Şimdi Ara

Demir (4. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
63
Cevap
0
Favori
11.925
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • Kutsal Kitabımız kuran-ı Kerim'de hadid suresinde biz demiri gökten indirdik denilmektedir. maden mühendisi arkadaşıma sordum demir gibi metalik madenler mağmatik olup gökten dünya ile beraber inmişlerdir. kömür, mermer gibi madenler sonradan dünyada oluşmuştur.
  • Hadid Suresi'nin mezkur ayetiyle ilgili ben de bir yazı paylaşmak istiyorum.


    "Biz demiri de indirdik ki, onda hem kuvvet ve şiddet, hem de insanlar için faydalar vardır.” (Hadid Sûresi: 25) âyetine dair gayet ehemmiyet kesbetmiş, mühim ve mütefennin bir adam bu suâl ile bazı hocaları ilzam ettiği bir suale muhtasar bir cevaptır.
    Suâl: Deniliyor ki: “Demir yerden çıkıyor; yukarıdan inmiyor ki ‘Enzelnâ’ [İndirdik] denilsin. Neden ‘Ehracnâ’ [Çıkardık] dememiş; zahiren muvafık görülmeyen ‘Enzelnâ’ demiş?”

    Elcevab: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân “Enzelnâ” [İndirdik] kelimesiyle, demirdeki azîm ve çok ehemmiyetli nimet cihetini ihtar etmek için demiş. Çünkü yalnız demirin zâtını nazara vermiyor ki, “ihraç” desin. Belki demirdeki nimet-i azîmeyi ve nev-i beşerin demire ne derece muhtaç olduğunu ihtar içindir. Nimet ciheti ise aşağıdan yukarıya çıkmıyor, belki rahmet hazinesinden geliyor. Rahmet hazinesi elbette âlî, yukarı ve mânen yüksek mertebededir. Elbette nimet yukarıdan aşağıyadır. Ve muhtaç olan beşerin mertebesi aşağıdadır. Elbette in’âm, ihtiyâcın mâfevkindedir. Onun için, nimetin hazine-i rahmetten beşerin ihtiyâcına imdâd için gelmesinin hak tâbiri Enzelnâ’dır, “ihrac” değildir. Hem tedricî ihrâcat beşerin eliyle olduğu için, “ihrac” kelimesi ihsan cihetini nazar-ı gaflete hissettirmez.

    Evet, demirin maddesi murad olunsa, mekân-ı maddî itibarıyla ihraçtır. Fakat demirin sıfatı ve burada mânâ-yı maksudu olan “nimet” ise, mânevidir. Bu mânâ-yı maddî, mekâna bakmıyor, belki mânevî mertebeye bakar. Rahman’ın hadsiz mertebe-i ulviyetinin bir tecellisi olan hazine-i rahmetten gelen nimet, elbette en yüksek makamdan en aşağı mertebeye gönderiliyor. Hak tâbiri Enzelnâ’dır. Bu tâbirle nev-i beşere ihtar eder ki, demir en büyük bir nimet-i İlâhiyedir.

    Evet nev-i beşerin bütün san’atlarının mâdeni ve terakkiyâtının menbaı ve kuvvetinin medârı demirdir. İşte bu azîm nimeti ihtâr için, makam-ı imtinân ve in’âmda, kemâl-i haşmetle “Biz demiri de indirdik ki, onda hem kuvvet ve şiddet, hem de insanlar için faydalar vardır.” (Hadid Sûresi: 25) ferman ediyor. Nasıl ki Hazret-i Dâvud’a en mühim bir mû'cize olarak “Demiri de onun için yumuşattık” (Sebe Sûresi: 10) ferman ediyor. Yani, büyük bir peygambere büyük bir mû'cize ve büyük bir nimet olarak demiri yumuşatmasını gösteriyor.

    Saniyen: “Yukarı,” “aşağı” nisbîdir. Küre-i arzın merkezine göre yukarı ve aşağı oluyor. Hattâ bize nisbeten aşağı olan bir şey Amerika kıt’asına nazaran yukarı oluyor. Demek, merkezden sath-ı arz tarafına gelen maddeler, sath-ı arzda olanlara göre vaziyeti değişir.

    Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân i’câz lisânı ile ifade ediyor ki: Demirin o kadar çok menâfii, o kadar geniş fevâidi vardır ki, insanın hânesi olan küre-i arzın mahzeninden çıkarılacak âdi bir madde değildir. Ve rastgele hâcâtta istimâl edilmiş fıtrî bir mâden değildir. Belki Hâlik-ı Kâinatın tarafından rahmet hazinesinde ve kâinatın büyük tezgâhından ihzar edilmiş bir nimet olarak, “Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz” ünvan-ı haşmetiyle küre-i arz sekenesinin hâcâtına medar olmak için demiri inzâl etmiş, indirmiş diye, demirdeki umûmi menfaati ifade için, güya demirin gökten gelen rahmet, hararet ve ziyâ gibi öyle şümullü faydaları var ki, kâinat tezgâhından gönderiliyor, küre-i arzın dar anbarından değil. Belki kâinat sarayındaki büyük hazine-i rahmetten ihzâr edilerek gönderilip, küre-i arzın anbarında yerleştirilmiş; o anbardan asırların ihtiyâcına nisbeten parça parça ihraç ediliyor.

    Kur’ân-ı Azimüşşân, bu küçük anbardaki parça parça çıkarılan demiri, yalnız “sarf etmek” mânâsını ifade etmek istemiyor. Belki Hazine-i Kübrâdan o nimet-i azîmeyi küre-i arz ile beraber indirdiğini ifade etmek için; yani, bu küre-i arz hânesine en lâzım şey demirdir ki, Hâlik-ı Zülcelâl, güya küre-i arzı güneşten ayırıp insanlar için indirdiği zaman, demiri de beraber inzâl etmiş ve ekser ihtiyâc-ı beşer onunla temin edilmiştir. Kur’ân-ı Hakîm, “Bu demirle işlerinizi görünüz ve onu çıkarmaya çalışarak istifade ediniz” diye, mû'cizâne ferman ediyor.

    Bu âyette hem def-i a’dâya, hem celb-i menâfie medâr iki nimet beyan ediyor. Nüzûl-u Kur’ân’dan evvel demirle ehemmiyetli menâfi-i beşeriye temin edildiği görülmüş. Fakat istikbalde demirin gayet hârika ve muhayyirü’l-ukul bir surette, denizde, havada ve karada gezerek küre-i arzı musahhar edip, mevtâlûd bir hârika kuvveti gösterdiğini ifade için “fîhi be’sün şedîdün” [“onda kuvvet ve şiddet vardır.” - Hadid Sûresi: 25] kelimesiyle, ihbâr-ı gaybî nev’inden bir lem’a-i’câz gösteriyor.
    Lem’alar, 28. Lem’a, 4. Nükte
  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.