel olarak kestim.

    https://streamable.com/xas9q

    İçinde rüya sekansını da barındıran yazarla olan ilişkisinden bahsedelim. Bence burada yazarla hiç sohbet etmiyor. Çünkü yazarı gördüğü ana bakarsak gidip gitmemekte çok tereddütkar bakışlar attığını görüyoruz. Sahaftan çıktığında direkt olarak otobüsüne gidiyor. İki unsurdan dolayı böyle düşünüyorum. Konuştukları sırada yağmur yağıyor, dışarıya çıktıklarında ise etraf kuru. Böyle bir hatayı yapmış olamazlar. İkincisi ise siz eğer bir yazarın tüm kitaplarını okumuşsanız 'bilge' tavır takınmazsınız. Rüyasında her konuda aziz tavrı takınan ve kendince karşısındaki yazarı alt etmeye çalışan bir kimlikle görüyoruz Sinan'ı. Yoldayken, sempozyumdaki mektuptan da bahsediyor. Gönderen kendisi olduğu için rüyasında onu da sorgulamaya çekmiş durumda. Zaten yazarın patlama anından biraz sonra ilerde tekrar karşısına çıkması da bunun göstergesi. Heykelin suya atılması bir suç işleme göstergesi. Krzysztof Kieslowski'nin, Krótki film o zabijaniu filmini izleyenler bilir. Orada da karakter köprüden aşağıya arabanın camına taş atıyor bilerek. Burada da köprüden suya heykelin parçasını atan Sinan var. İki sahne de birbiriyle çok yakın. Suça yakın olunduğunun, emarelerin bulunduğunun işareti.

    Sinan'ın en büyük sınavı ise babasını yerde yatarak gördüğü bölümdür. İntihar ettiğini düşünür, önce gider fakat derin bir nefes alarak geri döner. Her yanını karıncalar kaplayan babasının bedeni, yer altında kurtçukların sardığı ceset gibidir. Ağaçta sallanan iple beraber İdris'in öldüğü düşüncesi, daha doğrusu babanın artık hayatta olmadığı gerçeği Sinan'ı şoka uğratır. Bu, baba için sadece uyanış olurken Sinan için artık gerçeğe uyanma vaktinin geldiğini gösterir. Fakat yine de babasının en çok değer verdiği, onsuz yapamam dediği köpeği satar ve kitaplarını bastırır.

    Sonrasında ağaçta gördüğü imamlarla varoluş, inanç, yaşamın getirdikleri üzerine sohbet eder. Üç kişinin birinin tamamen dogmatik, diğerinin açık fikirli diğerinin ise tamamen inanç kavramından uzak olduğu görülür burada. Ve ilk kez o uyanıştan sonra babasını İdris'i burada savunur, şaşırtıcı şekilde. Sinan'ın konusu aslında imamın, dedesinin altınlarını vermeyip başkasının düğününe gitmesi üzerine. Döndük dolaştık yine altına geldik. Taşranın, şehire kadar getirdiği konudur altın. İnsanlar evlendiğinde mutluluğu kaydetmenin yanı sıra, kimin ne kadar taktığına bakarlar. Düğünde oradaysanız davetinize iştirak edilir, ne taktıysanız o takılır. İşte altın hikayesi gibi kavramlar taşranın en önemli meselesi olmuştur. Ahlak ve etik kavramı da bu gibi şeyler üzerinedir.

    Hikayenin ileri noktasında karların içinde Sinan görülür. Sanki oradaki beyazlık bir şeyin değişimini gösterir gibidir. Taşraya, evine geri döndüğünde Sinan'ın yaraları kaybolmuş, kilo almıştır. Ve en önemlisi kitapları oradan oraya savrulmaktadır. Islanıp, küflenmiştir. Kardeşi ve annesi kitabını okumaya zaman bulamamıştır. Kitapçıya gittiğinde kitabın satışının olmadığını öğrenince taşradan çıkamayacağı gerçeğiyle yüzleşir. Çıktığında ise yazarın posteri dışarda asılı haldedir. Sonrasında köye gider, etraftaki yoğun sis sinematografik anlamda hayli iyi işlenmiş, bir yeniden doğuş simgesidir. İdris ortalarda yoktur. Sinan eline babasının cüzdanını aldığında kitabının tanıtımının olduğu küpürün içinde olduğunu görür. Bir şey cüzdan içinde taşınıyorsa sizden parça ifade ediyor demektir. Burada gözyaşı döker. Sonrasında dedesinin anlattığı, babasının bebekken kundağı karıncaların sardığı halde rüya görmektedir, yalnız halde uyanır.

    İşte hikayenin ana çerçevesi haline gelmiş baba/oğul ilişkisi sonlarda öyle şekilde yanstılıyor ki ekrana bakar halde kalıyoruz. Sigmund Freud, erkek çocuklarının küçükken, babalarını tanrı figürü yerine koyduklarını söyler. Bu ilişki yani figür ne kadar kuvvetliyse inanç o kadar sağlam olur. Sinan'ın babasına inancı her zaman zayıf, eleştireldi. Hatta nefret noktasındaydı. Fakat taşraya çakılı kaldığı sırada artık kafasını kaldırıp gerçeklere döndü. Babası kendi zamanında öğretmen olmuşken, Sinan günümüzde atama problemleriyle tek başına kaldı. Öğretmen bile olamayacaktı. Ahlat Ağacı adıyla bastırdığı tek kitabını da babası okudu. Köpeğim benim tek arkadaşım diyen babası, bu kez aynı ifadeyi oğlunun kitabı için kullanıyordu. Çünkü oğlu kendisini anlatırken aynı zamanda İdris'e ışık tutuyordu. Etraflarında çakallar varken karların ortasında baba oğul taşranın da taşrasında olduklarını bilip kaderlerine razı geldiler. İdris koyunlarını otlattığı sırada bizler alternatif senaryoya dahil oluyoruz. Gündeme de işaret eden intihar olayı, sallanan iple beraber içimizi acıtıyor. Ancak kimseyi şaşırtmıyor. Sonrasında kamera İdris'le beraber hareket ettiğinde oğlunu kuyunun dibinde görüyor. Su çıkmamıştı belki de ama en azından oğul eskiden boş olarak gördüğü işlere el vermişti. Ya da belki de taşradan çıkmanın yolunu yerin altında arıyordu artık. Ne olursa olsun babalara benzeyecek olan oğulların çabalama hikayesi bir yere takılıp duruyordu ve çemberi oluşturarak şikayet ettiğimiz babaların devamı olarak yaşıyorduk hayatlarımızı.


    Nuri Bilge Ceylan'ı bu harika şaheseri kazandırdığı için tebrik eder, sizleri de bu karanlık ve kasvetli filmi izlerken bol bol düşünmenizi tavsiye ederim. Yunus Emre, Anton Çehov, Fyodor Dostoyevski, Friedrich Nietzsche, Polat Onat, İbn-i Arabi, Hz. Muhammed, Şemsi Tebrizi ve Peyami Safa alıntılarını filmde görebiliriz. İzleyin, izletin.
  • Bu sefer oscar adaylığı kapar inşallah.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Kis uykusu gibi 3 saat olursa vay halimize. Kis uykusuna giderken yanimizda gozleme ayran falan goturmustuk.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  •  Ahlat Ağacı | Nuri Bilge Ceylan

     Ahlat Ağacı | Nuri Bilge Ceylan

     Ahlat Ağacı | Nuri Bilge Ceylan




  • boombip kullanıcısına yanıt
    Yaa birde çok karanlık bir filmdi. İçim sıkıldı.

    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >
  • Film Cannes'da gösterime girmiş, üstelik ayakta alkışlanmış ama daha ortada fragman yok. Bu ne saçma bir iş yahu.
  • Bi biz göremedik.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >


  • 1 dakikalık tanıtım da zevkten dört köşe oldum 3 saatlik filmden sonra kalpten gidebilirim.
  • Çekimler ve görüntüler şahane yahu
    Şu NBC bir polisiye ve korku filmi çektiğini görmeden ölmek istemiyorum.
    Umarım o günleri de görürüm.
    Heyecanla bekliyorum
  • NBC candır.

    Kış Uykusundan beridir NBC filmi özlemi çekiyorum. Apranax vazifesi görür bu film :)
  • Çeşitli sitelerde filmin 1 Haziran'da vizyona gireceği yazılmış.
  • Sadece bir anlık kare bile ne kadar iyi fotoğrafçı olduğunu gösteriyor. Kaldı ki ortam seslerini de temelde çok iyi işlediği için izleyicideki duyguların harekete geçmesi kolay oluyor. Karakterlerin iç dünyasını atmosfere bu denli iyi enjekte edebilen auteur'ün bizim ülkemizden olması ayrı mutluluk kaynağı.

    Ahlat Ağacı merakla beklediğim bir film. Yine bilindik lezzeti vereceğinden şüphem yok.
  • Fragman yayınlanmış. Ne yalan söyleyeyim müthiş görünüyor. Filmin ödül alamamış olması içimi burktu ama gösterim sonrası 15 dakika ayakta alkışlanmış. Nuri Bilge'den beklentim çok yüksek ve yine bu beklentiyi karşılayacak gibi duruyor. Şu ana kadar izlediğim filmleri arasında en güzeli Bir Zamanlar Anadolu'da idi. Bu film de o kaliteden aşağı olmayacaktır.




  • Sadece BZA izleyen biri olarak filmi merakla bekliyorum
  • Ülkenin her yerinde sinema salonu olan, en geniş ağa sahip Cinemaximum, filmi sadece 5 şehirde gösterime sokuyor. Onu da geçtim; film festivali olan, sinemayla yoğrulmuş ve çok yakından takip eden bir il olan Adana'da yok! Şaka gibi gerçekten.
  • Arkadaşlar film cinemaximum’un ArtHouse adında özel salonlarında oynatılacakmış. Daha önce bu salonlardan birinde film izleyenlere birkaç sorum var.

    Perde boyutu nasıl?
    Koltuk seçimini nasıl yapmalıyım? Perdeye uzaklığı farklı normal salonlardan galiba çünkü salonda sadece 25 koltuk var gözüküyor.

    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >
  • Bugün gittim 3 saati aşkın bir süre sürdü. Görüntü iyi değildi. Konu da dağınıktı ben pek beğenmedim
  • nuri bilge ceylan filmlerinin durgun olduğu aşikar. durgun kafayla dinç şekilde izlemek gerek. iftar sonrasında 22.00 seansında izlenir mi acaba 3 saat nuri bilge ceylan filmi
  • Ceylan'ın filmleri sessizliğine rağmen çok hazin geliyor bana.

    Listeme aldım filmi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi hop-e3 -- 8 Haziran 2018; 23:13:29 >
  • Arkadaşlar giden yok mu filme? Beklenen ilgiyi göremedi sanırım.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.