Şimdi Ara

Ortadoğu'da savaşlar ne zaman bitecek?

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
11
Cevap
2
Favori
566
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Ortadoğu'da bu karışıklık ne zamana kadar sürecek? Bir olayın sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyoruz. O yüzden Ortadoğu'daki olayların da bir sonu var. Bence birkaç stratejik ülke hariç 21. Yüzyılın sonunda petrolün bitmesiyle geri plana atılan bir coğrafya olacak.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >



  • Petrol savaşları biter, su savaşları başlar(mesela Orta Asya'da ülkeler birbirlerinin suyunu kesmekle tehdit ediyor). Su savaşları biter, oksijen savaşları başlar. Onlar biter, cart curt savaşları başlar.

  • Hiç bir zaman...


    Sebep mi arıyorsunuz? Çok kullanışlı "Din"i olgular varken, bu savaşlar, karışıklıklar biter mi sanıyorsunuz?


    Bir zamanlar "birkaç öfkeli gençler" denilen örgütün geldiği nokta tahmin edilemeyecek noktada, sanırım bu konuda propaganda olmaması için halkın bilgi alması engelleniyor. Bu örgüt, hareketini kendince yorumladığı dinin emrinden alıyor. Web sayfalarını incelediğimde kanım dondu. "birkaç öfkeli gençler" denilen bu örgütlere nasıl bir destek sağlanıyor ki ordularla savaşabiliyor ve her yeri kan gölüne çevirebiliyorlar. Suriye, Irak ,Afganistan, Kongo, Somali, Nijerya... ve daha bir çok yerde.

    Tek tanrılı dinlerin ortay çıkışından itibaren savaşlar için en geçerli sebepler zaten kutsal emirler ve amaçlar değilmiydi ki?


    İlginç olan sitelerinde bir çok makale/fetva/yazı vs var, hedeflerinde hep müslüman ülkelerin yönetimleri var ama bi israille ilgili ne bir eylemi ne de söylemlerinin olmaması.


    Din kullanışlı olunca usta kullanıcılar oluyor elbet.


    Site linkini ve medya grubunun ismini vermiyorum, zaten vpn siz girilemiyor.


    Ortadoğu'da savaşlar ne zaman bitecek?
  • Ortadoğu uluslararası seviyede petrolü ve doğal gazı tükendiği için geri plana düşse bile mezhepsel ve kabileci yapısını sürdürdüğü sürece hep savaş ihtiva edecektir. Buna mukabil modernizasyon, kurumsallaşma ve demokratikleşme de bence bu konudaki yaygın kanının aksine barışın garantisi değil. Misal bugünkü son derece barışçıl Avrupa Birliği'ne uzak hatta yakın bir gelecekte dahi neler olacağını bilemeyiz. Dünya son derece dinamik ve karmaşık, pek çok gelişmeye açık dengesiz bir yer. Ortadoğu kronik olarak bu dengesizlikten, bu kaotizmden çok muzdarip ve şüphesiz ki şu anki Avrupa'ya kıyasla bununla başa çıkmakta oldukça başarısız. Ancak bu gerçeğe rağmen uzun vadede medeniyetin ekseni Avrupa'dan çıkıp Ortadoğu'ya bile kayabilir ve Ortadoğu pekala görece bir Pax Europa yaşayan modern Avrupa gibi görece çok barışçıl bir mekan olabilir. Bu şu an gerçekleşmesi çok zor görünse de prensipte ve ihtimal dahilinde imkansız değil.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • İngilizler 1. Dünya Savaşında Ortadoğu'da hassas sınırlar çizdiler. Amaç bölgedeki bütün ülkelerin sıkıntı çekmesi ve birbirine muhtaç olmasıydı. Yine aynı şekilde Afrika kıtasının tamamı, batılı ülkeler tarafından ameliyat edildi. Normalda Afrika'daki bütün siyahi kabileler göç halindeydi, sahra altı Afrika'da aç kalmamak için hepsi bir su kaynama döngüsü gibi göç etmek zorundaydı, sınırlar çekilince Kamerunlu, Senegalli aç kaldı. Bunun sonucunda da birçok Afrika ülkesi acı deneyimler yaşadı. Ruanda'da olan durumlar gibi. Sonra Rusya Orta Asya'yı ameliyat etti. Tacikistan Özbekistan'a bağlıydı. 1940 küsurlu yıllarda Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan arasında fırça desenli içli dışlı sınırlar çizildi. Amaç bölgede Rus nüfuzu idi. Bir yere kadar etkili oldu. Sonra Rusya Karakalpakistanı Kazakistan'dan alıp Özbekistan'a verdi. Amaç kuzeyde güçlü bir Kazakistan riskini ortadan kaldırmaktı. Aynı şekilde Azerbaycan-Nahçivan- Ermenistan sınırları da hassas saat kalibresindeydi.


    Ben Sömürge ve Rusya, Ortadoğu tarihlerinden şu sonuçları çıkarıyorum. Güçlü ve teknolojisi ileri ülkeler güçsüz ülkeleri güçlenip kendilerine yetişmesin diye sınırlarını çizmişler ve ekonomilerini kendilerine bağlamışlar. Amaç Afrika, Ön Asya, Orta Doğu, Orta Asya gibi ülkelerin ve bölgelerin refah ülkelerine bağımlı olması, ve bunun süreklilik teşkil etmesi.

  • Savaşına göre konuşmak lazım. Her savaşı aynı çatı altına almak sağlıklı bir analiz için pek de uygun olmayabiliyor.

  • 2003'teki Irak İşgali'ne kadar Ortadoğu göreceli bir barışa zaten sahne oldu. Bölgede çatışmalar olsa da tarihiyle kıyaslandığında İsrail, İran, Irak ve Türkiye arasındaki güç dengesi bölgeye kısmi de olsa bir istikrar getirmişti. Elbette Sovyetler ve ABD hegemonyası da bölgeye direk müdaheleden kaçındığı için barış ortamı güçleniyordu. Ortadoğuda pek çok Arap ülkesinde diktatörler güçlerini konsolide etmiş ve uzun süreli iktidarlarında ülkelerini askeri anlamda güçlendirerek bu bahsettiğim güç dengesini sağlamlaştırmışlardı. Bölgede olası bir büyük çatışma herkesi tehdit ediyordu ve Saddam'ın hayalden ibaret girişimleri ve İsrail'in ABD'nin şımarık çocucuğu olarak genişlemeci hareketleri haricinde bölgede major bir kriz yaşanmadı.


    Bu saydığım çatışmalar zaten çok gibi gözükebilir ama Ortadoğu'da çok yönlü ve iyi beslenmiş bir çatışma ortamı var. Bölge savaşa ve kargaşaya çok elverişli. Arap - Yahudi çatışması, Sünni - Şia çatışması, diğer tarafta seküler Türkiye'nin diktatörlerce idare edilen ülkelere karşı sınır güvenliği kaygısı, Kürt sorunu, Filistin meselesi, bölgede bulunan doğal kaynaklar falan derken bir fıçı benzin görünümünde bir coğrafya var elimizde. Bölgede çatışmalar hep vardı fakat 2003'te ABD kibriti çakıp benzini ateşe verdiğinden beri kan banyosu dinmedi.


    Önce işgalin küreselleşmeye karşı bir etkisi oldu. Kökten dinci terör örgütleri güç topladı ve halk tabanında destek bulmaya başladı. ABD'ye karşı İslam değerlerini savunmak isteyen ve kendi bölgesel egemenliğini korumak isteyen yerel halk çareyi radikal İslamcı terör örgütlerinde buldu. IŞİD yaptığı eylemlerle bölgedeki kırılgan istikrarın son zerrelerini de yok etti.


    İkinci olaraksa İran, düşmanı Irak işgal edilmesine rağmen bölgedeki ABD varlığından rahatsız oldu. Saddam Hüseyin Sünni bir diktatör dahi olsa belli yönlerden ABD gibi bir güce tercih edilebilirdi. Hiç değilse Saddam'ın İran'a karşı savaş kazanamayacağı açıktı. Oysa 79'daki devrimden beri İran'ın doğal düşmanı olan ABD büyük tehditti. Dolayısıyla İran ABD varlığını hissedince politikalarında daha agresifleşti ve Rusya ile olan ittifakı pekişti. Bunun somut etkisi Yemen iç savaşı. Şu an ABD ve İran Yemen'de iki farklı kanadı destekleyerek kanlı bir savaş veriyor. Devlet çökmüş durumda, ülke total bir savaş halinde.


    Üçüncü bir faktör olarak işgal sonrası Kuzey Irak'ta kurulan Kürt yönetimi Türkiye için büyük tehdit. Kürtlerin Ortadoğu'da egemen bir ulus devlet kurması ihtimali Türkiye içerisinde bulunan Kürt halkını ayrılmacı harekete daha da itebilir. Keza Barzani de birkaç defa Kürt diasporasına doğru bir yayılma niyeti olduğunu belli etti. Kuzey Irak'taki yönetim egemen bir devlet değil, gücüyse ABD desteğiyle sınırlı. İnsan sermayeleri yok, subay sınıfları eğitimsiz. Yine de Türkiye bunu bir tehdit algılıyor Kuzey Irak'taki Kürt Yönetimi'nin etki alanını Kuzey Suriye'ye, yani Türkiye sınırına yaklaştırması ihtimaline karşı Suriye'deki savaşa dahi girdi. Türkiye bu konuda devlet hafızasının bir sonucu olarak taviz vermiyor gibi görünüyor.


    Dördüncü faktör Arap Baharı. 2010'da bir dizi protestoyla başlayıp iç savaşa varan bu hareketin temelinde ekonomik rahatsızlık yatıyor. Elbette söylev boyutunda demokrasi ve insan hakları öne itildi fakat bunları sağlayacak bir sekülerizmden ziyade ılımlı İslam modelleri ön plandaydı. Dolayısıyla kanaatimce asıl rahatsızlık artan işsizlik ve gıda enflasyonuydu. Ortadoğu'da Saddam, Kaddafi gibi diktatörler o güne kadar meşruluklarını kurdukları refah ağıyla sağlamışlardı. Kaddafi ve Saddam'ın kendilerinin ve bürokratlarının yozlaşmadığını ve deyim yerindeyse para yemediğini kimse iddia edemez fakat belli bir fiyat istikrarı ve refahı halka sağladıklarından ötürü koltukları sağlamlaştı. İşgal sonrasındaysa bölgenin ekonomisi zarar gördü. İşgal sonrası başa gelen liderler yozlaşmışlık açısından Kaddafi ve Saddam'dan farklı değildi fakat artık azalan kaynaktan ve sıcak paradan ötürü bu para yeme hadisesinin etkisi halk tabanında kuvvetli hissedildi. Daha doğrusu halk faturayı siyasi liderlere kesti. Haksız da sayılmazlar. Kısa sürede Arap Baharı'yla başlayan devrim hareketleri iç savaşa dönüştü. Libya'da hükümet çökmüş ve iki kanada ayrılmış durumda, Suriye hala iç savaşta. Mısır ise 2011'den 2014'e kadar kriz ortamında kaldı ve ABD destekli hükümet başa gelene kadar bir dizi çatışmaya sahne oldu.


    Daha da sayabilirim. Görüldüğü üzere ABD 2003'te fitili ateşlemeden önce bunca çatışma ihtimaline rağmen hiç de fena bir istikrar yoktu Ortadoğu'da. Şimdi gelelim soruna. Ortadoğu savaşa meyilli bir yer. Yukarıda saydığım nedenler ve yaşanan muhtelif çatışmalar gereği mutlak barış zor görünüyor fakat ABD ve olası bir başka süper güç çıkarlarını ve ideallerini Ortadoğu'ya dikte etmek yerine bölgesel güçler olan Türkiye, İsrail ve İran işbirliğine gereken desteği verirse bölge tekrar göreceli bir istikrara kavuşur diye düşünüyorum. Bu devletler bölgedeki diğer devletlerden daha farklı bir karakteristiğe sahip. Bu ülkelerin insan sermayeleri mevcut, kurumsal bir devlet organizasyonları var, diplomasiyi kurumsal düzeyde yürütüyorlar, bölgedeki majör askeri güce sahipler ve bölgeyi ABD'den çok daha iyi tanıyorlar. Dolayısıyla Ortadoğu'da barış ihtimali, bölgesel güçlerin akılcı ve makul bir tutumla iş birliği yapmasında yatıyor.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-1AB9A40D5 -- 10 Mart 2021; 23:34:13 >
  • .




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-61A742153 -- 27 Mart 2021; 23:57:45 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Guest-61A742153

    .

    Nükleer silahlar caydırıcılık sağlayan cihazlar olarak her saniye her dakika kullanılıyor (the theory of nuclear deterrence). Pratikte kullanımları aşırı gayrimeşru ve retalasyona açık olduğu için pratikte kullanılamıyorlar (assured destruction). Çoğu ülke gizliden gizliye belirli bir süre içerisinde nükleer silah üretebilir hala gelmeye çalışıyor ama stok yapan ya da nükleer programını silahlanma programı yapan pek yok. Kalkınmamış veya kalkınmakta olan ülkelerde geleneksel nükleer enerjiye yönelik bir trend varken gelişmiş ülkelerde nükleerden uzaklaşma (henüz deneysel seviyedeki füzyon reaktörleri için araştırmalar hariç) trendi var. Ortadoğu ülkelerinin bu bağlamda yeri gelişmemiş ülkeler ancak çoğunun nükleer programının altı boş veya genel olarak irrasyonal hesapların ürünü. İran ekonomisini bir nükleer program uğruna mahvetti. Mısır nükleer teknoloji geliştirmeye ve silahlanmaya yeltendi ancak zararları yararlarına ağır basınca vazgeçtiler. Suudi Arabistan enerji kalemleri içerisinde nükleer enerjiye ciddi bir yer vermek istiyor. Türkiye şu an için Rus yapımı santralle idare ediyor. Ancak bu ülkelerin hiçbirisi füzyon reaktörü araştırmalarına girişecek, nükleer enerji konusunda kayda değer yenilikçi bir katkı yapabilecek ülkeler değiller. Geç Soğuk Savaş'dan bu yana Dünya'da nükleer silahlanma ve nükleer silah denemeleri antlaşmalarla oldukça kısıtlanmış durumda; o sebeple misal birkaç sene evvel Kuzey Kore yer altında nükleer denemeler yapmaya çalışıyordu ve yapay depremler tetikliyordu. Yani tam tersi bir durum var; nükleer silahlanma inanılmaz yavaşlamış ve tekelleşmiş (Güvenlik Konseyi Üyesi ayrıcalıklı birkaç devlete mahsus kılınmış) durumda.

    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • hiçbir zaman bitmez hocam

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.